23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cengiz Aktar’dan “Ademimerkeziyet Elkitabı” İktidarın paylaşımı sorunsalı Cengiz Aktar’ın Türkiye’deki tarihsel kökenlerinden yola çıkarak ele aldığı ama güncel gelişmelerle özellikle de AB süreciyle ilişkilendirdiği ademimerkeziyet incelemesi, Türkiye’de geleneksel merkezi yönetim anlayışından ademimerkeziyetçi bir yönetime geçişin sabırla ele alınması gereken anayasal bir dönüşüm süreci olduğunu gösteriyor. r Selçuk GÜRSOY kongresinde ortaya attığı ademimerkeziyetçi görüşleri nedeniyle İttihat ve Terakki’nin merkeziyetçi bürokrat kesimi tarafından dışlandı. Prens Sabahattin’in çevresindekiler II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı Ahrar Fırkası’nı kurdu. Ahrar, “hür” kelimesinin çoğulu, “hürler” demekti. İttihatçıların öldürdüğü gazeteciler Hasan Fehmi Bey ve Ahmet Samim de Ahrar Fırkası mensubuydu. 31 Mart ayaklanmasından sonra İttihatçılar, Ahrar çevresine çok şiddetle saldırdı. Bütün önde gelen üyeleri tutuklandı. Prens Sabahattin Bey de tutuklandıysa da birkaç gün sonra serbest bırakıldı ama ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Aktar, çalışmasında Prens Sabahattin’in 1918’de yayımladığı Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? adlı eserinden yola çıkarak Prens Sabahattin’in milletlerin temsil sorunu ve idari yapı hakkındaki görüşlerini de incelemiş. Aktar’a göre Prens Sabahattin’in programı hem idari yapının iyileştirilmesi hem hızla özerkleşen farklı etnik grupların bir arada yaşamasını sağlayacak bir idari yapının kurulmasına yönelik. Aktar burada “Bir bakıma tıpkı bugünün Türkiyesi’nde olduğu gibi” der. CUMHURİYET DÖNEMİ ANAYASALARI VE ADEMİMERKEZİYET Aktar bu başlık altında 1921, 1924, 1961 ve 1984 Anayasalarını ele alarak bu metinlerin ilgili maddelerini aktarmakla yetinmiş, tarihsel arka planlarını analiz etmekten kaçınmış. Bu anayasalar için 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu istisnai bir nitelikte. Bu anayasada vilayet halkı tarafından seçilecek Vilayet Şuraları adlı bir meclis tanımlıyor, “Vilayet mahalli umurda (yerel işlerde) manevi şahsiyeti ve muhtariyeti (tüzel kişiliği ve özerkliği) haizdir” deniliyordu. Vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, ziraat, bayındırlık ve sosyal yardım işleri bu meclislerin yetkisinde olacak, meclis kendi içinden icra amiri olarak bir başkan ile icra yetkisi olan bir idare heyeti seçecekti. Bu ilkeler cumhuriyet döneminin diğer üç anayasasına yansımadı. Aktar’a göre 19231946 arasındaki tek parti iktidarı merkez dışında hiçbir yetki ve sorumluluğun bulunmadığı sert uygulamalar dönemi. 1950 seçimleriyle O C A K 2 0 1 5 yerel yönetimler arasına dâhil edildi. Yerel yönetimler, seçilmiş bölge konseyleri tarafından kendi kendini yönetir. Seçilmiş bölge konseyleri başkanları valilerin yerine bölgesel yürütmenin başı oldu. AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI Aktar’a göre, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kabul etmesinin, Türkiye’ye ademimerkeziyet yolunu açabileceğini düşünmek bir yanılgı çünkü Özerklik Şartı, bir AB sözleşmesi değil, onaylansa bile uygulanması zorunlu olmayan bir Avrupa Konseyi sözleşmesi. Sözleşme, Türkiye gibi ademimerkeziyet anlamında anayasal sınırları olan ülkeleri zaten uygulamadan muaf tutuyor. Kaldı ki Aktar’a göre Türkiye’nin onaylayıp uygulamadığı, hatta tam tersini uyguladığı sayısız uluslararası antlaşma ve sözleşme mevcut. Tüm maddeleri kabul edilse bile içeriğinin bugünkü anayasal ve yasal sistemde uygulanması mümkün olmayan bir uluslararası metne bel bağlamak Aktar’a göre tuhaf, en azından çözüm değil. Asıl sorun anayasal engel. ANAYASA TEKLİFLERİ VE KÜRT SİYASETİNİN TALEPLERİ Aktar, kitabının son bölümünde TBMM’de grubu bulunan dört partinin Ekim 2011 ile Aralık 2013 arasında çalışan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu anayasa tekliflerini inceliyor. Bunların içinde ademimerkeziyeti telaffuz eden tek parti Barış ve Demokrasi Partisi (BDP). BDP’nin, anayasanın “Türkiye Cumhuriyeti’nin Nitelikleri” başlıklı birinci maddesinin üçüncü fırkası olarak getirdiği teklif şu: “Devletin idari yapısı ademimerkezi sistem esasına göre düzenlenir. Devletin toprak bütünlüğüne dokunulamaz.” Teklifin “Kamu İdaresi” başlıklı bölümünde, merkezi idare ve yerel idarelerin yanı sıra bir de “Bölgesel Kamu İdaresi” öneriliyor. Bölgesel Kamu İdaresi, bölge meclisi ve bölge başkanlığından oluşacak. Bölge meclisinin kanuni düzenleme yapma ve yerel mali kaynakların bütçesini yapma yetkileri bulunacak. Teklifte bölge idarelerinin yürütme organları olarak bölge başkanı ve bölge yürütme kurulu getiriliyor. Bölge başkanı halk tarafından seçilir. Bölge başkanı, bölge meclisi tarafından kabul edilen kanun ve kararları yürütmekle görevli olacak. Aktar’a göre BDP’nin anayasa teklifi 1921 Anayasası’ndan bu yana ademimerkeziyet konusunda bir ilk. Ademimerkeziyet, özerklik, çözüm ve müzakere paketi konularının gündemin en üst sıralarına yerleşeceği önümüzdeki günler için Cengiz Aktar’ın kitabı kuşkusuz değerli bir kılavuz niteliğinde olacak. Konunun Türkiye’deki tarihsel kökenlerini ele alarak AB süreciyle bağlantılı olarak incelemesi Aktar’ın kitabını güncel kılıyor. Avrupa Birliği ülkelerindeki, özellikle Fransa ve Polonya’daki ademimerkeziyetçi dönüşümü izleyerek sonuçlarıyla birlikte aktarması ise bu süreçte bölünme korkusuna kapılacak olanları teskin edebilir gibi görünüyor. n (Adem kelimesi, yokluk, bulunmama anlamına gelen Arapça bir sözcük. Çoğu zaman “Âdem” kelimesiyle karıştırılarak telaffuz edilir. Oysa ademimerkeziyet kelimesindeki “a” harfi uzatılmadan, “adam” kelimesinde nasıl telaffuz ediliyorsa öyle telaffuz edilmeli.) Ademimerkeziyet Elkitabı/ Cengiz Aktar/ İletişim Yayınları/ 160 s. K İ T A P S A Y I 1302 erkezi iktidar ile yerel yapılar arasında iktidarın paylaşılması sorunu olan ademimerkeziyet konusunun Kürt siyaseti tarafından geliştirilen demokratik özerklik önerisiyle birlikte yeniden gündeme gelmesi, konunun olumsuzluk içeren bir tarzda ele alınmasına, hatta tercihen hiç konuşulmamasına yol açtı. Oysa iktidarın merkezde toplanması veya yerel unsurlarla paylaşılması sorunsalının bu topraklarda iki yüzyıllık bir geçmişi var. Cengiz Aktar kitabının birinci ve ikinci bölümlerinde ademimerkeziyet konusunun Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerindeki izini sürüyor. Batılılaşma sürecinin aynı zamanda bir merkezileşme süreci de olduğunu saptayan Aktar, Osmanlı’daki merkezçeper ilişkisini bir sarkaca benzeterek “merkezin otoritesi ne zaman zayıflamaya başlasa çeperde âyan güçlenmiş, merkez iktidarını yeniden kurduğunda ise çeperin gücü yok edilmiştir” diyor. 1862 Rum Patrikliği Nizamnamesi, 1863 Nizamnâmei Ermeniyan ve 1865 tarihli Hahamhane Nizamnâmesi’ni bu üç milletin idari yapısında getirdiği düzenlemeler açısından ele alan Aktar, son tahlilde bu nizamnamelerin herhangi bir yetki paylaşımından ziyade, Osmanlı tebaası bu milletlerin devlete sadakatini hedeflediğini belirtiyor. Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan 1876 tarihli, Kanuni Esasi’de ilk defa sınırlı da olsa vilayetlere bir yetki devri yapıldığı görülüyor. Anayasada yer alan “tevsii mezuniyet” (yetki genişliği veya dekonsantrasyon) ve “tefriki vezaif” (görev ve yetki paylaşımı veya desantralizasyon) ilkeleri ile vilayetlerin yönetiminde bir tür özerklik ve merkez vesayetinin sınırlandırılması gündeme geliyor. Ancak bu ilkeler de merkeziyetçi yönetim tarzını yerinden oynatmaya yetmiyor. PRENS SABAHATTİN BEY VE ADEMİMERKEZİYET Türkiye’de ademimerkeziyet sorunundan söz edip de Prens Sabahattin Bey’e değinmemek elbette imkânsız. Prens Sabahattin, II. Abdülhamid rejimine karşı mücadele eden Jön Türkler içinde yer aldı. 1902’de Paris’te toplanan Jön Türk S A Y F A 8 n 2 9 M iktidara gelen Demokrat Parti de merkezi yönetim anlayışını zerre kadar yerinden oynatmamış, tam aksine, belediyelere getirdiği siyaset yasağı ve icraatlarının sıkı denetimiyle merkezin tahakkümünü aynen sürdürmüştü. 1961 Anayasası her ne kadar tevsii mezuniyet, yetki genişliği ve yerinden yönetim ilkelerini getirmişse de bunlar merkezin yerele dayattığı görevlerin ifasından başka bir anlam taşımaz. Merkeziyetçi eğilimin en tepe noktası 1982 Anayasası. Halen yürürlükte bulunan 127’nci madde merkezi idareye, idarenin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde mahalli idareler üzerinde idari vesayet yetkisi veriyor. Bu yetki yerinden yönetim esasını ve dolayısıyla ademimerkeziyet ilkesini uygulanamaz kılar. Bu noktada Aktar’ın çalışmasının ortaya koyduğu en önemli sonuca ulaşırız. Anayasadaki idarenin bütünlüğü ilkesi ve idari vesayet yetkisi kaldırılmadan, yerel yönetimler, yerinden yönetim, ademimerkeziyet ve özerklik konularında adım atılamaz. Türkiye’de 1982’den 2003’e kadar yerel yönetim sistemini güçlendirmek üzere yedi tane yasa tasarısı hazırlanmış ancak hiçbiri yasalaşamamış. Tasarıların tümü anayasadaki “idarenin bütünlüğü” ve “idari vesayet” ilkelerine çarpıp geri geliyor. Köklü bir anayasa değişikliği veya yeni bir anayasa yapılmadığı sürece Türkiye’de bırakın yerel yönetimlerin özerkliğini, köklü bir idare reformu dahi mümkün görünmüyor. BÖLGELER YÖNETİMİ KURULMALI Aktar’ın çalışmasının en önemli yanlarından biri de şimdiye kadar üzerinde gereğince durulmadığını, yeterince tartışılıp anlaşılmadığını düşündüğümüz “Bölgeler Yönetimi” konusunu etraflıca ele alarak açıklaması. Türkiye boyutunda bir ülkeye gereken, merkezi idareyi dengeleyebilecek çap ve yetkiye sahip, siyasi taleplere de bir ilk cevap niteliğinde olacak bölgesel yapıların kurulması. Türkiye’nin idari yapısına esin kaynağı olan Fransa’daki idari sistemin reformu ve ademimerkezileşmesi süreci tartışmanın beslenebileceği makul bir süreç olarak görünüyor. Fransa’da bu ademimerkeziyetçi dönüşüm sürecinde “bölge yönetimleri” C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle