Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yarım kalan Poetika Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe ve Ahmed Arif, ilk çıkışlarıyla bile dikkate değer bir nitelik göstermiş, sosyalist şiir anlayışı içinde farklı bir alan oluşturmuşlardır. Siyasal / toplumsal nedenlerle tam verimle sürdüremedikleri halde, şiirleri önemli poetik ip uçları taşımaktadır. 1 950’leri yasaklamalarla, göz ardı edilmelerle, dolayısıyla “motivasyon” eksikliğiyle geçiren sosyalist şairler, 1960’ların toplumsal uyanış ortamında bir geri dönüş yaşadılar. Bu şairler, Nâzım Hikmet’in poetik etkisinden çok, politik etkisini sürdürür gibidirler. Çoğunun “gerçekçilik” akımını âdeta şiire uygulamak istedikleri görülür. Şiirlerinde “tahkiye” ağır basar, kimi yerleşik simgeler dışında pek imge kurma çabası görülmez, yalın bir lirizm ve toplumsal betimlemeler şiirlerinin genel içeriğini oluşturur. Ancak “bir örnek” şiirler yazdıkları da söylenemez, her birinin kendi rengi ve özgül yerleri var. Şiirlerinin 1960’lardaki büyük toplumsal uyanışa yoğun katkıları da oldu. Aynı tutum içinde anılan üç şairin, Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe ve Ahmed Arif’in gelenekle kurdukları bağın yoğunluğu, bir ortak payda biçiminde onları öteki sosyalist şairlerden farklılaştırmıştır. Özellikle Ahmed Arif’in ve Enver Gökçe’nin ne yazık ki olağan sonuçlarına kadar gidememiş, yani ömürleri boyunca tam verimle sürdürülememiş deneyimleri, her şeye rağmen, sosyalist şiirin söyleyiş imkânlarını genişletmenin toplumsal işlevini gösteren örnekler olmuştur. POETİK MİRASA KATKI Bu üç şair, (ancak birer kitap doldurabilen) ilk çıkışlarındaki şiirleriyle edebiyatta yer tuttular. Bunca kabul görmüş bir şiirin “yarım” kalmışlığından söz edilebilir mi sorusu sorulabilir kuşkusuz. Gel gelelim, salt okurlar değil, şairlerin kendileri de beklentileri beslediler. Ancak, Akıncıoğlu, şiirlerinin kitaplaştığını göremeden öldü, Enver Gökçe’nin yeni şiirleri beklenen düzeyde olmadı, Ahmed Arif’in (adı bile dillerde gezen) ikinci kitabı bir türlü ortaya çıkmadı. Kuşkusuz, üretimlerinin sürekli olamayışına hayıflanış, çıkış noktalarının farklı ve parlak niteliğinden ötürüdür. İkisini yakından tanıdım. Ahmed Arif ile bir kere, uzun ve renkli bir sohbetim oldu, ayrıntılarını yazılarımda anlattım. Enver Gökçe ile daha fazla dostluğum olmuştur. İki kez de köyüne gittim, Ahmed Arif (ortada), Orhan Kemal ve Fikret Otyam. yaşadığı çok zor şartlara tanık oldum. İnzivadaki Niyazi Akıncıoğlu ile tanışamadım ama anımsanmasında bir katkım oldu, eski dergilerde kalmış şiirlerini 1974’te ve 1975’te Yarına Doğru’da tekrar yayımlamıştık. Bu şairlerin hayatlarını ve siyasal etkinliklerini Şairler Kahvehanesi kitabımda anlatmıştım. Bu yazıda kısaca poetik miraslarına değinmek istiyorum. DUYGULU EPİK: NİYAZİ AKINCIOĞLU Niyazi Akıncıoğlu, geleneksel anlatılardan, divan ve halk şiirinden eşit oranda motifler alan, ancak bunu yapısal bir taklitçiliğe dökmeden kendi şiir kalıbı içinde eritebilen, benzersiz bir şair. Genel olarak klasikten yola çıkan şairlerde bir durukluk görülür. Oysa Akıncıoğlu öyle değil; birbiri üstüne devrilen ya da birbiriyle geçişimli kısa dizelerden oluşan dinamik bir şiir dili var. Daha doğrusu, onun şiirlerinde, “enstantane” değeri taşıyan “kartpostallaştırma” ile yerinde duramazlık iç içe giriyor. Sözü aldı mı, çarpıcı görüntüleri serimleyerek, soluk soluğa ilerliyor. Bıraktığı “lirik” izlenime rağmen, tam olarak lirik bir şair de değil. Aşkla bağlılık, belki karşı cinsten çok hayatın kendisine yöneliyor. “Biz”den yola çıkan ve bir çeşit yerine koyma, yüceltme şiiri Akıncıoğlu’nun şiiri. Bu da, Akıncıoğlu’nu daha çok epik şair, ama duygulu bir epik şair yapıyor. ENVER GÖKÇE’NİN TÜRKÜSÜ Enver Gökçe ise özellikle 1945 – 1946 yıllarında yayımladığı “Vatandaş” “Memleketimin Şarkıları” “İlk Adım” “Kardeşlik Acıları” “Bir İhtiyar” “Dost” “39 Harbi” gibi soluklu şiirleri ile öne çıktı. Bu şiirler, somut öğelerin ve yaşantıların anlatımına denk düşmekle birlikte, tam olarak “tahkiye” de içer mezler. Şairin o dönemdeki siyasal etkinliklerinin de yansıdığı bir dinamizm baştan sona egemendir. Şair, halk kültürü öğelerinden devşirdiği söyleyiş özelliklerini serbest veznin özgürleştirici biçiminin imkânlarına eklemler. Şiirleri, Akıncıoğlu ve Ahmed Arif’e göre genel olanda daha çok konaklar, fazla kişiselleşmez, toplumsallığı daha çok gözeten epik düzlemlerde kalır. GELENEKTEN MODERNE, AHMED ARİF Halk kültürü öğeleri, Ahmed Arif şiirinde lirik öğeler ile iç içe biçimde yol alır. Şairin kısa ama dilsel kural anlamında alt dizelere sarkmayan dizelerle “görüntü bindirme” yöntemini, olgular / kavramlar arası geçişler yapmayı sevmesi, tam anlamıyla biçimci ya da imgeci bir şair olmadığı halde, şiirini anlatımcı olmaktan çıkarmış, çok katmanlı hale getirmiştir. Aynı tutum, dize bağlamına da yansıyarak, düzdeğişmece ve eğretileme öğelerini ölçülü biçimde kullanan şairin bir söyleyiş zenginliğine erişmesini sağlıyor. Son kertede bir zihin etkinliği olan idealizasyon, şairin dünyayı anlamlandırırken düşünsel öğeleri çağırmasına, dolayısıyla soyutlamalara başvurmasına, sentetik bir çalışma yapmasına yol açar. İdealizasyon, kuşkusuz bir “gerçekçilik” değildir ama bir ütopya olarak herkesin yüreğini titretecek özlemleri de içinde taşır. KIRSALI GELECEĞE BAĞLAMAK Ahmed Arif, kırsalın değerlerini “burjuva düzeni”nin lanetli değerlerinin üstünden aşırıp sosyalizmin değerleriyle buluşturmak projesine yürekten inanmıştır. Dolayısıyla onun şiirinde hem kırsalın, hem sosyalizmin burjuva değerleriyle gerilim ve çatışmaları yer alır. Şair, kırsalın yüceltilen değerleriyle sosyalizmin değerleri arasında bir özdeşlik görür, bunlar arasındaki gerilim ve çatışmayı ise önemsemez gibidir. Ama şiiri sonuçta onun niyetlerinden bağımsız olarak bütün bu karmaşanın renkli, çarpıcı görünümlerini barındırır. Bu çelişkili yapıya bakıp, “atom çağı”na bile gönderme yapabilen bir şairi sadece “köken”in değerleriyle açıklamak, serimlediği renklerin pek azını görebilmektir. Ahmed Arif’in şiirindeki “arkaik” öğeler, geleceğe, bilime, modern öğelere göndermelerle ayrışmaya uğratıldığı gibi, bu öz şiirinin asıl belirleyeni de olur. Bu durum şiirinin “edebilik” düzlemini de belirler, onu “modernizm”e sapmadan modern şiirsel yapıları içselleştirmiş bir şair yapar. O aynı zamanda edebiyatımızın en lirik şairlerinden biridir. Bir çok şiiri, aynı zamanda çok güzel bir aşk şiiridir. Bu üç şairin geleneksel öğeleri şiirlerinde katışım öğesi olarak kullanma biçimleri, cumhuriyetin ilk yıllarında folklor ile taklitçi düzlemde ilişki kurmuş şairlerden farklıdır ve bir içselleştirmeye ve inşaya dayanır. Aralarındaki etkileşim ise yöntemsel düzeyde olmuştur ve geleneksel kültürün ortak söz dağarından beslenmiş olmalarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla kimin kimden etkilendiği biçimindeki spekülasyonlar da gereksizdir. n 8 13 Şubat 2020