16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24. İZMİR KİTAP FUARI’NIN (614 NİSAN) ONUR KONUĞU HİDAYET KARAKUŞ ‘Edebiyat vicdan yaratmak için var!’ Her sanatçı biricik ürünler ortaya koymayı amaçlar. Bu nedenle de estetik bir dili, kurguyu, içeriği yeniden yeniden üretir. Bu konuda ayağı yere basan sanatçının en temel dayanağı içinde yaşadığı toplumun söz birikimi, geleneğidir. Ben de Anadolu insanının binlerce yıllık söz değerlerine, söylemine, dilindeki kıvraklığa bakarak kendi dilimi oluşturmaya çalışıyorum. GAMZE AKDEMİR [email protected] T oplumcu gerçekçi bir sanat anlayışı ve yurt sevgisiyle; edebiyata, şiire, dile, eğitime ve siyasaya ilişkin şiir, roman, çocuk kitapları, radyo oyunları başta olmak üzere çeşitli alanlarda çok yönlü verim ortaya koymuş eğitimci, yazar ve şair Hidayet Karakuş, bu yıl 624 Nisan tarihleri arasında 24’üncüsü düzenlenecek İzmir Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı. Adana, Manisa ve İzmir’de Türkçe öğretmenliği yapan Hidayet Karakuş’un ilk şiir kitabi Günaydın Gül Yaprağı 1979, ilk romanı Yağmurlar Nereye Yağar 1981’de yayımlandı. 1993’te Sivas Katliamı’ndan eşi ile birlikte sağ kurtulan Karakuş, yeni acılar yaşanmasın umuduyla yangının izlerini yapıtlarına da yansıttı. Hidayet Karakuş ile kilometretaşlarıyla yazınını ve dilimizi konuştuk. n Toplumcu gerçekçi bir sanat anlayışı ve yurt sevgisiyle ile yazdığınız şiir ve romanlarınızda yaşanmışlıkların, anıların izleri olduğunu sıklıkla dile getirmiş bir yazarsınız. “Yazdığım romanlar yaşamımın izdüşümüdür” sözünüzden hareketle sorarsam; yapıtlarınızda edebiyata, tarihe, yakın tarihe dün ve bugün pencerelerinden bakışınızı açar mısınız? Bu yaklaşımınız sizi ne yönde bir kurgu estetiğine yönlendiriyor? Yaşadığımız zaman dilimi büyük tarihin küçük bir parçasıdır. Yazar olarak yaşadıklarımı tarihsel süreç içine oturtarak yazmayı bilimsel bir yaklaşım olarak görüyorum. Olayları kendi dönemlerindeki koşullarıyla değerlendirmek diyalektik bir yöntemle gelişmelerini tasarlamak önemli. Bunları yaparken sanatın temel değeri estetiği gözetmek bir zorunluluk. Her sanatçı biricik ürünler ortaya koymayı amaçlar. Bu nedenle de estetik bir dili, kurguyu, içeriği yeniden yeniden üretir. Bu konuda ayağı yere basan sanatçının en temel dayanağı içinde yaşadığı toplumun söz birikimi, geleneğidir. Ben de Anadolu insanı nın binlerce yıllık söz değerlerine, söylemine, dilindeki kıvraklığa bakarak kendi dilimi oluşturmaya çalışıyorum. ‘SİVAS KATLİAMINI UNUTTURMAMAK GÖREVİMİZ’ n Eşiniz ile birlikte kıl payı sağ kurtulduğunuz Sivas Katliamı, yapıtlarınızda hangi tonları ve duyguları öncelikli kıldı? Sivas Katliamı yaşamımızın belirleyeni oldu dersem yanlış olmaz. Yangının acılarını, dostlarımızı, gençlerimizi, sanatçılarımızı yitirmenin acısını yazarak sağaltmaya çalıştım kendimi. Yalnız Ateş Mektupları’nda değil, daha sonraki şiirlerimde de yangının izleri vardır. Romanlarda da hem tarihsel, hem toplumsal yaşamın getirdiklerini önceleyerek insanımıza gerçeği yazmaya çalıştım yeni acılar yaşanmasın diye. SÖZCÜKLERİN VİCDANI... n Edebiyat siyasayla nasıl kaçınılmaz bir etkileşim içinde Hidayet Karakuş’un yazınında? Sonra “sözcüklerin vicdanı”ndan tam olarak neyi kast ettiğinizi açar mısınız? İnsan doğa ilişkisi, insan toplum ilişkisi siyasanın kendisidir. Ekonomik çabaların, yaşam çabasının adı siyasadır. Bu nedenle hiçbir şey siyasadan soyut değildir genel anlamda. Gündelik siyasal çalkantıların izi de düşer ama onları yazar, genel siyasanın, insanın kendiyle, toplumla, doğayla verdiği savaşımın bir parçası olarak ele alır. Olaylara bakarken sözcüklerin insanda yarattığı kavramsal izler, düşünceler gerçeğin peşindeki yazarın ışığıdır. Çünkü gerçek kişide vicdan yaratır. Edebiyat vicdan yaratmak için vardır. Bugün toplumumuzdaki kadın, çocuk cinayetlerinin, onlara yapılan saldırıların temelinde vicdan eksikliği yatıyor. Biz bunu eğitime bağlıyoruz ama okuma yazma edimiyle yani diplomayla bu cinayetleri engelleyemiyoruz. Eğitim edebiyatla, sanatla kişiyi vicdan sahibi yapar. Bu nedenle sözcüklerin bize kazandıracağı gerçeklik aynı zamanda vicdanın kapısını açar. Sözcüklerin vicdanı insanın vicdanını yaratır. n Sivas Katliamı’nın görülmeyen yüzünü anlattığınız bir “Şeytanminareleri” romanınızda ateşi konuşturuyorsunuz. “Şeytanminareleri”nin retoriğini, toplumda harekete geçirmeyi ve diri tutmayı amaçladığı vicdanı, dikkat kestiği karanlık şafağı, bireyin üzerindeki onulmaz etkilerini değerlendirir misiniz? 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamının toplumda yarattığı etkiyi, acıyı unutturmamak görevimiz. Hele ateşin içinden sağ çıkan biri olarak bunu ölünceye dek anlatmak, söylemek, gelecek kuşaklara tarihsel sürecin bir parçası olarak bu yangını nedenleri, niçinleriyle birlikte anlatmak görevim oldu. Ateş Mektupları da bu nedenle yazıldı, Şeytanminareleri de... Cumhuriyetin, büyük önderi Mustafa Kemal’in büyük eğitim atılımı sürseydi bu katliamları hiç yaşamayacaktık. Toplumun barış içinde yaşaması, fırsat eşitliğiyle bireylerin gelişmesiyle, uygarlaşmasıyla sağlanacaktı. Bugün kişilerin üzerinde o yangının külleri duruyor. Yakanların da duruyor, yakılanların, onların yakınlarının da... Yazar olarak görevimiz yaraları kaşımak değil tarihsel sürecin daha iyiye gelişerek uygarlaşarak dönüştürülmesine katkı olmalıdır. Bu tutumla vicdanları diri tutabiliriz. Bunu bütünsel, tekli bir eğitim dizgesiyle insanlara kazandırabilir, sanatı, edebiyatı eğitimin temel gereci yaparak bu sonuca ulaşabiliriz. ‘TÜRKÇE SESSEL BİR DİLDİR!’ n “Şeytanminareleri” biçemiyle de bir ilk. Romanda “ve” bağlacının kullanılmamasının nedeni nedir? “Ve” bağlacının Türkçenin şiirli yapısına aykırı bulduğum için uzak duruyorum. Türkçe sessel bir dildir. Görkemli bir dizgesi vardır dilimizin. Sesleri birbiriyle bağdaştırarak yazılan bir tümcenin akıcılığı hemen göze çarpar. “Ve” bağlacı bu akıcılığı kesen bir engeldir. Nurullah Ataç, bundan altmış, yetmiş yıl önce ‘ve’ bağlacının Türkçe’de gereksiz olduğunu savunmuştu. Dikkat edilirse onun dönemindeki yazarların büyük çoğunluğu bu bağlacı kullanmadan öykülerini, romanlarını yazmışlardır. Erdal Öz, Demir Özlü... Anımsayabildiklerim... Yazarken ya da konuşurken söyleyeceklerimizi billurlaştıramamışsak beynimizde “ve”ye sığınırız. O bize kısa bir süre kazandırır. O süreyi sonraki yazacaklarımızı bularak değerlendiririz. Bu da Türkçenin akıcılığını kesen bir duraklama olur. ‘Şeytanminareleri’nin biçemiyle farklı olması yukarıda değindiğim bize özgü bir söylemin, Anadolu’nun şiirli söyleminin birikiminden yararlandığım için oldu sanırım. Biz romanı Batıdan aldık, Batılılar gibi yazdık hep. Hiç unutmam Batılı tarzda en başarılı romancımızın Halit Ziya Uşaklıgil olduğu öğretildi bize. Doğrudur da. Ancak biz ne zaman kendimiz gibi, bizim toplumumuzun binlerce yıllık birikiminden esinlenerek yeni bir roman yazacağız diye sorduğumda böyle bir biçem çıktı. Masalcı ninelerimizin, Dede Korkut öykülerinin, meddahların, köy seyirlik oyunlarının bize bıraktıkları kalıt az buz değildir. Ben de bundan yararlanmaya çalıştım. >> 22 4 Nisan 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle