20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İRFAN YALÇIN’DAN “UZUN BİR YALNIZLIĞIN TARİHÇESİ” ‘Sürgün’ her yerde... “Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi”, ilkin 1991’de yayımlanıyor. Ardından baskı yenilenmiyor ve roman uzun süre okurundan uzak kalıyor. Bugün ise aradan geçen yirmi altı yılın ardından, yeniden okurla buluşuyor. DEFNE MORGÜL “Bir düş mü, bilmiyorum; gerçekle düşü mü karıştırıyorum, bilmiyorum; her şeyi düşleştiren zamanın bir oyunu mu, bilmiyorum.” Hayalle gerçek arasında gidip gelen bir kurguda; dönemin gerçeklerine çıplak başlıklar atmayı tarih kitaplarına bırakarak; insanı varoluş gerçeğine yaklaştıran bir sürgünün romanı Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi. Bir dönemi, insan olmanın penceresinden anlatıyor İrfan Yalçın; çelikten bir kırılganlıkla... İkinci Dünya Savaşı yılları. Anadolu’da bir sürgün kenti. Kent: Kahramanımızın sürgüne gönderildiği ıssızlık. Suçlu: Bir şiir. Suç: İnsanın sevmek becerisi... Açlıkla terbiyenin sorgulanmadığı; yaşama tutunmaya çalıştıkça toplumun iterek büyüttüğü o onulmaz uçurum. Çalmadığınız kapıların yüzünüze kapandığı; açlığın, yalnızlaştırılmanın, dışarıda bırakılmanın insan onurunu incittiği sitemsiz bir yalnızlık. Bir dönemin hikâyesi... BİR SINAV, NE KADAR ZOR OLABİLİR? Hikâye, bir olay örgüsü içinde, zaman sıçramalarıyla başlıyor. Kahramanımızla birlikte, neden orada olduğunu bilmediği bir sorgu odasında, aklının anlık hafızasında yolculuğa çıkıyorsunuz. Başlangıçta olayları bir zaman dizinine oturtmuyor yazar. Kişileri tanıtmıyor, yalnızca bahsediyor. Neler olduğunu anlatmıyor, adı konulamayan birtakım olayların geliştiğine şahit tutuyor sizi. Okuru, gerçekle düş arasında, incecik bir çizgide yürütüyor. Kurgunun gücünü ise sayfalar ilerledikçe olayları, nedenleri ve kişileri şüpheye yer bırakmayacak şekilde bildiğinizi Yarın toplumu var edecek bir neslin düşün dünyasının, İrfan Yalçın nahifliğinde şekillenmemesi ne büyük kayıp. fark ettiğinizde anlıyorsunuz. Okurun zekâsından şüphe duymayan bir nezaket... İrfan Yalçın’ın kalemiyle tanışmak onurlandırıyor. Ve sürgün yılları başlıyor... Yazar, dönemin toplumsal yapısını; toplumun karakteristik özelliklerinin her birini, ana karakterin karşısına çıkarttığı bir başka karaktere yükleyerek resmetmeyi seçiyor. Onu, karşılaştığı insanlarla daha kırılgan bir yalnızlığa taşıyıp kendi içinde başka bir sürgüne göndererek kat kat soyuyor ve oradan anlatmaya başlıyor. Yani içeriden. İnsanın kendi içindeki sürgün yerinden... Sürgün gönderildiği şehirde, “günahkâr” ev sahibinin açtığı kapıyla, toplumun “günahkâr ve hain” ilan ettiği kendini dışarıdan izliyor önce. Onunla birlikte, kabul edilmenin insanı iyileştiren eliyle tanışıyor. Birbirlerinin sessiz yoldaşları oluyorlar. Tek arkadaşı köpekli bakkalın köpeğinin ardından döktüğü gözyaşı, insan kalabilmenin, koşullardan bağımsız olduğunu anlatıyor. Hayat önce yolu gösteriyor, sonra sınamak için dışarıda bırakıyor. Köpekli bakkalın gidişi ve ev sahibinin ölümüyle tek başına kalıyor kahramanımız. Bir yandan açlığa, bir yandan dayatılan onursuz yaşama direnirken en çok da içindeki “Yaralı Hayvan”ın, onu umutsuzluğa inandırıp teslim etmesine direniyor. Yani kendine! Peki, bir sınav, ne kadar zor olabilir? “SESSİZCE AYRILIYOR GİBİYİM KENDİMDEN…” Aziz Nesin, Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi romanı için Yalçın’a yazdığı mektubunda, “Beni yazmışsın, beni anlatmışsın, yani bütün sürgünleri...” diyor. Öyküdeki ana karakterin bir adı yok. Kentlerin de öyle. O, bütün sürgünlerin kendisi; kentler, dönemin çıplak bir portresi. Sanki kulağımıza eğilip şöyle fısıldıyor: “Bana isimleri sorma sevgili okur. Sana, başka bir gerçeği anlatıyorum. Oraya bak.” Uzun bir süre şiiri bekliyorsunuz bir okur olarak. “Bunca kayıp yılın ve yalnızlaştırılmanın hak görüleceği ne yazmış olabilir ki?” merakında kalıyorsunuz. Sonra usulca utanıyorsunuz kendinizden: “Hangi neden böyle bir ‘koparılışa’ gerekçe olabilir? Hak mı verecektin?” Yalnızca kahramana değil, size de kendinizi sorgulatıyor. Acıtmadan, şiir gibi bir anlatımla, “Sessizce ayrılıyor gibiyim kendimden” diyor. Sessizce ayırıyor sizi kendinizden. Kapınıza bir umut bırakıyor sonra: “Öyle bir duygu ki, hep çoğalıyor yüreğim” diyor. Kırmadan, dökmeden, dağılıp kendi üzerinize dökülmenize izin vermeden soruyor sonra: “Neyi çağırabilirim, umuttan başka?” İnsanın düşünme biçimi; okuduğu cümlelerle soluklanır ve şekil alırmış. Nasıl düşünüyorsanız öyle hissetmeye; nasıl hissediyorsanız öyle yaşamaya başlıyorsunuz sonra. Yarın toplumu var edecek bir neslin düşün dünyası nın, İrfan Yalçın nahifliğinde şekillenmemesi ne büyük kayıp. Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi, ilkin 1991’de yayımlanıyor. Baskı yenilenmiyor. Bugün ise aradan geçen yirmi altı yılın ardından, yeniden okurla buluşuyor. BİR KEŞİF... Kitap, yazarın ilk romanı değil. İlk olarak 1974’te Pansiyon Huzur’u kaleme alıyor ve Milliyet Yayınları’nın roman yarışmasında ikinciliğe değer görülüyor. 1978’de çıkan Genelevde Yas romanı, 1985’te, 14 Numara adı ile beyaz perdeye taşınıyor. 1979’daki Ölümün Ağzı, 1980 TDK Roman Ödülü’nü alıyor. Aynı yıl (1980) yayımlanan Fareyi Öldürmek, 2015’te, İçimdeki İnsan adı ile sinemaya uyarlanıyor. 1983’te yazdığı Büyük Soytarı, 1991’de Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi ve 1995’te yayımlanan Annem, Babam ve Ben romanlarını; 2008’de, doğduğu kentin öyküsünü anlattığı İçimdeki Zonguldak, 2014’te yayımlanan Engerek ve yine aynı yıl yayımlanan Son Bahçeler kitapları takip ediyor. 2009’da çıkarttığı Yorgun Sevda ise Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne layık görülüyor. Görünen o ki son birkaç kuşak olan bizlerin, kitaplıklarda geniş bir yer açması gerekiyor. Geç kalınmış bir keşfin kâşifleri olarak... n Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi / İrfan Yalçın / h2o Kitap / 144 s. 18 21 Aralık 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle