Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SVETLANA ALEKSİYEVİÇ’TEN “ÇİNKO ÇOCUKLAR” ‘Korku cesaretten daha insani’ Svetlana Aleksiyeviç, SSCBAfganistan Savaş’ı sırasında kahraman ilan edilen fakat aslında birer insan olan askerler ve sağlık personelinin yanı sıra onların uzak ya da yakın çevresindeki kişilerle yaptığı görüşmeleri, “Çinko Çocuklar” adıyla kitaplaştırarak hem sözlü tarih çalışmasına imza atıyor hem de gazeteciliğini konuşturuyor. ALI BULUNMAZ alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr R esmî tarih yazılırken yarıklardan hakikatler sızdı. Başlayan gerilimle birlikte sözün etkisi fark edildi. Savaşlarla çizilen sınırlar, sıfırlanan hayatlar ve durdurulan zaman, tarihyazımıyla yeni baştan düzenlendi, inşa edildi ve tekrar canlandırıldı. Sözün yerini, bir sonraki çatışmaya kadar yazı aldı. Soyvetler Birliği, 25 Aralık 1979’da Afganistan’a girdiğinde Fahrad Ghazi ilkgençlik çağındaydı. 2001’den beri İngiltere’de yaşayan Ghazi’yle röportaj yapan The Guardian gazetesi muhabiri ondan şöyle bir cümle işitmişti: “1979’da Afganistan’a giren SSCB askerleri için bu harekât bir savaş anlamına geliyordu. Soğuk Savaş’ın diğer cephesine göre bu bir işgaldi. Her iki tarafa da uzak bizler ise bunu, hayatımızın asla eskisi gibi olamayacağı bir yıkım olarak görürken Afganistan’ın kendi ayakları üzerinde uzun ve öngörülemeyen bir süre duramayacağının bilincindeydik...” Bu röportajın yayımlandığı günlerde, SSCB’nin 1979’da yaptığını “işgal” olarak adlandıran ABD, Yeşil Kuşak Projesi için silahlandırdığı ve 11 Eylül saldırılarını düzenlediğini açıkladığı cihatçı grupları yok edip “teröre karşı savaş” için Afganistan’a çoktan girmişti bile. Ghazi gibi Afganların “yıkım” dediği, SSCB’lilerin savaşmaya gittiği günlerde Svetlana Aleksiyeviç, sözü harekete geçirip askerlerle, askerlerin aileleriyle ve “savaş” bölgesinde görev yapan sağlık personeliyle görüşmüştü. Askerlerin bir bölümü öyle veya böyle ülkesine dönerken geri kalanlar için çinko tabutlar hazırlanmıştı. Aleksiyeviç, “savaş” zamanı “kahraman” ilan edilen fakat aslında birer insan olan askerler ve sağlık personeli ile onların uzak ya da yakın çevresindeki kişilerle yaptığı görüşmeleri Çinko Çocuklar adıyla kitaplaştırarak hem sözlü tarih anlatısına katkıda bulundu hem de gazeteciliğini konuşturdu. “KARDEŞ HALKA UZATILAN EL” SSCB yönetimi, 1979’da Afganistan’a girme kararı aldığında bunun, 1989’a kadar sürecek ve ülkeyi çöküşe sürükleyecek etkenlerin başını çekeceğini bilmiyordu elbette. Aynı şekilde Afganistan’a gönderilen askerler, sağlık personeli, teknik ekip ve onların aileleri de yakın gelecekte yaşanacakları tahmin edemiyordu. Sadece biriki çatlak ses, tüm işgallerin ve savaşların birbirine benzediğini anlatmaya çalışmıştı. Fakat bu sesler, resmî söylemin tartışılmazlığı ve eleştiril Svetlana Aleksiyeviç mezliği arasında kaybolup gitti. Sonra Afganistan’dakiler, sağ ya da çinko tabutlar içinde ülkeye dönmeye başladığında söz, dehşeti ve ruhsal travmayı anlatmakta çoğunlukla yetersiz kaldı. Aleksiyeviç’in görüştüğü ve kitap yayımlandıktan sonra ona dava açanların önemli bir kısmı, Afganistan deneyiminin başlı başına felaket olduğunu anlatacaktı. Resmî söylem, kendisini “haklı” ve “âdil” göstermek için durmadan yayın yaparken sansür kurulu, kayıplar hakkında kendi denetimi dışında herhangi bir bilginin ortaya çıkmasını istemese de gerçek pek değişmiyordu Aleksiyeviç’e göre. “SSCB’nin bekası” ve “sosyalist politikanın gereği” olarak Afganistan’a yollananlar, “vatan görevi”ni yerine getirir ve “kardeş halka elini uzatırken” ülkeye neden 15 bin çinko tabut dönmüştü? Bu sorunun, 1980’lerin sonunda nere SSCB yönetimi, 1979’da Afganistan’a girme kararı aldığında bunun, 1989’a kadar sürecek ve ülkeyi çöküşe sürükleyecek etkenlerin başını çekeceğini bilmiyordu. deyse herkesin diline dolandığını hatırlatan Aleksiyeviç, herkesin kendi kâbusunu yaşadığını fark ediyor. SSCB’ye döndüklerinde “Afgan” denen cephedeki görevlilere, “ilk ateş edenin hayatta kalacağı” öğretilmiş. Bu nedenle hemen hepsi, öldürmenin kendileri için gizemli bir tarafı olmadığını söylüyor; “öldürmek basit iş, tetiğe basıyorsun” diyorlar. Fakat mesele bununla sınırlı değil; pek çok asker, çatışma ânında toprağın kendisini saklamasını isterken “korkunun cesaretten daha insani olduğunu” yaşayarak öğreniyor. Orada bulunmaktan nefret etmeye evrilen bu korkuyu yalnızca askerler hissetmiyor, halka yardım amacıyla gönderildiğine inandırılan diğer personel de benzer bir ruh hâlinde. Onların dönüşünü bekleyen ailelerinin “Orada nasıl gitmişler?” sorusuna yetkililer, “Hepsi gönüllü” diye yanıt veriyor. Afganistan’da görevli olanlar da onları bekleyenler de insanüstü sınavlardan geçmiş. Söze dökülenlerden çok daha fazlasını zihninde yaşayanlarla karşılaştığımız kitapta, yenilginin fiziksel boyutunu epey önce aşanların takılıp kaldığı eşiklere rastlıyoruz; bir er şöyle demiş: “İnsan savaşta değişmiyor, savaştan sonra değişiyor. Orada yaşananlara şahit olan o gözlerle burada yaşananlara bakınca değişmeye başlıyor.” UNUTMAK, SUSMAK VE DELİRMEK Aleksiyeviç’in görüştüğü insanlar, cepheye nobranlığın hâkim olduğunu, basit ve korkutucu bir dil kullanıldığını anlatıyor. Kahraman olmak isteyenler, savaşın bitiminde ya hayatta değil ya da yaşayan bir ölü gibi. Geride kalanlar ise yaşadığı günden bir şey anlamıyor. Bunu hiçbir resmî söz ve yazı açıklayamazken hayatın da kitaplar ve filmlerdekine benzemediği ortaya bir kez daha çıkıyor. Savaşa katılanlar, asla yalnız kalamıyor; yaşamının sonraki bölümünde unutmak, susmak ve delirmek gibi seçenekler mevcut. Cepheden dönmek, bunların toplamına denk geliyor. Savaşın rezil “yasalarından” bahsedenler mi dersiniz, yoksa kendilerine ve halka “çetelerle çarpışacaksınız” denmesinden bahsedenler mi... Hepsi dönüp dolaşıp aynı rüyayı gördüğünü belirtiyor; emirleri yerine getiriyor ve sular durulduğunda olup bitenin farkına varıyorlar. 1980’lerde Afganistan’da iki savaş yürüyor: İlki SSCB’nin başlattığı, ikincisi ise oraya gönderilenlerin kendi içinde yaşadığı. İşgale anlam yükleyenlere inat, çoğunluk yersiz ve sonu olmayan bir şeyin içinde bulunduğunu kavrarken onları bekleyenlerin büyük bölümü ise yakınları yola çıkmadan bunu anlıyor. Biraz uyuşturucu yardımıyla biraz ortamın baskısıyla sıradan insanların öldürüp ölmeye başlayışının, gözü olduğu hâlde o dönem neredeyse hiçbir şey göremeyenlerin hikâyelerini dinliyor Aleksiyeviç. n Çinko Çocuklar / Svetlana Aleksiyeviç / Çeviren: Fatma Arıkan, Serdar Arıkan / Kafka Kitap / 392 s. 4 12 Temmuz 2018 KITAP