26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> kimdir?” sorusunun cevabını karşılamaya yetmiyor. Elif her şeyden önce benim çok iyi bir dostumdu, herkese önyargılardan uzak, aynı boy hizasından yaklaşan, herkesi kucaklamak isteyen bir kadındı. İnsanları anlama çabasında, tüm dünyaya kulak verme derdinde... n Peki, bu kitap nasıl bir anlatma ihtiyacının ürünü? Neden ihtiyaç duydunuz Elif Daldeniz Baysan’ın hikâyesini anlatmaya? Bu hikâyenin hikâyesini öğrenebilir miyim? n Elif’in cenazesinin olduğu gün, Bostancı Camii’nden çıkmış Heybeliada’ya gidiyorduk. Birazdan Elif’i toprağa vereceğiz, hepimiz kederden taş kesilmiş gibiyiz. Hastalığının teşhisiyle birlikte çok zor bir süreç başlamıştı, beklenen sonu inkâr çabasıyla geçen iki yıl. Her ne kadar bekleniyor olsa da ölüm gerçeğiyle karşılaşma ânı çok farklı. Yolda Elif’in eşi Serhat, oğulları Deniz’in çok küçük olduğunu ve büyüdüğünde annesini hatırlamayacağını söyleyerek, “Deniz için Elif’i yazar mısın?” diye sordu. “Tabii,” dedim hemen, “yazarım”. O gün Serhat’la tek konuşmamız buydu galiba... Kitabın editörlüğü üstlenen ve noktayı koyabilmemde büyük destek veren sevgili Yiğit Bener’in önsözde de belirttiği gibi Deniz için, “çok özel bir okur için, onu bir gün mutlaka okuyup anlayacak ayrıcalıklı bir okur için” yazılmaya başlanan bu kitap, zamanla farklı bir yola evrildi. Yeri gelmişken, kitabın adını değerli dostum Selim İleri’ye borçlu olduğumu da eklemeliyim. Şunu da vurgulamalıyım: Elif’in geçmişine ulaşabilmek için farklı çevrelerden isimlerini burada sayamayacağım kadar çok insandan destek aldım. Kimileri yazmayı tercih etti, kimileri anlatmayı. Bu katkılar olmasaydı altından kalkamazdım çünkü Elif’in geçmişine ilişkin pek çok ayrıntıyı bilmiyordum. Her birine teşekkür borçluyum. Bu çalışmada Elif’in sıra dışı kişiliğinin yanı sıra Heybeliada’da geçirdiğimiz o tuhaf ve olağanüstü beş yılı ve ardından yaşanılan düşbozumunu anlatma ihtiyacının da etkisi olabilir. Adaevinde değil de başka bir yerde bir araya gelseydik böyle derin bir dostluk kurabilir miydik, bu ihtiyacı aynı şiddetle duyar mıydım, bilmiyorum. Büyük ailenin ve adanın büyüsü... “YATIŞTIRICI, SAKİNLEŞTİRİCİ, UZLAŞTIRICI BİR KADIN” n Siz, eşiniz Hüseyin Sarısayın, Funda Bener, Yiğit Bener, Elif Daldeniz Baysan ve Serhat Baysan’dan oluşan bahsettiğiniz “büyük aile” kitapta “altı benzemez” diye geçiyor. Bu “altı benzemez”den ortaya çıkan hikâye nasıl oluyor da bu kadar muhteşem bir hâl alıyor? n Hayatın akışını yönlendiren pek çok rastlantı gibi bizim bir araya gelişimiz de bir rastlantıydı. Yiğit’i kurucusu olduğu İktidarsız adlı bir internet portalından tanıyordum. Benerler, Serhat ve Elif’le birlikte Heybeliada’da ortak kiraladıkları bir evde iki yaz geçirmiş lerdi, ardından biz adaya geldik. Adada yaşamak hepimizi büyülemiş olmalı ki bu kez üç aile, ortak bir ev edinme kararı aldık. Her şey hızla gelişti, birbirimizi çok da iyi tanımadan aynı evde bulduk kendimizi. Harabe hâlinde aldığımız evin tadilatı sırasında daha yakından tanıştık, yakınlaştık. Büyük aile ya da “seçilmiş aile” böyle oluştu. n Bu altı benzemezin arasında Elif’in rolü neydi peki? n Yatıştırıcı, sakinleştirici, uzlaştırıcı. Bir arkadaşı “farklı yapılardaki insanları bir araya getirebilen, bir tür ‘harç’ görevi üstlenen” ifadesini kullanmıştı onun için. Elif’i yazma sürecinde harç kelimesinin onu ne kadar doğru tanımladığını daha iyi kavradım ama bizim aramızdaki ilişkide yatıştırıcılığı ve iyimserliği ön plandaydı bence. Küçük çatışmalarda da meseleye iyi tarafından bakma çabasındaydı. “YAZI KENDİ YOLUNU BULDURDU BANA” n Peki, Denize Yazıldı bir anılar toplamı mı bir anma mı? n Anma olduğunu düşünmüyorum, bir anılar toplamı daha çok. Bir insanın yaşamına az çok yaklaşmayı sağlayan, o insan hakkında fikir veren bir kitap ya da bir ara altbaşlık olarak kullanmayı düşünüp sonra vazgeçtiğimiz sözlerle, “Başka Bir Yaşamöyküsü Denemesi”. n Az önceki soru şu nedenle soruldu: Kitaba baktığımızda bu tür kitaplar arasından kendini sıyıran yeni bir dilin karşıladığını görüyoruz bizi. Çok kalemli, çok meşrepli, dahası içinden hikâyenin de geçtiği bir dünya hâline gelmiş Denize Yazıldı. Klasik anlamda anı kitaplarının dışında bir üslup oluşmuş bu anlamda. Bu üslubun adını koymak ya da nereye işaret ettiğini öğrenmek istedim. Aynı şekilde bu üslubun, kitabın anlatım şeklinin yolunu nasıl bulduğunu... n Yazma sürecinin uzamasının bir nedeni de bu yolu hemen bulamamış olmam. Tanıklıklara mümkün olduğunca az değişiklikle yer vermek, böylelikle Elif’i herkesin kendi dünyasından gördüğü fotoğrafla ifade etmesini sağlamak istedim. Gerçi bunu çok da bilinçli yaptığımı söyleyemem, yazarken sezgisel hareket ediyorsunuz ya da benim için böyle. Yazı bir şekilde deneye yanıla kendi yolunu buluyor, 2 4 3 6 1 75 8 Elif Daldeniz Baysan (1), “ada evi”ndeki dostlarıyla; Hüseyin Sarısayın (2), Yiğit Bener (3), Serhat Baysan (4), Funda Bener (5), Lal Bener (6), Selma Necatigil (7) ve Ayşe Sarısayın (8)... buldurtuyor. Ama duygusal yükü, esas sancıyı oluşturan, Elif’i ne kadar doğru yansıtabileceğime, gerçeğe ne kadar yaklaşabileceğime dair korkulardı. Bu kaygılar, metinde ilerlemekten alıkoyuyor insanı. Ne zaman ki yolu, yöntemi bir kenara bırakıp sezgilerime kulak verdim, yazı kendi yolunu buldurdu bana. Yer çekiminden etkilenmeyen, balerin adımlarıyla yürüyen ışıklı sesli kadını elbirliğiyle anlatabildik umarım. n Anı ya da anma kitaplarında okur beklentisinin genelde nesnellikten yana olduğunu söyleyebiliriz. Denize Yazıldı özelinde bu nesnellik, öznelliğin de içinde olduğu farklı bir zemin. Bu kadar öznel bir istekle yola çıkılan bir kitapta nasıl yakaladınız bu bakışı? n Evet, mesele çok öznel, her birimizin bakışı da öyle ister istemez. Dediğin gibi öznelliğin de içinde olduğu farklı bir zemin oluşturabilmişsek ne güzel! Sezgiler yanıltmamış demek ki... Belki kitapta çok sayıda ismin kendi üsluplarıyla yer almasının da nesnelliğe katkısı olmuştur. Şu da var: Yaşanılanlar öznel olmakla birlikte, hepimizin yaşamında yer alan olaylar, kavramlar. Aile, arkadaşlık, dostluk, farklılıklar, dil, kültür, hastalık, ölüm, hastalıkla ve ölüm gerçeğiyle baş etme yolları... “YAZMAM BUYRULDU, YAZIYORUM” n Tüm bu yaşananların tanığı olan Heybeliada’yı anmadan geçmek olmaz. Siz de diyorsunuz zaten bizi bir araya getiren ada oldu diye... n Heybeliada ya da ada büyüleyici bir mekân. Günübirlik gidip gelmelerle pek hissedilmeyen ancak orada yaşayınca algılanan bir büyü... Tabiatla iç içe olmayı, rüzgâra, denize, martılara kulak vermeyi öğreniyoruz adada. Anakaradan uzakta yaşamak, birbirimize kenetlenmeyi, yardımlaşmayı getiriyor beraberinde, geçmişin mahalle yaşamalarına dönülüyor. Öte yandan, özellikle kış aylarındaki ıssızlık, kendi iç yolculuğuna çıkmaya zorluyor insanı. Bu ıssızlığın ortasında depresif bile olabiliyorsun ama bundan da farklı bir haz duyuyorsun. Yaşamak gerek... n Son soru yine Elif’le ilgili olsun: Elif’le tanışmanızdan bahsederken uçucu bir varlıktan söz eder gibisiniz. Şunu merak ediyorum: O uçucu varlığın, bu kitapla ete kemiğe bürünmesi ne hissettirdi size? n Elif’i tanıdıkça, ona dokundukça, o uçucu varlık somutlaşmış, gerçek olmuştu ama zamansız ölümüyle bir hayal gibi uçup gitti aramızdan. Bu kitapla tekrar ete kemiğe bürünmesinin bana hissettirdikleri, birkaç satırla ifade edemeyeceğim kadar karmakarışık. Yiğit’in önsözünde Vüsat O. Bener’den alıntıladığı sözler aklımdan hiç çıkmıyor şu sıralar: “Benim de öykümü yazacaksın bir gün, dediğini anımsa! İşlevin açık işte! Elinde tırpan... Yazmam buyruldu, yazıyorum, onun haberi yok. Bu da mı yazgı?” n Denize Yazıldı / Ayşe Sarısayın / Can Yayınları / 216 s. KITAP 1123 Ağustos 2018
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle