Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Neden hırçındır bazı kadınlar? Jane Austen, duyguların açıkça ifade edilemediği, kadının yaşamının sınırlandırıldığı ortamı romanın avantajı için kullanmayı başarıyor “Emma”da. Konuşmaların hemen hepsini çift anlamlı kılarak neredeyse bir gerilim romanı tadını yakalıyor anlatısı. J ane Austen, romanları içinde en çok Emma’yı (Çev.: Nihal Yeğinobalı, Can Yay.) sevmiş, gerçekten de en çok emek verdiği, en karakteristik ve en uzun (480 sayfa) romanıdır; tüm bunlara rağmen, Emma Woodhouse muhtemelen en sevdiği kahramanı değildi. Diğer Austen kadın kahramanlarından farklı karaktere sahiptir Emma. Okurda uyandırdığı ilk duygu da sevgi değil, kızgınlıktır. Emma gibi kızların hikâyesi bir edebiyat geleneğidir. Folklor araştırmacısı Jan Harold Brunvand, edebiyatın hırçın kızlarını derlediği kitabında “The Taming of the Shrew: A Comparative Study of Oral and Literary Versions” (Routledge, 1991) bu konuda sözlü ve yazılı 400 öykü örneğinden söz ediyor. Elbette bunların içinde en bilineni, William Shakespeare’in dilimize Hırçın Kız ya da Huysuz Kız adıyla çevrilmiş beş perdelik komedisi. Shakespeare’in eserindeki “shrew” sözcüğü negatif anlamları fazla olan, dırdırcı, hiçbir şeyi beğenmeyen, huysuz kadınlar için kullanılan bir deyim ama her seferinde salt kötülükten oluşmuyor bu kadın karakterler. Sadece bir kadın karakteri olarak değil, bir konu gelişmesi olarak ele aldığımızda bu türün ortak yapısını görüyoruz: Başta kötü huylarıyla hırçın biri olarak tanınan genç kadın, evlendikten sonra uysallaşır ve sonunda örnek bir kadına dönüşür; tam da Shakespeare’in başlığındaki gibi bir süreç söz konusudur; bir yaban hayvanı gibi evcilleştirilmiştir... ANTİKÜLKEDİSİ Jane Austen, Shakespeare’in Kate’inden iki yüzyıl sonra Emma ile farklı bir hırçın kız portresi sunar. Romanın ilk satırı bizi farklı bir öyküye hazırlar: “Emma Woodhouse, güzel, zeki, varlıklı bir kızdı. (…) pek az sıkıntı, üzüntü çekmişti.” Jane Austen aslında bu ilk cümlede söylediğinden fazlasını ima eder. Emma için “güzel” değil, İngilizce yakışıklı anlamına gelen “handsome” sözcüğünü kullanır. Genelde kadın lar için kullanılmayan “handsome” ile Emma’nın sıradan bir genç kız olmadığına vurgu yapar. Emma’yı betimlemek için kullandığı ikinci sözcük İngilizce “clever,” aynı yakışıklılık gibi erkeksilik çağrıştırır, akıllı ve uslu çağrışımları yapacak “smart” yerine “clever” demeyi tercih etmesi rastlantı değildir. Üstelik Emma’yı antiKülkedisi yapan bir diğer özelliği, varlıklı oluşudur. Ekonomik açıdan kimseye muhtaç değildir. Şimdi, bu üç özellik o çağda bir genç kızda arzulanacak, övülecek ya da değerli bulunacak karakteristikler olmadığı için Austen, romanın ilk satırında farklı bir öykü anlatacağını hissettirir. Diğer romanlarında, örneğin Aşk ve Gurur ya da Kül ve Ateş’te, maddi sorunlar yaşayan ailelerin kızlarıdır başkahramanlar. Evlilik sadece toplumsal gereklilik değil, yaşamsal zorunluluktur. Zorlukları göğüsleyip sonunda mutlu sona ulaşmaları, yani varlıklı ve yakışıklı ve genç ve soylu bir adamla evlenmek zorundalardır. Emma ise diğer melod ram kahramanlarının ancak mutlu sonda ulaşacağa her şeye sahiptir, ayrıca onun özgür olduğunu ve çevresindekileri yönetmeyi sevdiğini de hemen ilk sayfalarda söyler Austen. Varlıklı bir aileden gelmesi, kimseye boyun eğmek zorunda olmaması, birlikte yaşadığı babasının otoriteden yoksun edilgen bir adam olması… Bütün bunlar onu her şeye karar veren evin hanımı yapar. Üstelik daha yirmi yaşındadır. Emma’nın çevresindeki karakterler bariz bir şekilde ikiye ayrılır: Kolaylıkla hükmettikleri ile hükmedemediği için uzak durdukları. Birinci grupta babası, dadısı ve himayesi altına aldığı Harriet vardır. İkinci grupta ise onu yeri geldiğinde azarlayan Bay Knightley ile zekâ ve kültür açısından kendine denk olan Jane... Ama Emma, Jane’in dostluğu yerine kolay idare edeceği Harriet’i seçer. DOMİNANT KADIN KAHRAMAN Jane Austen toplumsal davranışları romanlarının merkezine taşıdı, nezaket ve edep kurallarının bireyi nasıl şekillendirdiğiyle ilgilendi. Çağdaşı romantik şairler o dönemde Fransız Devrimi etkisiyle yeni gelişen tutkulu düşünceler peşindeydi. Austen ise duyguların akıl ve tutarlılıkla yönetiminden yanaydı. Percy Shelley ve Lord Byron gibi şairler özgürce seyahat edip kişiliklerini farklı kültürlerin etkisiyle geliştirirken Austen tanıdığı sosyal sınıfı mercek altına alabilirdi ancak. Kadınların klostrofobik iç mekânlara bağlı yaşamları anlattı o da bu yüzden. Emma gibi kahramanlar da tüm zekâsını çöpçatanlık benzeri boş işlere harcamak zorunda kalıyorlardı. Ama Austen duyguların açıkça ifade edilemediği, kadının yaşamının sınırlandırıldığı bu ortamı romanın avantajı için kullanmayı başarıyor Emma’da. Konuşmaların hemen hepsini çift anlamlı kılarak, neredeyse bir gerilim romanı tadını yakalıyor anlatısı. Emma zeki bir kız ve çevresini kontrol etmeye alışkın, bu alışkanlıkları dışına çıkınca, mesela çevresindeki erkekler onun tahminleri dışında duygular besleyince, oyunu bozuluyor. Austen ilginç bir şekilde Emma ile birlikte okuru da konunun dışında tutmayı başarıyor. Çift anlamlı sözlerinin ancak roman bittikten sonra ikinci anlamları anlaşılıyor. Shakespeare’in Kate ile yeniden karşılaştırırsak; Emma aynı şekilde hırçın değil çünkü ortamı kontrol ettiğini sanıyor. Kate’i hırçın kılan şeylerin başında babasının kötü bir adam olması, onu istemediği hâlde zorla evlendirmeye kalkışması, uysal başlı kızkardeşini daha çok sevmesi ve kimsenin ona ne istediğini sormaması yatıyor. Emma ise bu noktalarda tam tersi bir ortam içinde yaşıyor. Kate ile aynı durumda olsa mutlaka onun gibi başkaldırırdı düşüncesini veriyor Austen bize. Emma’yı daha uysal görünür kılan şey, her şeyin istediği gibi gitmesinde yatıyor. Bu yazıyı da aslında tam bunu demek için yazmak istedim; hırçınlık Doğu ve Batı edebiyatında yüzyıllarca kadının bir kusuru olarak ele alınmış ve onu hırçın kılacak nedenler üzerinde düşünme gereği duyulmamış. Emma ile Kate karşılaştırması bunu gözler önüne seriyor. n 6 20 Aralık 2018 KItap