06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MARİO LEVİ’DEN “YANLIŞ TERCİHLER MAHALLESİ” ‘Edebiyat bir keşif yolculuğudur ’ Mario Levi, “Yanlış Tercihler Mahallesi”nde, farklı anlatım teknikleri deneyerek ilişkileri, kırgınlıkları, yalnızlıkları, umutları ve hayalleri; ‘yanlış tercihleri’ anlatıyor. Levi ile yeni romanını ve edebiyatın sınırlarını konuştuk. REYYAN BAYAR [email protected] H atırlamak ve yaşamak... Yeni roman genel olarak bu iki kavram üzerine kuruluyor sanki. Ne dersiniz? n Evet, doğru derim. Ama sadece bu kitap özelinde bir durum değil bu. Galiba tüm kitaplarıma hâkim olan ve sürekli döndüğüm temalardan. Hatırlamak ve paylaşmak benim için her zaman büyük bir önem taşıdı. Çünkü edebiyatın temel işlevlerinden biri olduğuna inanıyorum bunun. Bazı gerçeklere tanık oluyorsunuz ve onları unutturmamak istiyorsunuz. Yani unutturmamak da var bu işin içinde. Tabii ki bu kitabı açıklayabilecek tespitlerden biri de bu. İnsanlar böyle yaşıyor bu çünkü, birbirleriyle dertlerini paylaşarak veya birbirlerinin acılarından güç alarak. İnsanların acılarını ve hikâyelerini anlatıyorum. Yeni anlatım arayışlarının peşine düştüysem de bir anlamda klasik romana da yakın bir yerde duruyorum ve ondan vazgeçemiyorum. Çünkü hikâye önemli benim için, o önemli olduğu sürece de yazmak hep var olacak. “KAHRAMANLARIM YETİŞTİĞİM ORTAMLARIN BİR SONUCU” n Kitapta da tanıklığın yüklediği sorumluluğu taşıyabilmekten ve susmamaktan söz ediyorsunuz. Bu edebiyat anlayışınıza nasıl yansıdı? n Bazı yaşananlara, ilişkilere, insanlara, gerçeklere ve olaylara tanık oluyorsunuz. Sonra onu bir edebiyat metnine dönüştürmek gibi bir hayal taşıyıp izini sürüyorsunuz. İşte o zaman birtakım değişikliklere uğruyor gerçek. Sizin baktığınız gerçek, artık sadece sizin gerçeğiniz oluyor. Bulunduğum yerden yaşananlara böyle bakıyorum, diyorsunuz okura. Hâliyle hiçbir zaman bir edebî metinde gerçek, olduğu gibi yer almaz. Yazarın süzgecinden geçer ve dönüşür. O dönüşüm esnasında önemli olan, okuru gerçeklik duygusundan uzaklaştırmamak. Aslolan yazarın samimiyeti ve kendisini ortaya koyma cesareti. Bu biraz da bir cesaret işi ama bunu hangi üslupla ve yöntemle yapacağınız, bu size kalmış. n Bakış açısına değinmişken birçok röportajınızda kitapların aslında bir yanıyla otobiyografik nitelik taşıdığını dile getiriyorsunuz. Bu kitapta otobiyografinin sınırları nerede başlayıp nerede bitiyor? n Her yazılan otobiyografiktir fikrini savunurken ben aslında mutlaka başımdan geçenleri anlattığımı söylemek istemiyorum. Tanık olduğum, beni ben yapan hatta; sadece seyircisi kalmakla yetinmediğim, beni inşa eden birtakım gerçekler var geçmişimden gelen. Onlarla büyüdüm, bir yere geldim, yazar olma ihtiyacı duydum. Çoğaltabilirsiniz bu ihtimalleri. Örneğin, kitapta yer alan birçok kahraman var: Emel, Saadet, Meral, Nedret... Bir sürü kadın. Hiçbiri geçmedi Mario Levi, Reyyan Bayar’la birlikte hayatımdan. Fakat ben aslında onları tanıyorum. Çünkü onlar, hayatımda iz bırakan kadınlardan izler taşıyor. Ama hangisi hangisidir, sormaya bile gerek yok. Belki de bir kahramanımda birkaç kadın var. Onlar birleşiyor ve benim bu metindeki kadınım oluyor. Hiçbir yazar, kahramanını yoktan var edemez. Mutlaka geçmişinden veya hayat tecrübesinden izler vardır. Bu mutlaka yazarın hayatına cismiyle ve ruhuyla girmiş biri olmak zorunda da değil. Örneğin, bir film ya da roman karakteri sizi etkiler. Birtakım öğeler bilinçaltında birleşiyor ve bir kahraman inşa ediyorsunuz. Hâliyle bu kitap ne kadar otobiyografik, bilemem. n Yazarın doğup büyüdüğü, içinde yetiştiği ortamdan söz açılmışken coğrafyayı da alabilir miyiz bu paranteze? n Hakikaten coğrafyanın bir kader olduğunu düşünmek için çok sebebim var. Bu sebepleri ortaya çıkaranlardan biri de büyüdüğüm şehir; İstanbul. Şehrin yeni göç almış bölgeleri var. Benim onlarla alâkam yok. Çünkü ben eski İstanbul’da büyüdüm, oraya aitim. Kadıköy’den tutun Boğaz’ın Anadolu yakası, Şişli, Feriköy, Osmanbey... Bunlar, benim kader dediğim o duygumu yaratan ve pekiştiren mekânlar. Ama başka kaderler de var. Türkiye’de yaşamak örneğin. 1492’de atalarım İspanya’dan sürülerek Osmanlı’ya gelip İstanbul’a yerleşmeselerdi belki benim başka bir hayatım olacaktı. Böyle kötü bir olay olmasaydı belki bugün İspanya’da yaşayan, İspanyolca konuşan ve o dili seven bir adam olacaktım. Ama burada bu birliktelikten, yaşadığım çatışmalardan edindiklerim neticesinde bir dünya çıktı ortaya. Kendiliğinden, bütün doğallığıyla çıktı. Bu yüzden çok önemserim İbni Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözünü. Hatta belki bu kader, benim yazar olmamın yolunu açmıştır, bilemem. “İKİ YAZARLI ROMANI DENEDİM” n Kitaba dönemlim. “Anlatıcı ben değilim” diyorsunuz girişte. Fakat anlatıcı, bazı görüşlerinde sizden epey ilham almış gibi... n Öyle görünüyor. Olabilir, her yazar bir başka yazardan etkilenebilir. Bir mahzuru yok. Bu yüzden de benim hoşuma gidiyor bu etkilenme. Bugüne kadar bazı kitapları boşuna yazmadığımı söyletiyor bana. Demek ki birileri yetişmiş. Ama şaka bir yana, bütün bunları yapmamın en önemli sebebi: Ben artık, “Daha başka ne yapabilirim? Nasıl kendimi başka yollardan da ifade edebilirim?” sorularının izini sürmem anlatım teknikleri bağlamında. Bu arayışlar ve bu söyleyişler, aklımı dört beş yıldır kurcalayan bu soruların neticesi. Devam edeceğim. Her zaman söylediğim gibi edebiyat, bir keşif yolculuğudur. Ben yeni keşiflere çıktım. Çünkü hâlâ keşfedilebilecek, benim sınırımın ötesinde kalmış ve görmek istediğim yerler var. n Kitapta kurduğunuz üç ayaklı yapı da bu keşif yolculuğunun bir sonucu sanıyorum. Romanın hikâyeci üzerinden ilerlediği bölümler, hikâyecinin kendiyle konuşmaları ve siz olduğundan şüphelendiğimiz anlatıcının araya girişleri. Nasıl bir yapıydı romanda inşa etmek istediğiniz? n Bu kitapta aslında iki yazar var diyebiliriz; bazen aynı hikâyeyi anlatmaya çalışan bazen de birbiriyle çelişkiye düşen... İki yazarlı romanı ciddi bir şekilde denemek istedim. Sadece bir cambazlık yapmak istemedim, o kolay. Ortalık cambazlık yapacağım diye içerikten bütünüyle yoksun, beş para etmez, biçimselliği öne çıkarmış birçok eserle dolu. Ben bunu yapmak istemiyorum. Bir amacım var. Kitapta gerçeğin iki farklı yüzü üzerinde duruyorum. Çok doğru zannettiğiniz bir durumun ne kadar yanlış da olabileceğini göstermek istiyorum. Hayat da böyledir; tek bir gerçek olamaz. Zaman içinde, bakış açısıyla birlikte gerçeğe bakış da değişir. Örneğin sizin kadın benim erkek olmam bir gerçek, o değişmez. Söylemek istediğim, benim erkekliğimi nasıl yaşadığım ve bir başkasının beni nasıl görebileceği. Benim bazı gerçekleri gizlemek isteyebileceğim, bir başkasının gizlemek istemeyebileceği durumlar olabilir. Hayatın bu yönüne dikkat çekmek istiyorum. Kitapta Pertev Abi’nin, Anet’in, Emel’in hikâyesi anlatılıyor. Yaşlı hikâyecinin göremedikleri var. Onları da bize öteki yazar anlatıyor. Böylelikle hikâye farklı bir boyut kazanmaya başlıyor. İnsan ilişkileri de böyle; anlatılmayanlar, anlatılmak istenilmeyenler olabilir. Ben bu romanı okuyanların, “Bir de şu varmış” dediğinde, kendisine, “Acaba şu da mı vardı yoksa?” diye sormasını istedim. Yani okurun da kendi ihtimallerini ger >>çekleştirmesini. n Böyle araya girişlerdeki yaşama 14 26 Ekim 2017 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle