02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] Güzel, etkili konuşma Doğru konuşmak mı; etkili, güzel konuşmak mı? Bir tanış, küçücük geliriyle “marketler zinciri” düşü kuran oğlunu, “At üstünde doğru dur, selam vermen kalsın!” diye uyarmıştı. Doğrusunu öğrenince, güzel konuşmak düş olmaktan çıkar. K onuşma dilindeki sorunlar, öteden beri dil duyarlılığı yüksek yurttaşların yakındığı bir konudur. Yurttaş, sorunlaşan bu eylemin ne öznesi ne kaynağıdır. Konuşma eğitimi veremeyen bir sistem var. Prof. Dr. Doğan Aksan, “konuşma dili ya da konuşulan dil”i, “bir ulusun (…) dilinin yazıyla ilişkisi olmayan ve çeşitli söyleyiş özellikleri taşıyan yönü”dür diye açıklıyor (Her Yönüyle Dil 1, s. 85). Bütün dillerde konuşma ve yazı dili ayrımı vardır. Bu ayrım, doğallıkla konuşan (ve yazan) herkesi etkiler. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki ayrımın birçok nedeni vardır. Bireyin doğduğu ortam, aldığı eğitim, dile ilişkin birikimi; bir de her dilde sözkonusu olan en az çaba kuralı… Ayrıca sözcükleri doğru ve etkili seslendirme açısından önemli olan vurgu ve ton dediğimiz iki ses olayı da unutulmamalı… Nedenleri çoğaltabiliriz. Dilsever okurların kiminden yanlış seslendirilen sözcük örnekleri geliyor; bu örnekler, dinleyene göre değişebilir. Doğruyu ararken de yanlış yapabiliriz; çünkü çoğumuz konuşma eğitimi almadık. Bu eğitim az sayıdaki sanat ağırlıklı özelresmi kurum ya da okullarla sayıları pıtrak gibi çoğalan imam hatiplerde veriliyor. İmam hatiplerde “hitabet ve mesleki uygulama, mesleki Arapça; diksiyon ve hitabet, dil ve sunum” yıllarca sürüyor. Öğrencilerle konuşuyor; alanı, uğraşı dışında her konuda konuşan orun sahibi imam hatiplileri izliyoruz; çoğunda Türkçeyi sevme, doğru öğretme, öğrenme, kullanma kaygısı da amacı da yok… Okula başlamadan önce belki ben de anam, babaannem gibi, “gapı, garpız, yamır, çamır…” diyordum; anımsamıyorum. “Kapı, karpız, yağmur, çamur…” demeyi nasıl, hangi hızla öğrendiğimi de anımsamıyorum; anamgili kızdırarak uyarırdım. İlkokul öğretmenim kulağımıza sesleniyor, sesi evimize dek uzanıyormuş demek; ailece karpuz kesmeyi severdik. Ortaokul birde öğretmenimin uyarısıyla bastıra bastıra, “yapacağım, okuyacağım, yiyeceğim, söyleyeceğim…” derdim. Demek o yıllarda benim kuşağıma Türkçeyi öğretenler arasında görüş ve söyleyiş ayrımı varmış; kimi dostlarım çocuk yaşta öğrendiğinden olacak hâlâ “yapacağım, okuyacağım…” diyor. ARTIK ÇOK KIZMIYORUM Işıklar içinde uyuyan Türkçe öğretmenim Sabiha Ceyhun, ortaokulun son iki yılında yalnız sözcüklerimizi değil, dil bilincimizi de değiştirip geliştirdi. Kural ezberlemeden, çok örnekle, çok konuşarak ünlü/ünsüz sesleri, bunların birbirini nasıl etkilediğini öğrenmeye başlamıştık. İşim gücüm dil; 2020 Türkiyesinde bile ünlü (sesli) ya da ünsüzlerin (sessizlerin) her birinin kendine özgü özelliği ve işlevi olduğunu yeterince öğretemiyoruz. Seslerin bile doğru seslendirilmediği bir ortamdan doğallıkla sözcükler de etkilenecek, yakındı ğımız söyleyişler kulaklarımızı tırmalayacaktır. Olupbitenlere bakıp Gülten Akın gibi, “Sonra İşte Yaşlandım” desem de artık çok kızmıyorum; çünkü mis gibi kaynaklarımız da sözü, yazısıyla Türkçenin müziğini yansıtan bilim ve sanat insanlarımız da az değil… Yakınmak niye? “Bilmeyen mi” yoksa “bilmiyen mi?” Okur örneğinden yola çıkalım… Konuşma dilindeki kimi kullanımlar yazıma yansımaz; örneğin büyük ve küçük ünlü uyumlarının gözlendiği “a/e” ünlüleriyle biten eylem kök ya da gövdelerine “e, en, erek, ecek; a, an, arak, acak” eklerinden biri geldiğinde araya giren “y” ünsüzünün etkisiyle söyleyişte değişim olur. Kök ya da gövde sonundaki “a/e” ünlüleri yalnız söyleyişte değişir; bu değişim konuşma diline özgüdür; kesinlikle yazıma yansımaz: almaya (/almıya/ değil), bilmeyen (bilmiyen değil), gelmeyen (gelmiyen değil), söyleyen (söyliyen değil); başlayan (başlıyan değil), başlayarak (başlıyarak değil), görmeyecek (görmiyecek değil), söyleyecek (söyliyecek değil), söyleyerek (söyliyerek değil)... gibi. Bir başka okur, bir romanda “söğmek, koğmak” yazımlarını görmüş; “sövmek, kovmak, övmek, ovmak” gibi yazımlar değişti mi diye soruyor; “ğ”nin içinde ya da sonunda bulunduğu sözcüklerin söylenişiyle ilgili bilgi istiyor. Yazara kızmasın, yayımlayan da sorumlu… Yazım kılavuzlarımız taş gibi duruyor. “Sövmek, kovmak, övmek, ovmak…” gibi yazımlar değişmedi; söyleyiş ko laylığı nedeniyle kimi sözcüklerdeki “ğ” sesi zamanla “v”ye dönüştü, bu değişim yazıma da yansıdı. Kural şöyle: Türkçede özellikle konuşma dilinde, ünlülerin ünsüzleri etkilemesiyle “ğ” ünsüzü sözcük içinde birtakım değişimlere uğrar. Türkçede “o, ö” ünlüleri, kimi sözcüklerde kendilerinden sonra gelen yumuşak sürekli bir ünsüz olan “ğ” ünsüzünün söylenişini etkileyerek bu ünsüzü, yine sürekli ve yumuşak bir ünsüz olan “v” ünsüzüne dönüştürmüş, bu değişim yazı diline de yansımıştır: kovmak (/koğmak/ değil), kovuk (/koğuk/ değil), ovmak (/oğmak/ değil), dövmek (/döğmek/ değil), sövmek (/söğmek/ değil), övmek (/öğmek/ değil)… gibi. TÜRKÇEDE “Ğ” Türkçede “ğ” gereksiz bir ses değildir; bu ünsüzün sonseste bulunduğu “dağ, çağ, ağ, sağ, yağ, tuğ...” gibi örneklerde “ğ” ünsüzü, kendinden önceki ünlülerin etkisiyle /da:/,/ça:/,/a:/,/sa:/,/ya:/ gibi uzun söylenir. Ancak bu değişim yazı diline yansımaz. Konuşma dilinde “ğ” ünsüzünün sözcük içinde düştüğü, kendinden önceki ünlünün uzun söylendiği örneklerde de bu durum yine yazı dilinde gösterilmez: yağmur (/ya:mur/), yağmak (/ya:mak/), çağrı (/ça:rı/), iğne (/i:ne/), ağlamak (/a:lamak/), öğrenmek (/ö:renmek/)... gibi. Dilimizde “ğ” ile sözcük başlamaz. Yumuşak bir ses olan “ğ” çok çapkındır, sözcük içinde ve sonunda türlü oyunlar kurar. Türkçede “ğ”nin dansı verdiğim örneklerle sınırlı değildir; bir sonraki yazıda örneklerle anlatacağım. Doğru konuşmakta, konuşmayı etkili kılmakta Türkçenin bütün seslerinin ayrı ayrı payı vardır. Yeter ki gözle ve kulakla öğretebilelim… Sesleri bilmek yeter mi? Türkçe bir anadeniz; Yusuf Çotuksöken, Türkçe Anlamdaşlar ve Karşıtanlamlılar Sözlüğü (Papatya Yayınevi, 2012). n MEHMET BARIŞ’TAN ‘SINIFIN CAMINDAN’ Şiirin canından... M ehmet Barış, beşinci şiir kitabı, Sınıfın Camından ile şiire, insana, hayata sınıfının içinde durduğu yerden bakmaya devam edi yor. Önceki kitapları, Hem Eylül Hem Deniz, Eylülertesi, Ferhat da Gelsin, Yaprağın Ardı Kiraz’a Sınıfın Camından’ı da ekliyor! İlk şiiri Emekçilere! Daha önceki şiirlerinde yer alan kınalı keklikler, boz üveyikler, akdoğanlar, keklikler havalanıp Sınıfın Camından içeri girip çocukluğunun tren istasyonlarına, su başlarına iniyor, 1 Mayıs meydanlarına konuyor! Baba İshaklar, Şeyh Bedreddinler yine Harşena Dağı’ndan doğruluyor! Ve insan, hayat, doğa sevgisi, sınıf kavgası şairin Birliler, İkililer, Üçlüler, Dörtlülerle ve düzyazı şiirleriyle okurlarla buluşmaya devam ediyor. Sınıfının, insanın, kalbinin, ağaçların sesini yitirmeyen şiirlerinde isyanını kuşanıyor. n Sınıfın Camından / Mehmet Barış / Yazılama Yayınevi / 80 s. / Mart 2020. 14 2 Nisan 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle