Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Altın Ev “Altın Ev”, Salman Rushdie’nin diğer romanlarından farklı, belki de “Geceyarısı Çocukları”ndan beri yazdığı en muhteşem roman. S alman Rushdie’nin kaleminden mistik, fantastik öyküler okumaya alışmıştık ama yeni romanı Altın Ev ile okurlarını şaşırttı. Gerçekler üzerine kurulu, günceli takip eden bir roman yazdı bu sefer. Rushdie, kendisiyle yapılan bir söyleşide; etrafta bu denli sahte haber dolaşırken, doğruları ve gerçekleri yazma görevinin kurgu yazarına düştüğünü ve bu durumun onun yazma biçimini değiştirdiğini söyledi. Bir önceki romanındaki uçan halılar, cinler, periler ve süper güçlerin savaşı yok artık. Onun yerine son on yılın siyasi olaylarına dayanan bir aile öyküsü anlatıyor Altın Ev’de Rushdie. Olaylar Barack Obama’nın 20 Ocak 2009’daki yemin töreni günü başlıyor. Amerika’nın ilerici, aydın kesminin sevinç gözyaşlarıyla kutladığı bu günde René adlı genç sinemacının mahallesine Hindistan’dan New York’a göç eden Golden ailesi taşınıyor. Mahallelinin kullanımına açık olan ortak bahçe sayesinde René, Golden ailesini gözetlemeye başlıyor, amacı onların eksantrik hayatları hakkında kurgubelgesel yapmak. ANTİK ÇAĞDAN BİR AİLE Golden’lar bildiğimiz türden bir göçmen aile değil; öyküleri de bir göçmen öyküsü... Multi milyarder baba Nero Golden, zaten Amerikan vatandaşı olan üç oğlu ile birlikte geliyor New York’a. Oğullarının her biri dünyanın ünlü okullarında eğitim görmüş, Latince ve Antik Yunanca bilen, yaratıcı, sanata düşkün jet sosyete tipleri. Golden’lerin hayatı 2008 Mumbai terör saldırılarıyla kökten değişiyor. Ailenin iki büyük oğlunun annesi, Nero Golden’in karısı, şehrin en gözde otelinde saldırıya yakalanıyor ve o gün öldürülen 164 kişiden biri olarak olay yerinde ölüyor. Bu trajik olaydan sonra ailece Mumbai’daki Salman Rushdie her zamanki esprili, ironik diliyle kimlik sorununu ele alıyor. hayatlarını geride bırakıp, her biri yeni kimlikleriyle ve kendilerine Antikçağ ozanlarından, kahramanlarından, kral ve tanrılarından isimler alarak yeni dünyaya göç ediyorlar ama bir yandan da New York’a gelişlerinin ardındaki tek nedenin annelerinin ölümü olmadığını öğreniyoruz. Nero Golden karanlık işlere bulaşmış, karanlık paralar kazanmış, şimdi de Hindistan’dan kaçmak zorunda olan biri. Ayrıca etrafındakileri sürekli kontrol etme gereği duyan, şüpheciliği yüzünden oğullarıyla her gün ayrı ayrı toplantı yapıp diğerlerinin hakkındaki düşüncelerini öğrenmek isteyen zor bir adam. René önceleri uzaktan gözetlediği evin içine daha sonradan dost olarak girip aile fertlerini yakından tanır. Duvarların gerisinde, mahrem yatak odalarında olanları ise hayal eder. Kurgu ve gerçek sarmalında bir anlatı çıkıyor ortaya. René ayrıca ünlü film sahneleriyle zenginleştiriyor anlattığı her olayı. Senaryo taslağı formatında oluşu da ayrı bir görsellik kazandırmış romana. KİMLİK SORUNU Romanın ana teması, çağımızın en önemli sorunlarından biri olan toplumsal kimlik sorunu. İnsanlık tarihinde kimlik hiç olmadığı kadar önem kazandı. Burada kurgusal bir “kimlik müzesi” yaratmış Rushdie. Dünyadaki yeni ve büyük güç olarak görüyor kimlik edinimini. “Kimlik şimdiden bütün teolojiler, ideolojiler, kültürel ve dinî kimlikler, uyruklar, kavimler, hizipler, aileler kadar güçlüydü; hızla büyüyen çok disiplinli bir alandı (…) Toplumsal cinsiyet kimliği, insanlık tarihinde daha önce hiç olmadığı kadar ayrıştırıcıydı ve yeni değişkenlikleri kavrama çabasında olan yepyeni söz dağarcıkları yaratıyordu.” Kimlik bu milenyum kuşağı için artık içine doğduğu, aileden devraldığı, kültürel olarak sahip olduğu bir kavram olarak değil, kişisel seçimle ediniliyor. Örneğin tanrı Dionysus’un adını alarak Amerika’ya gelen ailenin küçük oğlu D, erkek mi kadın mı olacağına, yoksa akışkan cinsiyet denilen birinden diğerine geçerek mi yaşayacağına, yoksa sadece kadın giysileri giyen bir erkek mi olacağına, vb… karar verme aşamasındadır. Cinsel kimliğin kişisel bir seçim olması aslında işleri kolaylaştırmaz, aksine gençlerin bir dolu seçimle birlikte toplumdaki yerlerini belirleyecek bir de cinsel kimlik seçmeleri anlamına gelir. Salman Rushdie her zamanki esprili, ironik diliyle kimlik sorununu ele alıyor. Göçler çağı olan bu dönemde, insanların son yüz yılda tarihlerinde hiç olmadığı kadar göç ettiği, doğduğu yerlerden uzakta hayatlar peşine düştüğü günümüzde, kimliğin anlamını sorguluyor. Kendisi de Hindistan’dan İngiltere’ye, daha sonra da Amerika’ya göç eden, orada yeni bir hayat kuran Rushdie, roman kahramanlarına soruyor; insan yeni bir yerde ne kadar aynı kalabilir? Kültür, dil, inanç ve toplumsal kimliğinin ne kadarını taşıyabilir insan? Romandaki sembolik bahçe, Altın Ev’in bahçesi, her biri başka yerden gelmiş bireylerle dolu. Sicilyalı, Polonyalı, Endonezyalı olmalarına rağmen ortak bir kültürde buluşmuş insanlar bunlar. Kimlik sorununun bir boyutu da kanıksanmışlıktan uzaklaşmak. Rushdie bunu Adorno’nun felsefesiyle açıklıyor: “En yüce erdemlilik, kendi evinizdeyken evinizdeymiş gibi hissetmemektir.” Başka deyişle huzurdan huzursuz olmak, rahatlık hissettiğinde bunu sorgulamak gereğinden söz ediyor Adorno. Rushdie de bu kuram üzerinde kimliğin sorgulanma gereğini öne sürüyor. Kanıksanmışın rahatlığına sığınmamak, yeni ve tehlikeli görünebilen kimliklerin peşinden gitmeyi gerektiriyor. Aynı D’nin kendine yeni cinsel kimlik arayışı gibi. YOĞUN VE ÇOK RENKLİ Altın Ev (Çev.: Begüm Kovulmaz, Can Yay., 456 s.) Rushdie’nin diğer romanlarından farklı, belki de Geceyarısı Çocukları’ndan beri yazdığı en muhteşem romanı. Önceki romanlarındaki yorucu betimlemeler bu romanda yok, ayrıca tek merkeze odaklanmış bir kurgusal yapıda olduğu için dağınık değil. Buna rağmen birkaç kurgu hatası göze çarpıyor. Örneğin René 2010 Noel’ini ailesinden uzakta Florida’da geçirmeye gittiğinde “bir daha ebeveynlerimle kutlama fırsatı bulamayacağımdan haberim yoktu” (s. 107) diye açıklar bu yolculuğunu. Gerçekten de ailesi Şehitleri Anma günü olarak kutlanan 11 Kasım’da bir trafik kazasında ölür, yani Noel’i birlikte kutlayamazlar. Oysa 2010 Florida gezisinde tanışan, zengin koca avcısı Rus Vasilisa ile Nero’nun düğünlerini anlatırken “… karı koca olduktan sonra bahçede, yıllar önce Florida’daki gibi dans edişleri…” aradan uzun yıllar geçmiş olduğuna işaret ediyor, bu durumda aynı yıl içinde ölen René’nin ebeveynlerinin düğünde dans ediyor olmamaları gerekir (s. 157). Bir başka hata yine René’nin anne babasının “gömülmesi için saçmalık ölçüsünde pahalı tabutlar” seçilmiş olmasına rağmen ölülerin gömülmediğini kremasyon töreninden anlıyoruz. Altın Ev, Rushdie’nin diğer romanları gibi, kısa bir yazıya sığamayacak denli yoğun ve çok renkli. Popüler kültürden, sanattan, sinemadan, sinema yıldızlarının hayatlarından yamalarla zenginleştirdiği son derece özgün bir anlatıya sahip. Babanın suçlu oğlunu almaya “mahcup bir limuzinle” gidiyor olması gibi eşsiz benzetmelerle dolu, nefis bir roman. n 6 20 Eylül 2018 KITAP