02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İnsanoğlu’nun geleceğe dönük umudu... Yuvarlamayla elli yıl önce yaşadığımız, o gün bugündür kişiden kişiye aktarageldiğimiz kimi acılar, soyutlayım, dönüştürüm eşliğinde edebiyatta yeniden önümüze geliyor, öykü romanlarla unutulmaz değer, nitelik kazanıp iyiden iyiye bilincimize kazınıyor. İ ki ay oldu, öykü roman yapıtlar üzerinde dururken, edebiyatta dünyanın sürdürülebilirliği çerçevesinde öngörülebilecek işlevsel yansıtımların, bu bağlamda anlatılarda gözlenen yaklaşımların neler olduğu, olabileceği üzerine sorular üretmeye giriştim sürekli. Böylelikle de dünyanın sürdürülebilirliği üzerinden yola çıkıp edebiyatta sürdürülebilirlik sorunsalının eşiğine gelmiş olduk bir biçimde. Sonuçta bir kırılgan ilişkiler çağında yaşansa da yazınsal yapıtların, yanı sıra bütün sanatların kendi estetik zorunluluklarına sıkı sıkıya bağlı kalmakla birlikte dünyaya, olup bitenlere yeni açılımlarla yaklaşıp bunu farklı biçemlerle sergilemeleri gerektiği türünde bir düşünsel bileşimin önüne geldik hemen her yazıyla. Böylesi yaklaşımla örtüşebilecek iki yapıta daha yer açayım istiyorum yine. Eren Aysan’dan roman, Silsile (Kırmızı Kedi, 2020), Faruk Duman’dan öykü, Kaptan Kanca’nın Bir Macerası ve Öbür Yeni Öyküler (YKY, 2019). Başlıkta yer alan elli yıl öncesine giden “acılı zaman” hangisi? Fason katillerle seri cinayetlerin işlendiği, merdiven altı örgütlülük uyumuna dayalı işbirliğiyle demokrasinin ortadan kaldırıldığı 12 Mart 1971 öncesiyle sonrası. GEÇMİŞ ACILARIN ÜZERİNE YÜRÜRKEN GELECEĞE YOL ALMAK Eren Aysan, çok değil, beş yıl önce yayımladığı ilk romanıyla da aslında sürdürülebilir dünya algısı temelinde bir kavrayışın ardılı olduğunu göstermişti bize: Gece Uyurken (Can, 2014). Yeni romanı Silsile’de bu izlekle çıkıyor yi ne okur karşısına. Çocuklar arasında oynanan, elden ele parmak hüneriyle alınıp sürdürülen ip oyunu benzeri kurgulamayla geçmiş kazısının yapıldığı, söz konusu geç mişin “Anımsıyorum,” sözcüğüyle başlanıp derinleştirilerek taş taş üzerine dikilişi, yeniden yaratılışı mantığına dayalı anlatı yaklaşımı bu. İlk romanında Gazel üzerinden sürdürüyordu anlatısını Eren, bu kez yerini Elâ alıyor karakterin. “Gazel’e anneannesi bakmıştı(r…) Ona annesinin ve babasının yokluğunu hissettirmemeye çalışmışlardı(r). Çocukluğunun o sıcak günlerinde babası ya kaçaktı(r) ya da hapishanede(dir).” çünkü. (20) “Hakan Yurdakuler, Hakan Şenyuva… Sokaklar neredeyse bir can pazarına dönmüştü(r).” (109) “[İ]nsanların(.) vicdanında kanayan bir yara failleri meçhul bırakılan cinayetler.” (151) Özöyküsel aktarımla babası da onlar arasındadır Gazel’in. “Şimdi de annesi ölüyordu(r)” (169), bu nedenle “geçmişine ait yazmak istedikleri peşini bırakm(az)” (139) hiçbir zaman. Gazel’in kurmak istediği “geçmiş”, Silsile’de Lâl’in dolayımlı aktarısıyla yeniden çıkıyor karşımıza. Ama Gazel de Lâl de aslında geleceğe doğru yürür. EREN AYSAN: ROMANDA ‘SİLSİLE’... Dil Derneği Türkçe Sözlük’te Arapça “Silsile” için şu karşılık veriliyor: “1.Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin oluşturduğu dizi, sıra. 2.Bilinen en eski atalardan, yaşayan torunlara kadar aile sırası.” Eren, söz konusu anlamları buluştururken, Lâl’i, çevresinden kalkarak bu roman evreninde geçmişe doğru yolculuğa çıkarıyor Silsile’de. Anne, “yetmişlerin sonunda, seksenlerin başında”, yani “eylemin ön plana geçtiği yıllarda”, “Devrimci bir kadın şair” olarak “edebiyatçıların arasında sağlam bir yer edinmişti(r)” (17) kendisine. Ancak annenin yoksunluğuyla açılır yine yapıt. “Anne ölümü, hayatta yarım kalmak demekti(r).” (8) Boşanmak üzere olduğu kocasının gönderdiği paket, Elâ’nın eline, akademik kariyer için gittiği ABD’de ulaşmıştır. Elâ, bir kaçış, çekiliş içindedir aslında, hatta savruluş. Ancak paket, annesine ulaşmasının ipuçlarıyla örülüdür. Bir kitabına “Özgeçmişim İsyandır” adını koyan 68’li şairin “80 darbesinden kısa süre sonra yaşamına son verdi(ğini)” de (25) öğreniriz bu arada. Ama Elâ, bu gerçeği “üniversiteye başladığı yıl” (38) öğrenmiştir ancak. “Çocukluğu(.) boyunca baba(sın)ın erken yaşta ölen edebiyatçı eşine olan saygısını duyumsa(mıştır)” hep. (17) Pandora’nın kutusu açılmış olur böylece. Roman bir yandan geri sarılır, ama geri sarılırken yaşamında öne çıkan değerleri tartıp bunları yerli yerine oturtup kendisine yön çizmeye de girişir Elâ. Yıllardır birlikte olduklarıyla ilk kez adını duyduğu, tanıdığı birbirine benzemez kişi, yer, zaman tünellerinden geçerek o güne dek yaşadığı korunaklı kozasında bu bağları attığı yeni düğümler eşliğinde Gazel gibi yazmaz ama ipuçlarından kalkarak yeniden kurmaya başlar. Öncekinde olduğunca anneanne, teyze önemli rollere sahiptir romanda, anne, baba yakınları da öyle, ancak buna eklenecek ötekiler Elâ’yı yaşamının farklı gerçekleriyle buluşturacaktır gide gide. Eren, Silsile’de, yaşanılan acılar her ne olursa olsun, insanı, ille kendi gerçekliğiyle barışmaya çağırıyor. Siz de okuyun romanı, yaşanan acı da olsa dünyanın sürdürülebilirliğinin iyimser bakışla yakalandığını göreceksiniz ancak. n ÖYKÜDENLİK… Faruk Duman; “Kaptan Kanca’nın Bir Macerası ve…”… F aruk Duman, yine farklı, etkileyici bir öykülemeyle geliyor Kaptan Kanca’nın Bir Macerası ve Öbür Yeni Öyküler başlığıyla yayımladığı öyküler toplamında. “Öğretmen Baba”yla çevresi belki bizi Sus Barbatus!’a götürüyor bir çalım, ancak Faruk öykü evreniyle öyküleme anlamında Sencer ile Yusufçuk’tan (Can, 2009) el alıyor daha çok. Peki nasıl bir öyküleme bu? Düşle gerçeği birbirine harmanlarken fantastik gerçekçilikten ayırıyor Faruk, bize özgü bir düşlü gerçekçi anlatı getiriyor önümüze. Öykü okuru yazarı, paralel kurguya dayalı mesel, masal harmanı, macera açılımları bağlamında alınabilecek bu farklı öykülemeyi tanımak zorunda bana göre. Yapıtın dörtte üçlük bölümü, birbiri içinden geçip birbirini yeniden kuran “Kaptan Kanca’nın Bir Hikâyesi”, “Horla”, “Gömü” adlı öykülerle “kaçak”la bunların üzerine farklı bir tül örten “Çıvgın” başlıklı öyküye özgülenmiş. Nasıl bir öyküleme getireceğinin ipucunu ilk sayfada gösteriyor Faruk: “Tığın ucundaki küçük kancayı KAPTAN KANCA’nın eline benzettiğim için, arada annemi oyasıyla meşgul olurken izlemekten hoşlanırdım.” Kaptan Kanca da “epey bir zamandan beri anne(sine) âşıktı(r)” (9) zaten anlatıcının. Bu arada “siyasal” açılımlı evrenleriyle de farklı bir örnekçe oluşturduğunu söylemeliyim öykülerin. Sözgelimi şu satırlar, nice ayrıntının yanında düz bir anlatım: “Sokakta çatışmalar çıkıyor, durup durup bir yerlerde birileri öldürülüyor, insanlar birbirlerini polise ihbar etmekten bitap düşüyorlar…” (10) Öyküler bizi Kaptan Kanca’dan Nemo’ya, Arthur Gordon Pym’e, John Silver’e, Peter Pan’a götürürken maceracı, “şiirden başka şey bilmez” (68) babanın, oğluna aktardığı kitaplar, okuyuverdiği şiirler aracılığıyla Jules Verne’den E.A. Poe’ya, R.L. Stevenson’a, Maupassant’a, J.M. Barrie’ye uzanıp Nâzım, Dıranas, Melih Cevdet, Hasan Hüseyin vb. şairlerle bağlar kuruyor. Bunlar yer yer metinlerarasılık getirse de bunun yanında anıştırmalar, çağrışımlar da önemli rol oynuyor öykülemede. İşte size yetmiş iki kısım tekmili birden bir maceraperestin özgün öyküleri. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 12 2 Nisan 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle