Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADNAN ÖZYALÇINER’DEN “TORİK AKINI” ‘Yazar, müdahale eden kişidir’ “Torik Akını”; Özyalçıner’in yaşamından ve toplumun belleğinden damıttığı, edebiyatı edebiyatla ifade etme isteğinin sonucu olan öykülerinin güncel toplamı. Özyalçıner’le; farklı biçimleri, kurguyu ve gerçeği bir araya getirdiği öykülerini, kalemini ve yarım asırlık hayat arkadaşı Sennur Sezer’i konuştuk. REYYAN BAYAR reyyanbayar@gmail.com Ö yküleriniz genellikle İstanbul gibi büyük bir kentte, yoksullukla mücadele eden kahramanlar üzerine kurulu. Bunun nedenlerini nerede aramalıyız; öyküyü duyumsayış biçiminizde mi, yoksa hayatı duyumsayışınızda mı? n Benim yaşamı duyumsayışımla öyküyü duyumsayışım iç içe; çocukluk günlerime, ilkgençlik günlerime öykü yazmaya soyunduğum günlere dayanır. Ben, İstanbul’un kenar semtlerinden; bir o kadar da ünlü, eski bir semt olan Karagümrük’te doğup büyüdüm. Tam bir işçi mahallesiydi oturduğumuz mahalle. Babam önce demir, sonra dokuma işçisi oldu. Çekirdekten işçi. Mahallemdeki çoğu insan gibi annemle babam da okuma yazma bilmezdi. Ama gene mahallemdeki çoğu insan gibi yaşamın, yaşananların, özellikle de yaşatılanların acısını, çektirdiklerini çok iyi bilirlerdi. Yoksullukla yoksunluklarının ayırdındalardı. Daha iyi bir yaşamın çarelerini çıkmazlarıyla birlikte konuştukları, tartıştıkları çok olmuştur. Gelecek hayalleri düşleri içinde. İçine düştükleri/ düşürüldükleri yaşamlarının yoksunluklarına direnmesini bilen insanlardı. Bütün bunları bilip aralarında konuştukları hâlde ifade edemiyorlardı. Yaşamın acısını da, sevincini de, yoksunluklara karşı direnmeyi de onlardan öğrendim. Öykülerimde onlardan gördüklerimi, öğrendiklerimi yani onları, onların ifade edemediklerini, bugün de ifade edilemeyenlerle birlikte, anlattım/ anlatıyorum. n Çocukluğunuzun, gençliğinizin İstanbulu’na; semtleri, mimarisi ve insanî ilişkilerine atıfta bulunup günümüzle kıyasladığınız kısımlar göze çarpıyor. Sizin pencerenizden bakarsak kentte ve bu bağlamda edebiyat ortamlarında dünden bugüne neler değişti? n Benim bütün öykülerim insanmekânzaman ilişkisine dayanır. Geçmiş, bugün, gelecek iç içe geçer/geçmiştir. Bu pencereden baktığımızda çok şey değişti. İstanbul başta olmak üzere, Türkiye belki de dünya değişti/değiştiriliyor. Tarihiyle coğrafyasıyla insanlık bu değişimin içinde yer alıyor. Savaşları durdurabiliyor muyuz, her türlü sömürüyü? Barış içinde bir arada kardeşçesine yaşamımız değişti bizim. Edebiyata gelince bireylik başı çekiyor. İnsana, topluma, toplumla ilişkilerimize iyisiyle kötüsüyle bakan pek yok. Varsa yoksa serüven peşindeki insan. Zamanmekâninsan ilişkisi sıfırlandı neredeyse. Toplumsal olsun olmasın gerçekler, gerçeklikler hak getire. Edebiyatımızda asıl değişen büyük sermayenin işin içine girmesiyle edebiyat değerinin yerini reklam değerinin alması. n Edebiyatımızın hafızalarından birisiniz... Az önceki soru bağlamında bu yaşanmışlıkların öykülerinizdeki yansımalarını da konuşabilir miyiz? n Yaşananların öyküleri benim öykülerim. Her öykümde insanı çevresi toplumsal ilişkileriyle vermeye çalıştım. İnsanın insanla ilişkisini, tarihi, coğrafyasıyla öykülemeye özen gösterdim/ gösteriyorum. Baştan beri öykülerimde bütün yapmak istediğim, yapmaya çalıştığım bir şey var... Değişen de değişmeyeni izlemek/izletmek. n Öykülerinizde sosyal yaşamdaki çelişkileri de ortaya koyuyorsunuz bir anlamda. Yakın tarihe dair pek çok olay ve kişi de öykülerinize konu oluyor. Bu, ülkenin çalkantılı siyasal iklimine bir tür kayıtsız kalamama hâli mi bu? n Aslolan yazarın yaşananlara/yaşatılanlara dolayısıyla siyasal, politik, ekonomik, toplumsal olaylara, yani çağına tanıklık etmesi değil midir? Yazar, toplumsal yaşamımızdaki çelişkileri ortaya koyarken yalnız tanıklıkla yetinmeyip, bir duruma da müdahale eder. “METİNLERARASI DİL, METNİ DERİNLEŞTİRİYOR” n Gerçek ve kurmaca arasındaki sınırı da konuşmak mümkün sanıyorum öykülerinizle beraber. Gerçeğin sınırlarını bir kurmaca metinde ne belirliyor? n Benim kurmaca metinlerimde metaforlar yoluyla gerçeğe bir gönderme, gerçeği bu yolla ortaya koyma deneyimi yatıyor. Bir tür edebiyatı edebiyatla ifade etme isteği diyebiliriz buna. Bu konuda öykülerime gerçeğin kurmacayı, kurmacanın gerçeği belirleyeceği, belirlemesi gerektiği biçiminde bir yol çizdiğimi söylemeliyim. n Türk Dili dergisinin 1975 Temmuzu’nda yayımlanan Türk Öykücülüğü özel sayısında Selim İleri, “Özyalçıner, daha çok okuru zorlandırmayı amaçlıyor bence” diye yazmış. Günümüzden bakınca kırk iki yıl önce yapılan bu yoruma katılır mısınız? n Neden bilmiyorum, Selim İleri o yıllarda yazdıklarımı biraz çetrefil ya da dolambaçlı bulmuş olabilir. Yoksa “okuru zorlama” diye bir düşüncem hiç olmadı. Olayların, her türlü karmaşıklığına karşılık, kurguda dolambaçlı bir yol da izlenmiş olsa öykünün özü gereği elbetolabildiğince yalın bir dil, düzgün, bir o kadar da özgün bir anlatımdan yana olmuşumdur. Aradaki geçmiş, şimdiki, gelecek zaman ilişkileri dolayısıyla olan iniş çıkışlar, “zorlama”dan çok düşündürmeye, okuru olayın içine çekmeye yöneliktir. n Kitapta yer alan öykülerde, birçok yazar, eser ve hatta filme gönderme var. Metinlerarası bir dil kurmuşsunuz. Bu dil üzerine de konuşalım isterim... n Metinlerarası dil, son yıllarda, Alandaki Park kitabımla birlikte daha çok ortaya dökülmüş, açığa çıkmış durumda. Metinlerarası dilin metni derinleştirici bir yönü oluyor. Daha kapsamlı kılıyor. Gerçeği, gerçeklikleri daha belirginleştiriyor. Metni kavramada, özüne inmede kolaylık sağlayan bir özelliği ve güzelliği de var. Metne, özüne uygun bir yoğunluk kattığı da bir gerçek. n Metinlerarasılıktan türlere uzanalım. Bir röportajınızda, “Ben şiir yazmadım ama şiirleri öykülerime taşıdım,” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? n Şiirsel yazış biçiminden söz etmedim. Hiçbir zaman da söz etmem. Belki kimi ince duyarlıklardır sözünü etmek istediğim. Aslında şiir dildir. Dilin ritmi. Öykülerimde dilin bu ritmini yakalamaya çalıştığımı söylemek istedim. Şiirin dilini, dilin şiirini yani. n Birbirinden farklı olarak bazı öyküleriniz daha kurgusal bazıları gerçek ve kurgunun sentezi, bazılarıysa günce/ deneme gibi... Bu öyküleri bir araya getiren duygu bütünlüğü/birikim nedir peki? n Farklı biçimleri, kurguyu, gerçeği, gerçeklikleri bir arada bütünleştirmenin yolu öykülemeden geçiyor bende. Yaşanan, yaşadığım her şeye, insana, doğaya, taşa, toprağa, havaya, suya hepsine içlerinde yatan öykü nedir diye bakmışımdır. Gördüklerimi, duyduklarımı, bildiklerimi, gözlediklerimi, izlediklerimi hep öykü olarak kâğıda dökerim/ dökmüşümdür. Başı, sonu belirgin bir öykü olarak elbet. Bu arada meraklısına küçük bir anımsatma yapmak isterim: 1964 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alan >>öykü kitaplarımdan ikincisi Sur’da bu türden öykülerim olmuştur: 14 12 Ekim 2017 KITAP