23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖYKÜDENLİK… Yazınımızda işçinin emekçinin yeri... 1516 Haziran 1970 İşçi Eyleminin ellinci yılındayız. Öncesinden o güne, o günlerden bugüne, geleceğe işçiemekçi, tarihsel öznelliğini bırakmadı hiç. İşte Mahmut Yesari, bu insanların 1940’lar yaşamından kimi kesitler getiriyor okura. “Proleter Onuru”nu da içine katarak... N âzım Hikmet 1939’da Memleketimden İnsan Manzaraları’na girerken Galip Usta’yı tanıtır: “‘İşsiz kalırsam’ diye düşündü / 22 yaşında. / ‘İşsiz kalırsam’ diye düşündü / 23 yaşında. / ‘İşsiz kalırsam’ diye düşündü / 24 yaşında. / Ve zaman zaman işsiz kalarak / ‘İşsiz kalırsam’ diye düşündü / 50 yaşına kadar. / 51 yaşında ‘İhtiyarladım’ dedi, / ‘babamdan bir yıl fazla yaşadım.’ / Şimdi 52 yaşındadır. / İşsizdir.” (Memet Fuat baskısı; de, 1967, 8) İşçi olup da Galip Usta’nın bu korkusunu hele de koronavirüs salgını sonrasında yaşamayan kalmış mıdır dersiniz? Üstelik tüm dünyada? 1940’larda insanımızın derin acısını yüreklerinde duyan yazı başındaki yazarlar, İkinci Dünya Savaşıyla faşizm tehlikesinin sürdüğü yıllarda, kalemlerini bu yönde oynattı hep. Osman Cemal Kaygılı, Mahmut Yesari, Sadri Ertem, Suat Derviş, Sait Faik, Sabahattin Ali bir çırpıda anımsanabilir. Nâzım da 1940’larda Bursa’da mahpus damında Memleketimden İnsan Manzaraları’nı tamamlarken Orhan Kemal’i bu tür öyküromana ısındırıyordu. Mahmut Yesari’ye (18951945), bu büyük yazın emekçimize dönelim. Ya kacık Sanatoryumunda ölmeden iki yıl önce yayımladığı, 1940’ların önemli romanına: Bir Aşk Uçurumu (Yay.Haz.: Doç.Dr. Recai Özcan; Çolpan, 2020). Babaoğul Yesariler (MahmutAfif), aslında birer yazın emekçisi. Mahmut Yesari’nin, Bâbıâli Hatıraları (Yay.Haz.: Tahsin Yılmaz, Can, 2019) adlı yapıtında bu yönde pek çok anısı yer alıyor. Tek örnekle yetineyim: Dönemin tiyatrosunda Yesari, ağırlıklı yere sahip. Turne temsillerinden dönen Muhsin Ertuğrul, yazara sanatoryumdayken telifini öderken ötekilerden tık yok. MAHMUT YESARİ: “BİR AŞK UÇURUMU” Sonunda sahneye atlıyor bizim emekçi: “Perde açılmadan sahneye bir iskemle attım, oturdum: / ‘Hakkı telifler verilmeden perde açılamaz.’ / O gece hakkı telifler ödendi.” (60) Ama ne diyor Yesari Usta: “…[B]en sırtımı açlığa verdiğim için sermaye beni yenemez!” (78) Bir Aşk Uçurumu romanına girerken onun, yaşamından bir iki kırıntıyı paylaşmak gerekiyordu. Mahmut Yesari, doğrudan fabrika içinde başlatır romanı. İki sevdalı Remziye’yle Fikri, dokuma fabrikasında çalışmaktadır. Ustabaşı, Remziye’nin çevresinde dolanmaktadır ama. Bu, “taciz” kertesi ne geldiğinde olay patlak verir, Fikri, ustayı tartaklar. Fabrika yönetimi, kendilerinden bekleneceği üzere ustadan yana çıkıp Fikri’ye çıkış verir. Bunlar romanın hemen girişinde okunur. Gençler, kopmaz birbirinden, ancak iş bulmak kolay değildir. Bir handa konaklayan Fikri günler boyu iş aramasına karşın kapılar hep kapanır yüzüne. Üç beş kuruş birikmişi de tükenince çareyi fabrikadan bir arkadaşına sığınmakta bulur. O da, polisle işbirliği içinde bir kabadayıdır. Onunla ilişkisi, Fikri’yi bugünkü yazarlarını kıskandıracak ölçüde İstanbul’un arka sokaklarına, yeraltına çıkarır. Ancak Fikri, “‘proleter onuru’na yedirem(ediği)” (104) işlerden kaçınır. Sonunda bir fabrikada gece bekçiliği bulur, o zaman Remziye, Fikri’yi kendi evlerine pansiyoner alır. Ne ki sorun çözülmez, tersine daha karmaşıklaşır. Dönemin tefrika roman anlayışı, olup bitenlerin yinelemeli aktarısını mümkün kılıyor, ama Yesari, anlatının dramatik yapısından yararlanıp bunu hızlı bir akışla yer yer melodramatik havada ustalıkla finale taşıyor. Böyle de olsa Bir Aşk Uçurumu, 40’larda işçi sınıfına dönük yaklaşımı, vurgusuyla mutlak kayda alınması gereken bir roman. Hele de insanlığın seksen yol sonra sözümona ulaştığı bu aşamada. DÜNYA DAMLASI H.H Richardson: “Çocukluğun Sonu” Henry Handel Richardson, çağdaşı Yesari gibi yoksulluğu, bunun yol açtığı karmaşayı alıyor Çocukluğun Sonu (Çev.: Seçkin Selvi, Can, 2020) adlı “uzun öykü”sünde. Kitapta, yazar şöyle tanıtılıyor: “Avustralya asıllı romancı Ethel Florence Lindesay Richardson’ın (18701946) yazılarında(ki) takma ad. …Belirtildiğine göre yazar, ailesinin verdiği adı sevme diği için takma adını kullandı, ama bu seçiminde hiç kuşkusuz yaşadığı dönemde kadın imzasıyla yazmanın taşıdığı risklerin yanı sıra, toplumdan uzak yaşamayı istemesinin yanında ve okul dönemindeki açığa çıkmamış lezbiyen eğiliminin de rolü vardı.” Mary, kocasının ölümü sonrasında taşındığı kasabada postane yöneticisi olarak kendini iki çocuğuna vermiş, onların “eksiği olmasın diye kendi ihtiyaçlarını göz ardı e(den)”, “meteliğin hesabını yapıp dişinden tırnağından artırmaya çabala(yan)” (17) bi ridir. Özellikle oğlunun tez elden yaşama atılıp, iyi bir gelecek kurabilmesini amaçlamıştır. Ona “hak ettiği öğrenimi nasıl sağlamalı(dır)?” (35) Mary’nin bütün düşüncesi, başına bir iş gelirse eğer, “onlara ne olur” sorusudur. (43) Dramatik örgüsü güçlü bir uzun öykü… Richardson, yoksulluğun, yoksunluğun inceden inceye derinlere inip içe işleyen ruhsal çöküntülerini ustalıkla yerleştiriyor öyküsüne. Bu nedenle yüksek bir gerçektenlik duygusu yayıyor okunurken. Demek herkes gelecek kaygısında. Şafak Baba Pala: “Sana Da Güle Güle Nezahat” S ana da Güle Güle Nezahat (Eksik Parça, 2020), Şafak Baba Pala’nın Sızı (2008), Yüzüne Sabah Çiyi Düşmüş (2012) adlı öykü kitaplarından sonra üçüncüsü, ne ki ben yazarı bu kitaptaki öyküleriyle tanıdım diyeyim. Şafak, Yesari, Richardson gibi doğrudan yoksulluk izleğiyle içlidışlı kurmuyor anlatısını ama çekilen ya da yaşanan yoksunluklara karşın, bunun kişiler paydasına düşen bölümü üzerinden bir karşılanabilirliğe yöneliyor yine. Bu çerçevede çok farklı çevrelerle kişilerin yayıldığı evrenleriyle geniş bir öykü yelpazesi sunuyor. Ustalıklı alaysamanın yanında zaman zaman öyküde çizgiselliğe düştüğü izlenimi bırakmıyor değil. Zengin açılım vaat eden kimi etkileyici söyleyiş öbeklerine karşın sözcük seçimi, sözdizimi, tümce kuruluşu yönünden kimi zaaflar da göze batabiliyor. “Kazayağı”, “Hesap”, “Gülercinler” gibi dikkat çekenleri de dâhil çatımlarında dağınıklık gözlediğimi söyleyebilirim Şafak’ın öykülerinde. Bana göre bu, öyküdeki gereksinirliğin bütünlenmeyişinden, arındırmayla eksiltiye gereğince yer verilmeyişinden, bunun yol açtığı savrulmadan kaynaklanıyor. Yeni tanıyorum Şafak’ı, nitekim bu türden eksiklikler son zamanlarda okuduğum yazarların büyük bölümünde karşıma çıkıyor. Bunu salt onun sırtına yükleyecek değilim, örnek olsun, sesli okumanın yararını göz önünde tutup sözcüklerini ses değeriyle ölçerek anlatısındaki kimi boşluklardan korunmayı başarabilmiş kaç yazar gösterebilirsiniz öykücülüğümüzde? www.sadikaslankara. com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 14 11 Haziran 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle