Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HONORE DE BALZAC’TAN “ÇALIŞANIN FİZYOLOJİSİ” Bürokrasi çarkları ve kahramanları Honoré de Balzac’ın, ilk kez 1841’de yayımlanan kitabı “Çalışanın Fizyolojisi”, modern şehir yaşamının çok önemli bir parçası olan ofisi ve çalışanlarını merkeze alıyor. Balzac, on dokuzuncu yüzyıl bürokrasisi ve bu bürokrasi çarklarının nasıl işlediğinin resmini çiziyor aslında kitapta ancak her klasik gibi sadece çağına değil tüm zamanlara ses veriyor. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr I talo Calvino, ünlü Klasikleri niçin Okumalı? adlı denemesinde şunu söyler: “Bir klasigˆi her yeniden okuma, ilk okuma gibi bir kes¸if okumasıdır.” Hemen ardından da “Bir klasigˆi her ilk okuma, aslında bir yeniden okumadır” aynı zamanda diye ekler. Calvino’nun bu saptamaları, klasiklerin “zaman”ı, daha doğrusu “zamansız”lığı üzerine düşünmeye iter bizi. Her ne kadar on yıllar öncesinde yazılsalar da klasikler, bugünle ve bizimle konuşmalarını sürdürür. Yazıldıkları devri kaplamalarının yanında, bugünü de tüm doğallığıyla avuçlarının içine alırlar çünkü ele aldıkları meseleler ve yazılma amaçları salt yazıldıkları günün dünyasını okuruna iletmek değildir klasiklerin. Bu türden eserlerin sayfaları arasında dolaşırken yazarlarının müthiş gözlem gücüyle bir devir tüm renkleriyle canlanır elbette ama burada esas takılmamız gereken nokta, bu canlanan dünya içinde dolaşan insanlar olmalı. İnsan doğasını, ruh dünyasını ve insanların bulundukları dünya içindeki konumlarını öylesine derinlikli ele alır ki klasikler; çağları aşan, her devirde kendini yenileyen, her insana kendini anlatmayı başarabilen, üstelik bunu da tüm doğallığıyla yapan eserler hâline dönüşürler. Bu bağlamda kendi zaman larından geleceğe yazılmış ve her geçen gün yeni bir hikâyeyle yeniden yazılan kitaplardır bunlar. Yazarlarının değil, okurlarının yazdığı eserlerdir. Dostoyevski bugün hâlâ okunuyor ve aşılamıyorsa devrine değil evrene ses verebildiği içindir. Peki, şimdi bu söylenenlerden sonra, Calvino’nun saptamalarının yanına; klasiklerin söyleyeceklerini her devirde, her yeni olayla yeniden doğurduğunu söylesek kim itiraz eder? YÜZ SEKSEN YIL SONRA TÜRKÇEDE Honoré de Balzac’ın, yayımlanışının ardından yüz seksen yıl sonra Türkçeye çevrilen kitabı Çalışanın Fizyolojisi’nin sayfaları arasında dolaşırken akla takılanlar hemen yukarıda kaleme gelenler. 1841’de yazılmış bir eser olarak bugünle hâlâ konuşabilmesi, aslında Fransa’nın bürokrasi çarklarının içinde yer alan insanları anlatıyorken aynı zamanda tüm dünyada bu çarka takılanların portresini çıkarabilmesi ve daha da önemlisi müthiş gözlem gücüyle en küçük detaydan derinlikli bir ruh dünyası tahliline girerek her devirde yaşayabilecek “tip”ler ortaya koyması; Çalışanın Fizyolojisi’ni, yazının girişinde de bahsedilmeye çalışılan klasiklerin arasında düşünmemize yeter sebep. Bu anlamda bir “klasik”in neden “klasik” olarak anılabileceğinin cevabını veriyor aslında Balzac bize bu kitabıyla. Çalışanın Fizyolojsi elbette bir başyapıt değil. Balzac’ın, elli bir yıllık kısa ömründe ortaya koyup bugüne taşınan dev külliyatı içinde çoğu kişi için esamisi dahi okunmayacak türden bir kitap hatta belki ama hem klasiklere yaklaşma bağlamında okuruna verdiği yanıtlar için hem de ortaya koyduğu tablonun bugün hâlâ geçerliliğini korumasından dolayı kitap ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Kaldı ki Balzac’tan söz ediyoruz, Türkçede ilk kez yayımlanan bir eserinden... Bu bile aslında Çalışanın Fizyolojisi’nin sayfaları arasında dolaşmaya başlamak için gerekli motivasyonu sağlıyor okura. KAPILAR ARDINDAKİ DÜNYA Balzac’ın “Fizyolojiler” dizisi, genel anlamda gerçekle sıkı ilişki içinde olan fakat barındırdığı ironiyle bu gerçeklikler dünyasını renklendiren farklı hiciv denemeleri olarak dikkat çeker. Türkçeye “Evliliğin Fizyolojisi” olarak çevirebileceğimiz “La Physiologie du mariage” böyledir örneğin. Ya da Zarif Bir Yaşam Üzerine adlı çalışması, modernitenin önemli ve üzerine çokça düşünülen konularından biri olan modayı, aynı şekilde “fizyolojik” bir tahlile girerek mizahi bir dille delik deşik eder mesela. Çalışanın Fizyolojisi ise modern şehir yaşamının çok önemli bir parçası olan ofisi ve çalışanlarını merkeze alıyor. Bu türden çalışmalarında Balzac, dönemin Fransa toplumuyla ilgilenen “üst düzey bir gözlemci” ya da her şeyi geleceğe bırakmak isteyen bir “kronikçi” gibi davranır. Eleştirel bir bakışla, yapılma ması gerekenleri de işin içine katarak portreler bütünü sunar. “Fizyolojiler”, Balzac romanlarına sağladığı malzeme, yazarına verdiği ilginç karakterleri kayıt altına alma fırsatı ve yaşamın hemen tüm alanlarına yayılmasını sağlayan bakış açısıyla da hem okuru hem yazarı için eşsizdir. Olağanüstü zenginlikteki ayrıntılar dünyası ve Balzac’ın keskin gözlem gücü öne çıkar bu kitaplarda. Görünenin ardındaki dünyadan okura çarpıcı fotoğraflar sunar yazar. Çalışanın Fizyolojisi’ni Türkçeye çeviren Münif Sair de kitap için yazdığı sunuşta; “Balzac’ın metni kapıların ardının keşfidir, ve tüm kapıların en şaşaalısı devlet kapısı da modern başlangıçların vakanüvisinden nasibini alır” der ki çok doğru... Balzac, gözünü kapıya değil anahtar deliğine dikmiştir bu kitapta. Yine Münif Sair’in bir saptamasından devam edersek “Önce Osmanlı, sonrasında da Cumhuriyet’in tevarüs ettiği Fransız devlet teşkilatı modelini yakinen tanıyoruz,” diyor çevirmen kitapla. “Dolayısıyla burada karşılacağınız şahsiyetler hem edebiyatımızın hem de hayatımızın parçası oldu ve yeni veçhelerle (‘beyaz yaka’) aramızda dolaşmaya devam ediyor.” Yani “asla eskimeyen” ve gidişata bakılırsa “eskimeyecek” bir dünya Balzac’ın Çalışanın Fizyolojisi’yle çizdiği. Sanayi Devrimi’nin ardından ortaya çıkan ve bugün kıyafet değiştirse de ruhunu aynen koruyan bir organizma söz konusu. Fransa bağlamında ele alıyor elbette Balzac bu bürokrasi dünyasını fakat evrensel şikâyet noktalarından birinden bahsedeceksek eğer bunun başına insanların yaşadığı “bürokrasi savaşları”nı koymak mümkün. Kitap da bu savaşların altında kimlerin yattığını gösteriyor aslında. “Bürokrasi” deyip geçmemek gerek. Sonuçta Kafka, Dava’yı boşuna yazmadı. Tüm zamanların en önemli hiciv öznelerinden biri olan bürokratik dünyayı bir kez de Balzac’ın gözlerinden, Türkçede okuyabilmek önemli. n Çalışanın Fizyolojisi / Honore de Balzac / Çeviren: Münif Sair / Vakıfbank Kültür Yayınları / 114 s. 10 20 Aralık 2018 KItap