Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com Öykü sanatında üretken güç 1990’larla birlikte büyük yükselişe geçen öyküde Özcan Karabulut’un rolünü göz ardı etmemek gerekiyor. Nitekim öykücülüğümüzde yol açtığı ya da öncülük yaptığı kimi eylem, girişim türü örnekler, onun bu yöndeki işlevini fazlasıyla ortaya koyuyor. 1990’lardaki büyük öykü dalgasının 1950’lerden yarım yüzyıl sonra yeni bir “Altın Çağ”a karşılık geldiği artık apaçık görülebiliyor öykücülüğümüzde. Bu büyük dalgada iki olgu, öykünün önünü açmakla kalmadı, aynı zamanda ona yeni nitelik kazandırdı, değer ekledi. İlkin dizgeli öykü dergiciliği, hemen ardından “öykü günü” etkinlikleri başladı. Derken 14 Şubat Dünya Öykü Günü’yle birlikte yeni bir odak yoğunlaşması yaşandı. Doğru kökenden, doğru birikimden beslenen öykümüz, yazınımızda da büyük çığıra yol açtı böylece. Üç eylemde de öncülüğe soyunarak bunun âdeta bayraktarlığını yapan bir öykü yazarı vardı: Özcan Karabulut. Uzun zamandır sürdürdüğü eylemci yanıyla yazarlığının neredeyse önüne geçtiği düşünülürse bir anlamda öykücülüğümüzün ona vefa borcu taşıması gerekeceği öngörülebilir. Öte yandan bu tür olgular onda öykü evreni, karakter olarak da yansımalar buldu elbette kendisine. Anlatılarındaki geçirgenliğe karşın buna eklemlenen katılık, içe dönük kurulum, öykü karakterlerinde gözlenen ödünsüz, uzlaşmasız tutum; kan kustum kızılcık şerbeti içtim diyen bir iç hüznünün olup bitenler üzerine çıkarılıp sızdırılmasındaki etkileyici yansıtım, bi çemce yoğurum öykülerin geniş yayılım, etkileyim alanı yaratmasına da olanak sağladı. On yıllar içinde okuru azımsanmayacak yapıtla buluşturdu Karabulut. Son olarak Can tarafından yayımlanan kitaplarını sıralayabiliriz onun: Karşı Öyküler (1984), Hüzünle Bazı Günler (1990), Baştan Sona Yalnızlık (1997), Belki de Kaybeden Zaman (1998), Aşkın Halleri (2000)… Ne var ki on beş yıl içinde, sanki öykü dağlarında gezinişin “hikâye”si anlamında bir roman yayımlamakla yetindi yalnızca: Amida, Eğer Sana Gelemezsem (Can, 2008). Son olarak yayımladığı Muhteşem Tutkularımızın Bir Sonraki Saati (Can, 2016) ise hem daha önce yayımladığı öykü kitaplarıyla arasına giren uzun zaman dilimini gösterdi bize hem de farklı bir eşiği haberledi. Aşkın Halleri, öykü eylemleriyle kendini dağlara vurduğu önceki evrenin doruğu bağlamında alınabilir. Bıçkın bir erkek bakışıyla örüntülenmiş görünse de aslında erkeğin, ancak kadın varlıkla bütünleşerek bireyleşebildiğinin altını çiziyor bu örneklerde Özcan, tabii aynı zamanda insan soyunun. İşte Karabulut öykülerindeki yeni eşik, bu kavrayışın ele alınıp farklı yaklaşımlarla yapılandırılması anlamında alınabilir bana göre. ÖZCAN KARABULUT ÖYKÜCÜLÜĞÜNDE YENİ EŞİK… Muhteşem Tutkularımızın Bir Sonraki Saati’nde toplam altı öykü var. Önceki evrenin öykücülüğü sürüyor yine. Sözgelimi anlatıcı erkek karakter, sert tutum sergiliyor yine ancak bu kez onun daha uyumlu, hatta tam anlamıyla geri çekilmiş alttan alan bir tutukluk yansıttığı sezilebiliyor yine de. Otel odalarından vazgeçmiş değil yazar, insanlarla arasındaki ilişkilerde geçirgenlik sürüyor alabildiğine ancak kendisini sorgulayışında nefesin daha da açıldığını görüyoruz. Öyküsel öğelerin tümü yerli yerinde, anlatıcılar yine kadınları anlatıyor, bir erkek bakışıyla, değişen ne peki? Değişen bana göre, öyküye giydirilen biçemsel zenginlikle eril bakışın dişil bakış hâlinde anlatıya egemen kılınması. Kaldı ki Özcan’ın bütün öyküleri tek bir anlatıcıyla sürse de çoksesli, çok katmanlı. Açık biçimli, açık duruşlu. Aynı olguya, nesneye, ilişkiye pek çok kameradan bakılırcasına farklı açılardan getirilen yaklaşım öyküyü zenginleştiriyor. Cinsellik de apolitik değil öykülerde. Köktenci duruşuyla kadın ne denli kararlı davranırsa davransın tutumlarında dişil bir özgürlüğe sahip. Bu kavrayışın yapıttaki tüm öyküler için geçerli olduğu söylenebilir. Ülkede, dünyada olup bitenlere, kimileyin ayrıntılı biçimde yer açılsa da öykü çeperlerinden dışarı çıkılmıyor. Bunlar öykünün gereksinirliği anlamında anlatıya katılıyor, işlevini yerine getirerek köşeye çekilirken yolculuğunu öyküsel zaman içinde sürdürüyor. ÖYKÜDEN ROMANA ÖZCAN KARABULUT… Öykünün şiirle kurduğu bağlar üzerinde sıklıkla durulur… Aynı zamanda onun fazla söz kaldırmayacağı, romanınsa bir ölçüde kimi ağırlıkları, fazlalıkları karşılar göründüğü söylenir. Ama pek çok öykücünün roman yayımladığı gözlenirken ne söylenebilir, romanın şiire yaklaştığı da kestirilirken üstelik? Demek bir açıdan öykünün o baskılayıcı yanına karşı kaçış kanalı olarak alınıyor roman kimilerince. Böyledir, değildir, tartışılır elbette. Her şair, yazarın ana alan dışında kalem oynattığı tür ne olursa olsun bunda başarılı olacaktır denemez. Ne ki bir öykücü başarılı roman yazabileceği gibi, öyküde hiç kalem oynatmamış bir romancı da başarılı öykü örnekleri verebilir pekâlâ. Özcan Karabulut, Amida, Eğer Sana Gelemezsem (Can, Dördüncü Basım, 2017) adlı romanında öykülerinden bildiğimiz evrenleri, karakterleri bu kez Diyarbakır coğrafyasında çok daha farklı sorunsal odağında okur önüne getiriyor. Bu romanıyla, bize yeni romanların işaretini de veriyor kuşkusuz. Ama öykü dergiciliğini, öykü günü etkinliklerini, Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’ni bir yana bıraktığına göre biz artık ondan öyküler de bekleyeceğiz demektir bu. n ÖYKÜDENLİK... Hanife ALTUN; “Masalından Göçen Kuş”… Y ıl içinde yayımlanan yeni öykü kitaplarının azımsanmayacak bölümü ilk kitap olarak sergenlerde yerini alıyor. Bu durum, “Öyküdenlik”teki yazılara da yansıyor doğal olarak. Hanife Altun’un ilk kitabı, Masalından Göçen Kuş da (NotaBene, 2016) bunu gösteren bir örnek. Hanife Altun Bölümlenmiş hâlde çocukluktan kadınlığa, aile büyüklerine özgülenmiş öznel bir tarihin içli sesi hâlinde ya da farklı yapıda çocukluk, kadınlık hhallerine bakılan verimler olarak okumak olanaklı bu öyküleri. Kimileyin anıyla içli dışlı hava estirse de içeriden bakışla, biçemsel dönüştürümle pek çok öyküsüne yükseklik kazandırabiliyor yazar. Sözgelimi “Nüvel Babam” böyle bir örnek. Başkaları elinde sıradan aile içi anlatı bağlamında kurulabilecek metin, Hanife Altun’un soyutlayımı, dönüştürümüyle öyküye dönüşüyor. Ama kimileyin kurmaca gerçekliğinin işlenişinde daha iyi yapılandırma beklentisi içine düşülmüyor değil. Bu yanıyla bakıldığında eklektik görüntü verdiği söylenebilir kitabın. Nitekim düzeyli soyutlayımların yanında “Nurcan Saçlarını Kısacık Kestirmiş Anne” gibi anlatımcı “hikâye”ye yaslanıldığı, “Boş Bulduk” gibi denemeye göz kırpıldığı verimlere de rastlanabiliyor okuma serüveninde. Hanife Altun yolun başında ama iyi bir kalem, öyküden vazgeçmemeli! Bir not da sitemizden: www.sadikaslankara.com, gönderilen öyküleri yayımlıyor, bunlarla ilgili değerlendirme yayımlamayı sürdürüyor. n 20 12 Ekim 2017 KITAP