19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Köy öğretmeni dedektif olursa Emirhan Dağkan G., “Bozlak”ta bir ‘köye giden öğretmen’ hikâyesi anlatıyor. Öğretmen, önyargılarla geliyor köye. Belli bir süre yaşamak zorunda olduğu bir yer. Kafasında bir köy tanımı olduğu gibi köylü tanımı da var. Onları tanımladığı gibi küçümsediğini de öngörebiliriz. Ama daha ilk adımdan itibaren duyup gördükleri ile umdukları birbiriyle çelişmeye başlıyor. Y aban’la simgelenen bir “köye giden öğretmen” tipi var romanımızda. Benzerleri dünya edebiyatında da yazılmış. Ahmet Celâl, Millî Mücadele sırasında Orta Anadolu’da bir köye gider. Kendini kurtarıcı olarak görür. Amacı halkı eğitmek, adam etmektir. Ama onun hayal ettiği köy ve köylü ile gerçeklik uyuşmaz. Bu bakış açısı nedeniyle de köylülerle olumlu bir ilişki kuramaz, romanın adına uygun biçimde “Yaban”laşır. Carlo Levi’nin İsa Bu Köye Uğramadı’sı (1945) ile Yaban (1932) arasında birçok yakınlık bulunur. Kuşkusuz bu konu, Köy Enstitülü yazarları çokça meşgul etmiş çünkü onlar bizzat “köye giden öğretmen”. Mahmut Makal ya da Fakir Baykurt’un yazdıklarının yanında yaşadıkları da bu içerikte. Köye giden öğretmenlerin en ünlülerinden biri de Hakkâri’de Bir Mevsim’in (1977) isimsiz kahramanıydı. Üstelik o, dilini bilmediği insanların yaşadığı bir köye gidiyordu. KÖYE OLAYLI GELİŞ Emirhan Dağkan G. de Bozlak’ta (Bozlak, İletişim Yay.) bir “köye giden öğ Emirhan Dağkan G.’nin kahramanı, tam bir fahri dedektif adayı olarak görüp duyduğu her şeye kuşkuyla bakıyor. Onları sorguluyor, doğru olanı ya da gerçeği bulmaya çalışıyor. retmen” hikâyesi anlatıyor. O da önceki roman kahramanları gibi önyargılarla geliyor köye. Belli bir süre yaşamak zorunda olduğu bir yer. Kafasında bir köy tanımı olduğu gibi köylü tanımı da var. Onları tanımladığı gibi küçümsediğini de öngörebiliriz. Ama daha ilk adımdan itibaren duyup gördükleri ile umdukları birbiriyle çelişmeye başlıyor. Aslında ilk bakışta romanlarda okuduğu, filmlerde gördüğü köylerden pek farkı yok. Görüntü kafasındaki imge ile örtüşüyor. Merkezden uzak, ulaşımı sağlayan minibüsten indikten sonra yarım saat kırk beş dakika yürüyerek ulaşılan bir köy. Köyün siyasi ve ekonomik güç sahibi muhtar; o ne derse oluyor. Muhtarla anlaşamayan, farklı siyasi görüşte olan sadece bir aile var. Dışarıdan, öğretmen kahramanın gözüyle bakınca sanki hepsinin huyu, suyu bir. Pek fazla konuşmuyor, dert ve neşelerini paylaşmıyorlar. Kadınlar zaten ortada yok, erkekler de sürekli bir arada, kahvedeler. Kahveye gelmeyenler merak ediliyor; hasta mı, başına bir şey geldi mi, diye soruşturuluyor. Öğretmen köye olaylı bir şekilde geliyor. Bindiği minibüsün şoförü ile ücret konusundan çıkan bir tartışma yaşıyor. Şoför, öğretmene bir yumruk attıktan sonra minibüsten atıyor. Bavulu minibüste kalıyor. Başta bu olayın konu ile ilgisini anlamasak da ilerleyen sayfalarda öğretmenin olayı abartarak “şoför ve yolculardan dayak yedim” diye anlatması köy halkının, özellikle olayı soruşturan muhtarın gözünde sözüne pek güvenilmeyeceği kanısını yaratıyor. Yani özellikle yazılmış bir bölüm. Öğretmeni kavşakta köyün en konuşkan adamı Vacit Dayı karşılıyor. Birlikte köye doğru yürürken yakın zamanda gerçekleşmiş bir ölüm olayını anlatıyor. Köyün hastalıklı iki gencinin gizlice yaşamaya çalıştığı sanılan aşk ölümle sonuçlanmış. Hatice, tecavüze uğradığı izlenimi veren bir durumda bulunduktan sonra ölmüş. Tek şüpheli de gizlice buluştuğu düşünülen Muzaffer. Gerçi onların buluştuğu bir kere bile görülmemiş. Ama aralarında bir ilişki olduğuna ve bunun sonucunda Muzaffer’in Hatice’yi öldürdüğüne dair bir inanış var ve bu konu kimse zarar görmesin diye kapatılmış. Öğretmen tekdüze ve sıkıcı geçecek günlerinde kendini meşgul edecek bir konu bulduğunu düşünür. Olayı soruşturacak, gerçek suçluları bulacak ve adalete teslim edecektir. Ama başta muhtar olmak üzere köylüler bu konu üzerine konuşmak istemez. Onlar için olay kendi düşündükleri şekilde gerçekleşmiş, tarafların ve köyün zarar görmemesi için konu kapatılmış. Konuşmanın, deşmenin faydası yok. Bu tavır öğretmeni daha da kışkırtır, olayı kendince soruşturmaya başlar. Bu da daha çok akıl yürütme şeklinde olur. Öncelikle Muzaffer’in bu işi yapmadığına, yapamayacağına karar verir. Gerçek suçlunun kim olduğunu bulmaya çalışır. Olayın kurbanı genç bir kadındır ama köy âdeta bir erkek toplumudur. Kadınlar hiç ortada görünmez. Öğretmen Hatice’nin hasta ninesi ile de konuşamaz. Karşısında bir cinayeti örtmeye çalışan erkek toplumu vardır. Öğretmenin bu konuyu deşmesi doğal olarak rahatsızlık yartır. BİR POLİSİYE PARODİSİ Emirhan Dağkan G.’nin Bozlak’ı, arka kapakta “polisiyenin kıyılarında gezinen bir novella” diye tanıtılıyor. “Novella” tanımına neden gerek duyulmuş merak ettim. Çünkü Bozlak klasik bir roman yapısında. Hatta fazla klasik bile bulabiliriz. Wikipedia yüzlerce gündür erişime kapalı olmasaydı “Roman, bir kişi ya da bir grup insanın başından geçenleri, onların iç ve dış yaşantılarını belli bir kronolojik, mantıksal, duygusal ya da sanatsal ilişkiyi gözeterek öyküleyen uzun kurgusal anlatıma denir” tanımına ulaşabilirdik. Novella ise romandan kısa, hikâyeden uzun çalışmalara verilen bir ad. Tanımı üzerinde bir anlaşma sağlanamamış. Uzun öykü diyen de var, romana göre örneğin kişi ve olay sayısı sınırlı olursa novella diye tanımlanabileceği de söyleniyor. Amerikalılar nicel bir tanım yapmış; 17 bin 500 ila 40 bin arası kelime içeren eserler novella olarak kabul ediliyormuş. Bozlak 180 sayfa. Bu sınırların içine giriyor mu, bilemiyorum ama dediğim gibi roman tanımına daha uygun bir biçim ve içeriği var. “Polisiyenin kıyılarında gezinmeye” gelirsek Bozlak’a bir polisiye parodisi diyebiliriz diye düşünüyorum. Bir başka bakışla polisiye de sayılabilir. Çünkü bir romanın polisiye diye kabul edilmesi için ortada faili belirsiz bir suç, genellikle cinayet olması ve romanın kahramanının suçluyu arayıp bulması yeterli. Emirhan Dağkan G.’nin kahramanı, tam bir fahri dedektif adayı olarak görüp duyduğu her şeye kuşkuyla bakıyor. Onları sorguluyor, doğru olanı ya da gerçeği bulmaya çalışıyor. Tek sorunu polisiyelerdeki dedektiflere özenip elindeki az hatta yok sayılabilecek veri ile sonuca varıp katili bulmaya çalışması. Bu aceleceliği nedeniyle de sık sık kötü duruma düşüyor, sonunda da dışlanıyor. Diğer köy romanlarındaki gibi yapayalnız kalıyor. Bence Bozlak polisiyenin kıyılarında değil tam da ortasında. Polisiyeseverler zevkle okuyacaktır. Değindiğim parodisel özellikleri nedeniyle de ilgilerini çekecektir. Günümüzde köyü, köylüyü ele alan edebiyat eserleri çok az yazılıyor. Özellikle roman sanki büyükşehre, orta sınıfın yaşamına sıkışmış gibi. Bu anlamda da Emirhan Dağkan G.’nin çabasını, Bozlak’ı önemsiyorum. Novella ya da roman, polisiye ya da polisiyenin kıyısında gezinen gibi nitelendirmelere girmeden başlı başına bir eser olarak okunabilecek nitelikte bir kitap. n 8 23 Ağustos 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle