16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘KAYIP BIR DEVRIMIN HIKÂYESI’ Kaybedilen insanlığımız BBÜLENT FORTA ir masal gibi başlıyor kitap, bir mahalle masalı gibi. Hasköy İstanbul’un küçük, sevimli bir mahallesi o zamanlar. Aslında çok eski bir Yahudi yerleşimi. Sinagog, mezarlık ve tek tük kalmış insanlar tarihsel bir geçmişin ayak izleri gibi. Mahalleli herkesin sürgün olduğu bir zaman dilimi yaşanan. Yahudiler, Lazlar, Çerkesler, Ermeniler hep birlikte aynı kaderi paylaşıyorlar; kentin bir ucuna iliştirilmiş gibiler. Bu mekânsal görüntüsünün arka planında bir zaman akıyor sessizce. Biraz ötede İstiklal Caddesi’nde sadece on yıl öncesinde 67 Eylül olayları yaşanmış ya da on yıl sonrasında Kıbrıs çıkartması. Şehir büyük bir değişim içinde “azınlık”larını yitirirken biraz da rengini yitirmiş gibi. Hayrettin Eren’in öyküsü böyle bir mekânda ve böyle bir zamanda başlıyor. Bir mahalle masalı olarak başlayan kitap Türkiye’nin kesik kesik ilerleyen politik tarihi gibi; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül ardından 90’lı karanlık yıllar. Hayrettin Eren’in şahsında 12 Mart’ın katlettiği, darağaçlarına gönderdiği devrimcilerin izinden giden kuşağın, trajik öyküsünü okuyoruz kardeşi Faruk Eren’in kaleminden. DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM Bir işçi ailesi Eren’ler. Faruk Eren’in sade anlatımında işçi sınıfı kültürüne ilişkin bir dolu gözlemi de keşfetmeniz mümkün; bir çok ayrıntıyı da. Kolera salgınını, adı bu nedenle değişen Sağmalcılar’ı, üstüne kırmızı bir sıvı dökülen kesme şekerleri, aşıları, karartma gecelerini, Hüdaverdi’yi… Ama kitabın odağında İstanbul’un bu mutlu ve güzel mahallesinde 12 Mart’ın hemen sonrasında başlayan politikleşmeyle birlikte devrimciliği seçen bir kuşağın öyküsü yer alıyor. Abisine hayran küçük kardeşin gözünden anlatılan Hayrettin’in öyküsü bir yanıyla çok tanıdık. İspanyol paça pantolonlar, uzun saçlar, dinlenen long play’ler ve danslarla geçen ilk gençliğin hemen sonrasında politika ve devrimcilikle yoğrulan dönüşüm. Kesilen saçlar, giyilen parkalar , bıyık şekilleri vb.. Aynı zaman diliminde Ankara’da Tuzluçayır’da ya da İzmir’de Gültepe’de, Elazığ’da Fevzi Çakmak’ta, Adana’da Meydan Mahallesinde vb. başka başka isimleri olan kızlı erkekli gecekondu çocukları 12 Mart’ta katledilen gencecik insanların izinden devrimci mücadeleye atıldılar. Türkiye’nin ilk kez tanık olduğu küçük çap lı bir iç savaşta mahallelerini, arkadaşlarını, onurlarını korumak için mücadele ettiler. Çokça pusularda vuruldular, işkence tezgahlarına yatırıldılar, hapishanelere hücrelere dolduruldular. Çıkarsız sevdikleri bu ülkeyi değiştirmek, özgürleştirmek için giriştikleri kavganın bedelini çok ağır ödediler. Yenildiler. Faruk Eren abisinin öyküsünü anlatmaya devam ederken giderek bu yenilginin ip uçlarını da veriyor kitabında .Buna rağmen bir mağduriyet öyküsü değil anlatılan. Aynı zamanda ağır işkenceler altında direnmenin bedelini ölümle ödeyen, kaybedilen, mezarının yerini bile bilmediğimiz bir devrimcinin, “gözlük Hayri’nin” öyküsü. Ve en az onunki kadar düşündüren bütün bir ailenin kayıplarının peşine düşme öyküsü. Üstelik sadece bireysel bir arayış da değil; bütün kayıp ailelerinin bir araya gelişiyle toplumsal bir direnişe dönüşen Cumartesi Anneleri kitabın asıl kahramanı. BU HALKIN GÜZEL ÇOCUKLARI İçinde insanlığın bütün hallerine tanıklık edilen bir arayış süreci; madrabaz avukatlar, korkak savcılar, tanıklıktan korkanlar ve tabii karşılıksız yardım edenler, insan hakları savunucuları, kendi kayıpları kadar sahiplendikleri Hayrettin için mücadele eden öteki kayıp yakınları… Kitabı okurken benzer bir zaman diliminde yaşamış bir insan olarak hep şu soruyu sordum kendi kendime: Bu denli birbirimize benzerken aynı mahallelerde büyümüş, aynı şeylere inanmış gencecik insanlarken neden hep bölündük? Solun devrimciliğin belki de bugünden düne bakarken kendi kendine en çok sorması gereken soru bu olmalı diye düşünüyorum. Hayrettin Eren’lere borcumuzu ancak böyle ödeyebiliriz. Belki de Faruk Eren bu nedenle kayıp bir devrimciyi anlattığı kitabına kayıp bir devrimin hikâyesi adını vermiştir. Kendi anlatımıyla, “içeri girenler, ölenler, sağ kalanlar, sağ kaldığına üzülenler, gençliklerini faşizmin hapishanelerinde geçirenler… Son yok. Son da, Hayri gibi kayıp. Nasıl olsun ki? Hayri yok, devrim yok… Kayıpları aramaya devam ediyoruz. Geçmişe ağlamak fayda vermez. Biliyorum... Ama Hayri ve onun gibi devrimciler yaşasaydı burası başka bir ülke olurdu, bunu da biliyorum.” Bizim arkadaşlarımız onlar, hayatımız! Bu halkın en güzel çocukları hep bize gülümsüyorlar bulundukları yer HAYRETTİN EREN NEREDE? n Kayıp Bir Devrimin HikâyesiBir Zamanlar Hasköy’de / Faruk Eren / İletişim Yayıncılık / 200 s. / Mart 2019 3 14 Nisan 2019 Hayat geçici bir gölgeden başka bir şey değil. Ölüm de gelip geçen bir gölge. Yalnızca acı kalıcı. Sürüp gidiyor. Daima… Çağımızın en önemli edebiyatçılarından biri olan Amos Oz’un ölümünden önce yazdığı son romanı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle