08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

küçük İSKENDER’LE ŞIIRE VE HAYATA DAIR ‘Gücü yetenler şiire iltica etsin’ küçük İskender’in yakın zaman önce “İkinci Waliz” adlı kitabı yayımlandı. “İkinci Waliz”, şairin uzun soluklu yolculuğunun önemli bir durağı olarak dikkat çekiyor. İskender’le bu uzun yolculuğun neredeyse en başına kadar uzanıp derin bir sohbete daldık. Şiirden, hayattan ve vefadan konuştuk... AKIF KURTULUŞ İ skender’ciğim, seninle geçen sene Nisan’da İzmir’e gitmiştik, kitap fuarına. Bir söyleşimiz vardı. Gitmeden önce konuyu tespit etmeye çalışırken insanların epeydir birbirine sormadığı bir sorudan yola çıkmıştık. İsim babası sendin: “Kardeşim nasılsın?” Oradan başlayayım... n Bizim kuşağın fikir ayrılıklarına rağmen bir kardeşlik duygusu taşıdığını, kızsa ve hoşlanmasa dahi birbirini takip ettiğini algılarken aslında gizliden gizliye bir aile olduğunu hissettim her zaman. Bizden önceki kuşağa baktığımda da bunu görüyorum. Özellikle o içkili sofralarda, kahve köşelerinde, şair evlerinde... İnsanların birbirlerine katlanabilme katsayılarının yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu noktada çok önemli bir kavram giriyor devreye: Vefa... Çoğu kere sen de aynı şeyi yaşıyorsundur. Çok sevmediğimiz, ideolojik olarak çok ters noktada durduğumuz şairleri bile ne yapıyor, neler üretiyor ya da ne saçmalıyor diye takip ederiz. Niye? Çünkü biz bir aileyiz. Bildiğimiz aile ilişkilerinden farklı bu ama... Yani hiyerarşik bir sistemde değil yatay bir zeminde saygı ve tahammül sınırlarını çiziyoruz. Fakat bunu özümsesek bile pratikte uygulayan insanlar değiliz. O nedenle birbirimizi yoklama, sıkıntıları ya da mutlulukları paylaşma şansı yakalayamıyoruz pek. Bu, Türk edebiyatının bir problemi de olabilir, insanî bir problem de... Ama ben önemsediğimiz isimlerin böyle bir klan oluşturduğuna inanmak istiyorum. Senin de onlardan biri olmandan ötürü “Kardeşim nasılsın?” benim için çok önemli bir soru. Çoğu insanın kafasında şöyle bir şey vardır: Hepitopu bir avuç insanız. Keşke bir ada olsa da gidip orada hep beraber yaşasak... Aslında şairler ve okurlar farkında olmadan bir ülkenin içinde, bir adada yaşıyor zaten. n Adam Sanat’ta gördük seni 1985’ten itibaren. O yıllarda bizim mahallede tereddütle karşılandığını görüp şaşırdım. Sonra anladım ama... Bu bir tür ortaklaşabileceğimiz isyan duygusuyken isyan duygusunu kendi tekeline almış bir edebiyat mahfelinin anlayışsızlığı diye yazmışım kenara yıllar önce. O yıllardaki çıkışının aslında bilerek isteyerek değil içgüdüsel bir çıkış olduğu kanaatindeyim ve bunu daha çok önemsiyorum. Bir çığlık, bir atılma, bir refleks, bir tutunma göstergesi... Yanılıyor muyum? n Bu konu benim için de önemli. Babam komünist, emekçi bir ressamdı Cağaloğlu’nda. Annem belirli bir okuma seviyesindeydi. Evimizde çok kitap vardı ama kitaplar üzerine sohbet edilen bir ortam yoktu. Aynı şekilde yakın çevremde de politik arkadaşlarımın sayısı fazla değildi. Dolayısıyla 1980 öncesi döneme kadar edebiyatı evdeki kütüphaneden, biraz da ister istemez babamın çevresindeki şairlerden, yazarlardan bir de okuldan takip edebiliyordum. 1980 sonrasında çıkan politik temelli edebiyat dergilerini takip ediyordum; Yarın, Edebiyat 81 gibi... Açıkçası hangi yönelime ait olduklarını bilmeden hepsini alıyordum. Bir oburluk vardı, bilerek takip etmiyordum. Edebiyata duyduğum aşkı doyurmaya çalışıyordum. Ama yazdıklarımın çok farklı bir noktada olduğunu da görüyordum. Ben aslında rüzgârın savurduğu bir tohum gibi kendi kendime yetişmeye başladım. Tabii bu şiirimde de gelgitlere neden oldu. Bazen çok politik şiirlere girdim, bazen bireysel şiirlere döndüm. Ben sizleri takip ederek büyüdüm. Sizler bu işleri biliyordunuz, dergiler çıkartıyordunuz, yayımlıyordunuz. Ben de sizi takip ederek serptiğiniz peynir tanelerini toplayarak peşinizden geldim. “BANA O BİLMEDİĞİM KUŞLARI ANLATIN” n Estağfurullah. Ben senden öncekilerin sana öncül olmadığı kanaatindeyim. Sen daha farklı bir yerden yakaladın şiiri. Şöyle bir yere gelecektim. Her şair için şu söylenebilir: İktidar diye bir şey olmasa şiir zaten olmaz. Evet ama buradaki iktidar, makro iktidar değil. Kadınla erkek arasındaki, aile içindeki, bir öğretmenle öğrenci arasındaki iktidar senin hedefine aldığın... n Az önce sözünü ettiğimiz takipteki dağınıklık, bana aslında büyük bir okuma bağımsızlığı getirdi. Bağımsızlığın bendeki avantajı da lokal düşünmemeyi öğrenmek oldu. Bölgesel bakmadım hiçbir meseleye. Nâzım Hikmet okuyorsam Beat Kuşağı’nı da sevmeyi öğrendim. Oysa o dönemin şairlerinin ya da yazarlarının çoğu, ülkenin sorunlarına yoğunlaşmıştı ve bu bir yandan kaçınılmazdı. Benim ise çok dışarıda olduğum için her şeyi takip edebilme şansım oluyordu. Bu bağlamda sadece Türkiye’deki değil; Japonya’daki, Şili’deki olay da benim ilgimi çekmeye başladı. Büyük bir şans çünkü aranızda olsam ister istemez ben de bir militan, partizan gibi belli bir kanalda yürüyecektim. Bu kötü bir şey değil ama benim yolumu, dağınık ve renkli hayatımı başka bir şeye dönüştürecekti. İktidar meselesi sadece benim üstümdeki kılıçla ilgili olmadı. Dünyanın üstündeki kılıçla, biçimsel yönelimlerin sıkıntıları da var. Bunları takip ediyorsun ister istemez ve kendi yol arkadaşlarını aramaya başlıyorsun. Biliyorsun ki gerçekten o yolda tek yürüyorsun ama bu teklik, yalnızlıkla değil yalınlıkla ilgili. Girdiğimiz ormanda hep beraber kaybolduğumuzu hissediyorsun. Sesleniyorsun ve o seslere karşılık sesler şiirlerin yayımlandıkça gelmeye başlıyor; “İskender biz buradayız,” diye... Onlara yaklaşıyorsun ve o vefa duygusuyla insanlar bir araya geliyor. n 1970’lerin ortasında şiir dünyasına gözlerini açsaydın yine aşağı yukarı böyle bir yerden seyrederdin. Biraz daha zor olurdu, doğru. 1970’lerin kültürel ikliminde bazı şeyleri kırabilmek güçtü. Bu noktadan yürüyerek bir başka meseleye değinmek istiyorum. Yaklaşık on yıldır, sevdiğim şairlerin ilk kitaplarındaki ilk dizelere bakıyorum. Turgut Uyar’da, Edip Cansever’de, Gülten Akın’da, Cemal Süreya’da... hep aynı şeyi görüyorum. İlk dizeleri, kaderleri gibi şairleri takip etmiş. Sende de böyle... n “Asmadan önce beni, bana o bilmediğim kuşları anlatın.” n Güçlü bir itiraz duygusu. Burada başka bir maya, başka bir doku var ve tabii her güçlü şiir gibi tamamlanmamışlık hissi veriyor. En azından bir okurun olarak bana... Dünyadaki dil okulları içinde Türkçeyi hep çok önemli bulmuşumdur; sadece yazdığım dil olduğu için değil. Senin ekleyeceğin bir şey var mı buna? Yani dilinin, elinin altında bir şiir var mı? n Sözcükleri önce sözlük anlamlarıyla algılayıp sonra hayata uygulamayı severim. Rüzgâr diyorsam bir şiirde rüzgâr olmalı. Buna çok dikkat ettim. Biz şairler önemsediğimiz meseleleri anlatırken ister istemez bazı kelimelere sıkışıp kalırız. Aslında şiirin belki de en büyük problemlerinden biri bu. Oysa sözlüğe baktığımızda hiç şiire girmemiş yüzlerce kelime görürüz. Bunlar bana reddedilmiş, aileden dışlanmış, yüzüne bakılmamış kelimeler gibi gelir. Çok eskimediyse onları tekrar kazanmanın yolunu ararım. Onları bağışlayarak kalbine çekip alan şairleri her zaman çok sevmişimdir. Bunların peşinden gitmek şairin en güzel sorumluluklarından ve mutluluklarından biridir. İnsan dünyadan çekilip gitse bile mutlaka bir eksiklik duygusu kalacaktır bana göre çünkü hangi kelimeyi alsan bir başka kelimeyle birlikte geliyor. O anlatmak istediğin şeyi başka bir alanda tekrar besliyor ya da çarpıtıyor, çürütü >>yor. İnsan zaten gereksiz bir canlı; bütün dünyayı, gezegeni mahvet 10 12 Temmuz 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle