26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tir. Ama herkes için böyle olmuyor, siyasi görüşü ne olursa olsun Haşmet Alçıtepe gibi muhalifler için devletin asli görevi sindirmek, bastırmak, giderek yok etmek oluyor. Böyle olunca zaman zaman “öfke” baskın duygu olarak öne çıkıyor ama bence bu duyguyu bastırmak, savaşımı demokratik zemine çekmek gerekiyor. Zira söyleşinin başında söylediğiniz gibi devlet halkını tükete tükete, başta sıralanan asli görevlerini tamamen unutabilir ve bu hiç iyi olmaz… Dolayısıyla bazı şeylerin yalnızca romanlarda kalması en içten dileğimiz olmalı. Tıpkı batan geminin kaptanı Ahab ve tayfaları gibi... “YAZMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY GELMEDİ ELİMDEN” Haşmet Alçıtepe zaman zaman sinir bozucu bir ihtiyar gibi görünse de, za man zaman “delirdi işte, sonunda delirdi” dedirtse de bir yerden sonra biz bu adama ne yapmışız dedirtecek kadar da hak verilecek bir karakter... Hep direnmiş, hep direnmiş... Peki sizce yenilmiş mi? Bence bu sorunun yanıtı okura bırakmalıyız. Ama sizin belirttiğiniz gibi, yenilmiş olsa da ona hak vermeliyiz. Çünkü o, doğru bildiği şeyleri savunmaktan geri durmamış ve bir şiirinde söylediği gibi zalime zümre olmamış, başı beladan kurtulamamış biri. Ayrıca edebi anlamda yenilip yenilmediğine romandaki üç şiirine bakarak okur karar vermeli. Tabii meslektaşım Hatice’yi de unutmamam. Tuhaf, onun hakkında ne hissettiğimi pek çözemedim. Siz ne hissediyorsunuz, nasıl anlatırsınız onu? Haşmet Alçıtepe’yle söyleşi yapan Hatice Gündüz, bir gazeteci. Bundan dolayıdır ki, mesleki refleksleriyle hareket etmesi anlaşılır bir tutum. Aynı zamanda o da bir şair, dolayısıyla edebiyata yakınlığını öne sürerek, hatta kullanarak, küçük oyunlar planlıyor, söyleşi yaptığı kişiye tuzaklar kurmaya çalışıyor. Amacı başka bilgilerin de izini sürmek, böylece önemli saydığı bazı sırları öğrenmek. Bu konuda başarılı olup olmadığı konusunda yargıya varmak için, okurun romanın sonuna ulaşması ve Haşmet Alçıtepe’nin yazdığı son dizeleri okuması gerekiyor. Hatice Gündüz hakkında ne düşündüğüme gelince: Ben, onu işini seven, inatçı, mücadeleci, meraklı, biraz hınzırca ve yaşı dolayısıyla ülkesinin geçmişini tabii ki Haşmet Alçıtepe kadar bilmeyen biri olarak kurguladım. Peki, son olarak romana da gönderme yaparak şöyle sormak istiyorum; bu ülkede “Hal ve Gidiş” nasıl İbrahim Bey? Problemli mi? Her zaman olduğu gibi yine problemli Sibel Hanım. Öyle olmasaydı, şimdiye kadar dokuz roman, iki öykü kitabı yazmaz, devlet dersinin dışında başka problemlerle de boğuşmak zorunda kalmazdım. Peki bu problemlerin çözümü var mı diye soracak olursanız; sizi “mutlaka vardır ama ben bilmiyorum” diye yanıtlayabilirim. Zira çalışmaktan, yazmaktan başka bir şey elimden gelmedi, bundan sonra da gelmeyecek… n [email protected] Alçıtepe Ailesinin Son Ferdi: Dokuzuncu Haşmet / İbrahim Yıldırım / Doğan Kitap / 248 s. Bu dünyadan Haşmet Alçıtepe geçti r Eray AK O kumaya başlayacağınız kitap eğer bir İbrahim Yıldırım romanıysa bazı konularda dikkatli davranmak gerekir. Öncelikle, başlayacağımız romanın yüklü bir birikimin eseri olduğunu bilecek, ona göre davranacağız. Davranacağız ki, yazarın zihninden dökülen satırların arasına sızmış göndermelerin, tevazuyla çakılan selamların ve dahi kıvrak atıfların tadına varabilelim. Bir diğer nokta da sizi, okumaya başladıktan hemen sonra içine çekeceği dünyanın ayrıntılarına dikkat etmeniz hususu. İbrahim Yıldırım yazınının önemli bir özelliği de, kaleminde ciddi bir yere sahip olan detaylandırma. Ancak bu detaylar, romanın sonsuz çukuruna atılmış bir taş gibi görülmemeli. Yıldırım’ın romanında yer verdiği, kahramanlarına yüklediği her bir özellik, bilinmeli ki ilerleyen sayfalarda karşımıza çıkacak; taş ise ayağımıza, fikirse aklımıza takılacak. Aynı İbrahim Yıldırım’ın, Madam Samatya ve Diğer Şüpheliler adında, içine doğru yol alındıkça derinleşen, yazar zekâsının her cümlede hissedildiği bir “polisiye” romanın kapağında da isminin bulunduğunu unutmadan düşünmeli az önceki cümleyi. Çünkü böylesi ince zekâdan doğmuş bir polisiye romanın sahibi yazardan, detaylarında her seferinde yeniden doğan bir hikâye kotarmasını beklemek çok da imkân dışı olmasa gerek. İşte bu İbrahim Yıldırım’ın yeni romanı Dokuzuncu Haşmet, kitapçı raflarına çıktı. Yıldırım’ın, delilik ve dahilik sıratında gezinen kahramanlarından bir yenisiyle daha tanışıyoruz bu romanda. Kitaba da ismini veren Haşmet Alçıtepe; yani, Alçıtepe Ailesinin Son Ferdi Dokuzuncu Haşmet’le... İsmine ve kitaba da ismini veren kahramanına bakıp herhangi bir kahramanın başından geçen garip yaşanmışlıkları anlatan bir hikâye olarak görmemek gerekir Dokuzuncu Haşmet’i çünkü aynı anda birçok özelliği etrafında toplamayı başarabiliyor roman. Bir aile hikâyesinin yanı sıra, Türkiye tarihinin önemli kırılma noktalarının insan merkezinde anlatıldığı, Haşmet Alçıtepe’nin renklerinin de ayrı bir masal olarak kitabın içinden geçtiği bir roman Dokuzuncu Haşmet. O nedenle sayfaların arasına dalmadan önce, karşınıza, Türkiye’yi tüm garabetiyle anlatacak bir roman çıkacağını bilmekte fayda var. Roman, Gezi Parkı Direnişi ile ateşleniyor. 2013 Haziranı’nda, içinde itiraz olan, Türkiye garabetlerine ayak uyduramayan hemen herkes gibi tuttuğu takımın; Galatasaray’ın formasını giyerek Taksim’e çıkar eski şair ve direnişçi Haşmet Alçıtepe. İçinde bin ayrı anıyı barındıran çok eski bir formadır bu. Sırtında yine hikâyeleriyle yıllardır taşıdığı lakabı olan “dokuzuncu” yazmaktadır. Ancak Haşmet Alçıtepe de Taksim ve Türkiye’nin her yerinde, birçok insanın başına geldiği gibi TOMA’nın gadrine uğrar. TOMA’nın tazyikiyle havalandığı an ise fotoğraflanarak gazetelere taşınır ve bir anda Türkiye’nin konuştuğu adam haline gelir. “Yaşlı direnişçi,” diye manşetlere taşınır. Ancak Alçıtepe’nin direnişçiliği ne yenidir ne de Gezi Direnişi’yle ortaya çıkmıştır. Artık ömrünün son demlerindeki bu ihtiyar, ailesini de içine alıp söylersek, Türkiye siyasi tarihindeki kırılmaları yaşamış önemli figürlerden biridir. Yeri gelmişken şunu da belirtmekte yarar var: Dokuzuncu Haşmet, her ne kadar Gezi ile ateşlenen bir hikâye de olsa bir Gezi Direnişi romanı değil. Hikâye, o noktadan sonra, Alçıtepe’nin anılarıyla birlikte geçmişe sürükleniyor. Alçıtepe’yi kendi cümleleriyle tanıyacak olursak: “ (...) ben, devletin sakıncalı bulduğu Miralay Terakki Mehmet’in torunu, başı düşüncelerinden dolayı sürekli belâya giren, 1951’den itibaren her tevkifatta (...) infaz yolculuğuna çıkmış olan delifişek bir babanın, Rüştü Alçıtepe’nin oğluyum... ve ben de aile büyüklerim gibi, devlet dersinden sürekli çakıp habire çift dikiş yapıp sık sık cezalandırıldığımdan bazı konularda oldukça deneyimliyim...” Deneymli çünkü o da aile geleneğine uyarak bir muhalif olarak yaşamış ve yaşamını da bir muhalif gibi sonlandırma arzusu duyuyor. İşte bu arzusunu yerine getirmek için çıktığı Taksim’de başına gelenlerden sonra gündeme oturmasıyla tüm gözler kendisine çevrilir. Onu ünlü eden fotoğrafı çeken Hatice adındaki gazeteci de onunla röportaj için evine gelir. Bundan sonrası anılar girdabı. Haşmet Alçıtepe anlattıkça hüzünlü, acı, eğlenceli bir dünyanın içine giriyoruz. Onun da deyişiyle “bir nehir söyleşinin” sayfaları arasında dolaşmaya başlıyoruz. Ancak burada röportajcının sesini duymuyoruz. Alçıtepe, onun yerine de konuşuyor. Karşımıza da Yıldırım’ın, Nişantaşı Suare’deki anlatımına benzer bir roman evreni çıkıyor. Taşkın bir monolog... Bu dünyanın misafirleri de oluyor. Alt katında kalan ve ona bakan Zahide ile çocukları, düzenbozucu misafirlik görevlerini, kahrmanımızı zaman zaman komik durumlara düşürme pahasına yerine getiriyorlar. Kahramanlarını zor ve komik durumlara düşürmesi aslında İbrahim Yıldırım’ın her zaman karşılaştığımız tavrı. Bu durum romanlarına da çok şey katıyor. Hüznü ve eğlenceyi de bir arada taşıyan farklı bir ironik duruş sergilemesini sağlıyor romanlarının. Aslında Haşmet Alçıtepe, romanda, Yıldırım’ın bu tutumuna açıklık getiriyor: “humour’a yatkın çok hareketli bir zihni ve nüktedan kişiliği”, tüm renkleriyle yazdıklarına da yansıyor. Anlatımı ise iyi ki Türkçe var dedirtiyor İbrahim Yıldırım’ın. Onu belki her yaptığıyla olay yaratan, satış rekorları kıran, çok konuşulan ve konuşan romanların yazarı olarak tanımıyoruz. İyi ki böyle tanımıyoruz demekten başka bir şey geçmiyor aklımdan çünkü Yıldırım’ın her romanını, “Bu defa ne tür olaylar yaratacak?” diye değil, “Acaba ne yazmış?” heyecanıyla bekliyoruz. Dokuzuncu Haşmet de bu bekleyişin hakkını veren bir roman. n [email protected] C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1302 2 9 O C A K 2 0 1 5 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle