28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ATAOL BEHRAMOĞLU’NDAN ‘ALİ SUAVİ’ Ali Suavi: Aydınlanmacı ve yurtsever Ataol Behramoğlu, Ali Suavi adlı oyununda toplumsal adalet, eşitlik, basın yayın özgürlüğü, bilim ve eleştirel akıl gibi kavramları öne çıkarır. Böylece, hem yazınsal bir figür olarak Ali Suavi karakterini çekicileştirir hem de Türkiye’de politika, sanat ve çağdaşlaşma tarihinin ilginç yönlerini başarıyla yazınsallaştırır. PROF. DR. ONUR BİLGE KULA H egel, “Dramatik sanat alanında Doğu’da nitelikli yapıta rastlanmaz; çünkü Doğu dünya görüşü, dramatik sanatı uygun bir biçimde ve bütün yönleriyle oluşturup geliştiremez.” diye yazar. Oryantalist öz taşıyan bu saltçı önesürümünü şöyle gerekçelendirir: Gerçek trajik olay ve davranış için, “bireysel özgürlük, özerklik ya da en azından özbelirleyim ilkesi gereklidir.” Ayrıca, dramatik olay ve davranış, “öz eyleminin ve sonuçlarının özgürce arkasında durmak ile olanaklıdır.” Drama sanatının bir başka türü olan güldürünün ortaya çıkması için ise, “öznenin, öznelliğin özgürlüğünün ve özgüvenin” daha görülür ölçüde ortaya çıkmış olması gerekir. Doğu’da bütün bunlar yoktur. Bunun dışında, İslam, özneyi, her şeyi kapsayan ve belirleyen tanrısal istence bağımlılaştırır. Hegel’in anlatımıyla, her şeyi belirleyen bu “soyut genel, hiçbir tikelliğin ortaya çıkmasına” olanak vermez. Özgür öznelliğin ya da tikelliğin olmadığı yerdeyse, dramatik sanat yapıtları yaratılamaz. Hegel’in neredeyse tüm İslam ülkeleri için büyük ölçüde geçerli sayılabilecek bu öne sürümünü, Türk yazını açısından görelileştirmek gerekir. Bunun nedeni, Cumhuriyet öncesinde Namık Kemal; sonrasında Cevat Fehmi Başkut, Necati Cumalı, Haldun Taner, Oktay Arayıcı, Dinçer Sümer, Vasıf Öngören, Bilgesu Erenus, Recep Bilginer, Orhan Asena, Refik Erduran, Turan Oflazoğlu, Tuncer Cücenoğlu ve özellikle Aziz Nesin’in çok sayıda nitelikli oyun yazmış olmalarıdır. BEHRAMOĞLU İLE LESSING’İ BULUŞTURAN NEDİR? Ataol Behramoğlu, Ali Suavi oyunuyla tümünü anamadığım oyun yazarları arasına katılmıştır. Drama sanatında gelişmişlik, Türkiye’yi öteki İslam ülkelerinden ayıran temel özelliktir. Behramoğlu, kısa ömrünü Türkiye aydınlanmasına adayan Ali Suavi’yi (18391878) yapıtlaştırmakla, kültür ve düşünce tarihimizde özgürlük, insan hakları ve çoğulculuk kav ramlarının gelişim tarihine ışık tutmakta ve bu evrensel kavramlar üzerine düşünmeye çağırmaktadır. Ali Suavi, 1859’da Eğitim Bakanlığı sınavını birincilikle kazanır ve Bakan Sami Paşa’nın ilgisini çeker. Eğitim Bakanı’na şu soruyu yöneltir: “Bütün bu hadislerin Peygamberin ağzından çıktığı nerden bellidir?” Bakan’ın yanıtı, “Bir hadise sahih demek, Peygamberin ağzından çıktı demek değildir. Rivayet edenler, güvene layıktır demektir” (s. 24). Ataol Behramoğlu’nun yapıta içkinleştirdiği bu soru ve yanıt, bana ünlü aydınlanmacı filozofyazar Lessing’in Bilge Nathan yapıtını anımsattı. Lessing bu önemli yapıtında üç göksel dinin temsilcilerini bir araya getirir. İslam’ı temsil eden kişi Sultan Selahattin’dir. Bu utkulu komutan, Yahudilik adına konuşan Nathan’a, “Söyle bakalım; hangimizin dini daha doğru ve yücedir” diye sorar. Nathan’ın yanıtı, tam da Sami Paşa’nınki gibidir: “Selahattin, senin dinini sana senin ataların; benimkini de benim atalarım aktarmıştır. Sen atalarının aktardıklarına ne denli inanıyor ve doğru buluyorsan, ben de benim atalarımın aktardıklarına o denli inanıyor ve doğru buluyorum. Sonuçta, ikimiz de bize yazılı ya da sözlü olarak aktarılana inanıyoruz.” Lessing’in söylemek istediği açıktır: Aktarılan şeyin doğruluğu ya da yanlışlığı, aktaranın öznelliğinin izlerini taşır. ÖZ DİLİNDE BİLİM VE SANAT ÜRETEMEYEN BİR ULUS AYAKTA KALABİLİR Mİ? Ataol Behramoğlu’nun yapıta içkinleştirdiği yazarla kahraman arasındaki konuşmalar, drama sanatı açısından Ali Suavi’yi ilginçleştiren bir başka yazınsal öğedir. “Yazarla ilk konuşma” adını taşıyan beşinci sahnede, yazarın öz kimliğiyle kahramanın kimliği nerdeyse karışmıştır (s. 25). Behramoğlu kahramanını, “Abdurrahman Sami Paşa’yla konuşma mız sözcük sözcüğüne belki böyle değildi ama bana söylettiklerinizin hepsi çeşitli zamanlarda yazdıklarımı, söylediklerimi yansıtmaktadır” diye konuşturur. Oyunun ikinci bölümünde, eğitim dilinin Arapça olduğu medreselerde bilim yapılmadığı, insanı üretkenleştiren teknik mesleklerin öğretilmediği ve eğitimin tümüyle işlevsizleştirildiği anlatılır. Behramoğlu bu bağlamda kahramanına şu önemli sözleri söyletir: “Hadis, icma ve kıyas üzerine bir devlet yönetimi kurulamaz. Kuran ne diyor: Mülkte adalet ediniz, hakkı yerine getiriniz. Medre selerde neden Arapça tefsir okutmalı? Tefsir Türkçelerinin yanlış ve güzel olmadığını öne sürmek cehalettir. Türkçe tefsirler, Arapça olanlar kadar güzeldir. Türkler, Arapçaya din dili diye sarılmamıştır.” (s. 42). Bu sözler, Türkçenin eğitim ve bilim dili olmasının, Türkiye aydınlanma sürecinde belirleyici olduğu gerçeğini, dil ile düşünme arasındaki diyalektik bağı ortaya koymaktadır. “Dil düşünme, düşünme de dildir” diyen Hegel’in İncil’in Almancaya çevrilmesiyle ilgili şu belirlemesini anımsatalım: “Luther’in İncil çevirisi, Alman kültür ve düşünce tarihinde gerçekleştirilen en büyük devrimdir. Kendi dilinde sanat ve bilim geliştiremeyen bir halk varlığını sürdüremez.” Bu anlatımlar, Atatürk’ün gerçekleştirdiği ve en kalıcı devrim olan, Dil Devrimi’nin ne denli önemli olduğunu göstermektedir. ÜLKE ÖZGÜRLEŞECEKTİR! Bu yapıtta dile getirilen bir başka temel kavram, özgürlük ve basınyayın özgürlüğüdür. Ali Suavi ‘Muhbir’ gazetesini çıkarmak suretiyle ‘Özgürlük memlekete girecektir!’ istencini pekiştirmiştir (s. 43). Bunun yolunu, “bilim, saygınlık ve erdemle” yükselenler açacaktır. Toplumsal özgürlük, ulusun seçtiği bir Meclisi Mebusan ile yaygınlaşacaktır (s. 47). Yönetimlerin gücü, halka verdikleri özgürlükle orantılı olacaktır (s. 58). Döneminin bazı aydınları gibi, Ali Suavi de İstanbul’dan uzaklaştırılır; Paris’e gider. Burada Ziya Paşa ve Namık Kemal ile yolları kesişir. Üç aydın, Temmuz 1867’de Londra’da Muhbir’i çıkarmaya başlar. KARL MARX, DAVID URQUHART VE ALİ SUAVİ... Ali Suavi Londra’da David Urquhart ile tanışır. 1831’de İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nde çalışmaya başlayan Urquhart, Türklerin, alçakgönüllük, konukseverlik, hamam temizliği, yaşam kültürü gibi özelliklerine hayran kalır. Karl Marx da birçok yazısında David Urquhart’tan eleştirel bir tavırla “büyük Türk dostu” diye söz eder. Lassalle’a yazdığı mektupta (1 Haziran 1854) Urquhart’ı “romantik gerici Türk, bütün Doğu’yu Türk ölçütüne ve yapısına dayandırmak istiyor” sözleriyle anlatır. Marx bu dönemde Türkleri “Kalmuklar”, Almancadaki yananlamıyla, “geri kalmışlar”, ilkeller olarak niteler. David Urquhart ile dostluk ilişkisi içinde olan ve o dönemde Marx ve Engels’in yaşadığı Londra’da bulunan Ali Suavi’nin bu devrimci filozoflarla ilgilendiği var sayılabilir. BİR İNSANI KÜÇÜK YA DA BÜYÜK YAPAN NEDİR? Behramoğlu oyununda toplumsal adalet, eşitlik, basın yayın özgürlüğü, bilim ve eleştirel akıl gibi kavramları öne çıkarır. Böylece, hem yazınsal bir figür olarak Ali Suavi karakterini çekicileştirir ve tikelleştirir hem de Türkiye’de yazın, basın, politika, sanat ve çağdaşlaşma tarihinin ilginç yönlerini başarıyla yazınsallaştırır. Ali Suavi’yi büyük yapan, oyunun yedinci sahnesinde betimlenen Çırağan Baskını sırasında Hasan Paşa’nın “Ali Suavi, silahını at!” demesi üzerine, kafasını göstererek “Silahım budur; bundan başka silahım yoktur” sözleridir. Onu büyük yapan, Behramoğlu’nun oyunun sonundaki anlatımıyla, dinmek bilmez bir öğrenme ve bilme susuzluğu; öğrendiklerini yaşama geçirme sorumluluğudur. Büyük ve eşsiz yurtseverliğidir. Oyunsallığı çok yüksek bu olağanüstü yapıtın, devlet ve şehir tiyatrolarınca sahnelenerek, geniş izleyici kitleleriyle buluşması dileğiyle. n Ali Suavi / Ataol Behramoğlu / Tekin Yayın Evi / 104 s. / 2019. 9 30 Nisan 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle