18 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kasabamız Toplumbilimsel açıdan söylüyor değilim ama yazınsal açıdan taşrayla kasaba arasında farklar bulunduğu öne sürülebilir sanırım yine de. Taşra tek boyutluluğun simgesi olarak alınsa da kasaba, dinamik öğeleriyle farklı bir kentsel filiz çünkü… G önül Çatalcalı’nın Eşiktekiler (Tekin, 2017) adlı romanına yer açarken bu yapıtın yanında “kasaba” gerçekliği konusuna yeniden döneceğimi eklemiştim. Sonrasında Hüseyin Yurttaş’ın KaraçoYolların Bittiği Yer (Tekin, 2017) adlı romanını okuyup da Çatalcalı’nın 1950’lerden baktığı coğrafyaya, Yurttaş’ın işgalle birlikte başlayıp ileri geri sarışlarla bunu on yıllara yaydığını gördüğümde, hele bayram günlerine vardığımızı da gözleyince tamam dedim, kasaba olgusunu sıralamanın zamanı gel di… Sahi, “kasabaya bakmak”, yazınsal açıdan nasıl bir şey dersiniz? HÜSEYİN YURTTAŞ; “KARAÇO”… Yazarın açıklamasıyla “Karaço / Karoça: Üstü bir ölçüde kapatılmış, faytona benzer, yük ve insan taşımaya yarar at arabası” (18). Yapıt, adını buradan alıyor görünse de Fakı adlı ana karaktere, kullandığı araçtan ötürü yakıştırılmış takma ad bu: “…[H]erkes onu hayıt çubuğundan örtüsüyle faytona benzetilmiş arabasının adıyla, ‘Karaço’ diye anmaya başladı. Asıl o günlerden sonra Fakı adı giderek belleklerde geriye düştü; Karaço herkesçe bilinir oldu” (151). Kim peki Fakı? Romanda, “Not Defteri” aracılığıyla bütünleyici işlev de üstlenen anlatıcının üvey amcası. Ne ki sevilmeyen, cenazesinde bile insanların sırt dönme eğilimi sergilediği biri o. Romanın ilerleyen sayfalarında içi kin bağlamış adamın bir Kurtuluş Savaşı gazisi olduğu hâlde neden sevilmediğini anlarız. Henüz çocuk yaşlarda, yakınları, gözleri önünde Rum çetecilerce öldürülmüş, Kurtuluş Savaşı, onun için artık bu insanların “tamamını” (167) yok etmeye dönüşmüştür. Hüseyin Yurttaş, bir antikahraman bağlamında “Karaço”nun sevilmeyişindeki gizi son satırlara dek koruyor, böylece [email protected] www.sadikaslankara.com anlatıyı da istim üzerinde tutuyor. Ne ki yineleniyor görüntüsü vermese de dolgu ayrıntı bolluğu, kimileyin bunlardaki çakışma, zaman zaman göze çarpan yazım yanlışı, okuru, polisiye havasındaki romandan koparıyor yer yer. Ancak Karaço, İzmir’in kuzeyindeki kasabalara tuttuğu yakınsal mercekle ele alındığında bu çerçevede yüzyıl öncesine dönük bir canlandırma, ötesinde sözlü tarih belgeseli bağlamında önemli işlev de taşıyor. Özellikle kasaba eşrafının sınıfsal yapısından gelen kaypak davranış kadar kavi duruş, TürkRum kardeşliği kadar ayrı ayrı ya da birlikte oluşturulan çeteler, sıkışmışlığın yanında yaşamın ancak kaçılıp sığınılarak, hatta “sığıntı” hâline gelinerek sürdürüldüğünü ele veriyor. GÖNÜL ÇATALCALI; “EŞİKTEKİLER”… Gönül Çatalcalı, Eşiktekiler’de, aynı yörenin yuvarlamayla kırk yıl sonrasına bakarken tam bu noktadan kasabayı neşterleyip önümüze getiriyor. Yurttaş, romanındaki anlatıcının bakışını etkin kılıyordu, Gönül ise ana karakter olan hekimin İstanbul’dan bu Ege kasabasına sığınışıyla başlayan anlatısında tek tek kasabalının da iç dünyasına dokunarak enikonu “kasaba psikolojisi” diyebileceğimiz bir somut bütünlük getiriyor okur önüne. Kazananla yitirenin karşı karşıya çıkarılarak değil yan yana buluşturularak ama yine de yatay olmaktan çok dikey derinlikle yapılandırılıp yerleştirildiği kasaba dokusu, böylece bütün canlılığıyla gözler önüne seriliyor. Karaço’daki kasaba topluluğu yapılan ması, Eşiktekiler’de artık tamamlanmış, sınıfsal değişim dönüşüm de öncekinin sonucu olarak iyiden iyiye belirginleşip yerine oturmuştur. Hüseyin Yurttaş’ın, önsözde dile getirip öngördüğü “belgesel roman” sınırlaması içinde kalması, okunurluğa kazandırdığı kıvraklık dışında apaçık bir elkol bağlanmasına dönüşüyor. Bu da kurmaca karakterlerin ancak bu şekilde yapılandırılmasına yol açıyor kuşkusuz. Kasabadaki dinamikler açısından zengin açılım getiren Gönül Çatalcalı, bir “kasaba ahlakı”nın oluşumundaki koşullara da odaklanıyor. Olgu, yaygın örnekleriyle kasaba ahlakına değgin verileri gözler önüne sererken alabildiğine derinleşen bir kavramsallığın da önünü açıyor bana göre. Her iki romandaki kadıncı bakışın, barışa, evrensel değerlere uyarlığın özellikle altı çizilebilir. Kuşkusuz kasaba, tutucu yanlarıyla kentlilik bilincinin çok ötesinde ancak “taşra” kavramına göre dinamik filizlere sahip bir damar. Bu nedenle taşranın tek boyutlu bungunluğu, bataklığı, kasabanın her an diklenişe hazır dinamikleriyle aşılabilirlik sergiliyor. Gönül Çatalcalı, Eşiktekiler’de kasabanın bu tür gizil yanlarını da yansıtıyor ayrıca. Bu arada kasabanın dünya yazınıyla bizden öteki karşılıklarına da bakmak gerekiyor elbette. Ama tek yazıda ne söylenebilir? Kurtuluş Savaşı kasabalarından günümüze gelen süreçte, başta İzmir olmak üzere Balıkesir’den, Alaşehir’e, Nazilli’ye, tüm Ege kasabalarının estirdiği coşku üzerinde özellikle durulabilir bu bağlamda. Geldik mi İzmir’e… Hey gidinin Güzel İzmir’i, dün 2630 Ağustos’tu, yarın bayram, ertesi gün 9 Eylül. Huzurla, ağız tadıyla geçireceğin nice bayramlar, 9 Eylüller sana göz bebeğimiz, “Gâvur İzmir’imiz”… Gelin, yayınını Turgutlu kasabasında sürdüren bir dergimize de gönül dolusu selam eyleyelim. Sanatsever NurgülCüneytKaan Tanyeri ailesinin yayımladığı Kasabadan Esinti’ye. Sen bin yaşa kasabanın delisi, e mi! n ÖYKÜDENLİK... Emir Çubukçu; “Günün O Belirsiz Vaktinde”… İ lk öykü kitapları da ilk romanlarla aşık atarcasına evecenlik yansıtıyor. Ama bunların romanlara göre düzeyce daha belirgin bir yükseklik sergilediği görülebiliyor. Son örneklerden biri de Emir Çubukçu’dan geldi bana göre: Günün O Belirsiz Vaktinde (Can, 2017). Emir Çubukçu’nun ilk kitabındaki öykülerin ortak özelliği, her birinin farklı biçemle yapılandırılmaya çalışılırken bir yandan bunların açık biçimli anlatılar olarak örüntülenmesi, öte yandan öykülerin yazılış serüveninin anlatıya eşlik etmesi. Yazım serüvenindeki bu sarmallık karşılıklı çatışmayla, arada bir anlatıcıokur ikilemi öne geçirilerek gerçekleştiriliyor. Zaten Çubukçu da okurla söyleşen bir anlatıcı gezindiriyor öykülerinde sürekli. Anlatıdaki ayırıcı yanlardan biri bu. Her bir öykünün farklı biçemle kaleme getirilmeye çalışıldığını söyledim. Örnekse “Kelebekler”, “Afetten Sonra” ne denli farklıysa “Haksızlık”, “Gecenin Olağan Tortusu” da bu ölçüde farklı. Ne ki “Afetten Sonra”, âdeta nazire olarak nasıl Hasan Ali Toptaş anlatısı hâlinde görünüyorsa “Haksızlık” da yazarı ayırdında olsun olmasın bir Haldun Taner oyunu havasında çalım yapıyor. Kaldı ki Emir, tiyatrodaki dramatik akslara hayat taşıyan çatışma, çelişki olgularını öykünün hizmetine koşmakta alabildiğine hünerli. Nitekim söyleşim örgüsüyle yapılandırdığı, kısa oyun olarak da alınabilecek “Konuşma” öyküsü, bunu bir kez daha ortaya koyuyor. Özetle “hikâyenin civcivleneceği zamanı” (43) iyi bilen bir yazar o. Bundan böyle dikkatle izleyeceğim Emir Çubukçu’yu. n KItap 1331 Ağustos 2017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle