Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bora Abdo’nun yeni öyküleri Karakış Üçlemesi’nin ilk eseri “Öteki Kışın Kitabı”yla iyi bir başlangıç yapan 2013 Yunus Nadi Öykü Ödülü sahibi Bora Abdo, Beni Unutma Dörtlemesi’nin ilk kitabı “Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü”yle yeniden okurla buluştu. Karanlık kahraman ve olaylarla yol alan kitapta Abdo, yine kendine özgü dili ve kurgusuyla okurlara bilmeceler sunup doldurmaları için kimi boşluklar bırakıyor. r Ali BULUNMAZ ‘Olmamış yaşamlar, eksik yarınlar’ Fotoğraf: Senar Abdo içinde olamadığınız bazılarında ise bir türlü kapıyı açıp çıkamadığınız bir masal. Görüp de etkisinden kurtulamadığımız ya da uyandığımızı sanıp debelendiğimiz ve içine hapsolduğumuz bir rüya gibi: “Aynanın içine baktık. Öldüğüm yere beşinci kez bakıyordum. Bazen tanımıyordum beni. Orada, o yangında, o selde, o bıçakla, portakal ağaçlarının çığlık çığlığa uyandığı kâbuslarda, peki hep o buğunun ve kokunun, o saniye, o insanların içinde öldüğümü hatırlamıyordum. Yağmurun çiselediğini hatırlamıyordum. Onca yalnızken hep kalabalığın ortasında öldürülüyordum.” Uykuyla uyanıklık arasındaki aynı hal, bizi kucağında kirpi okşayan travestiyle ve sonunda boğazlanan cüceyle buluşturuyor. Belki biraz korkutucu belki de ürpertici ama beri yandan da ilgi çekici. “ANCAK DIŞARIDA BAŞKA KİMLİĞE BÜRÜNÜR BEN” Abdo’nun öyküleri, bizi oradan oraya gönderen tarafıyla da ilginç. Buna bir savruluş ya da vapurun ani manevrasıyla yaşanan bir sarsıntı da diyebiliriz. Her iki durumda da gizli bir benlik veya halının altına özenle saklanmış kir pas ortaya çıkıveriyor. Eski zamanları anlatan buluntuyu yakalayan bir araştırmacı gibi okur, izlerin peşine takılıyor ve “ancak dışarıda başka kimliğe bürünür ben” cümlesinin altını oymaya koyuluyor. Abdo’nun bizi attığı sularda, şizofreni akıntıları da var, takıntı ve kaygı da. Çağanoz’un aklı durduracak takibini, cücelerin karabatak gibi yüzeye çıkıp dibe dalışları izliyor. Kendisine tebelleş olan sorularla zihin karışıyor: Çağanoz bir katil mi? Hırsız mı? Çağanoz kim? Peki, Çağanoz gerçekten var mı? Varsa ne? Bulanan zihnin perdesinde her türlü film oynuyor, bu kaçınılmaz. Havada sallanıp duran hikâyeler veya yarı bilinçli şekilde izlenen filmler, bizi kovalıyorsa da bir anda ayaklarımız yere basıyor. Fantastik ve mitosla dolu evrenle gerçek at başı gidiyor. Belki de Çağanoz’un vicdansızlığı, gerçekliğin ve gerçek dışının en büyük kanıtı. Abdo’nun öykülerindeki her kahraman, gerçekliğin içinde gerçeküstü hallerle okuru selamlıyor. Şeyler, canlılar ve olaylar arasındaki ilginç kurgu, okuyanı hem içine çekiyor hem de kusuyor. Bunu yeni bir var oluş, onu da tekrar harekete geçen bir çürüme takip ediyor. Vaziyet, aynı şarkıdaki gibi: “Olmamış yaşamlar, eksik yarınlar…” (Kitabın, dörtlemenin ilk ürünü olduğu ve karakterlerin durumu düşünüldüğünde bu söz biraz daha anlam kazanıyor sanki.) “Bu kadar karanlık ve ölüm sıkıntısı da fazla” denebilir elbette. Bunu diyene kimse kızmaz ya da gücenmez. Ama madalyonun öbür yüzünde bu da var. Abdo’nun öykülerinde onları derinden hisseden, yaşayan ve hayatın o tarafında konumlananlar yer alıyor. n ora Abdo, öyküde kendi tarzını yaratarak hızla yol alan bir isim. 2013’te kazandığı Yunus Nadi Öykü Ödülü, bu anlamda yazarın taçlandırılışıydı. Kendisine ödül getiren Öteki Kışın Kitabı, “Karakış Üçlemesi”nin ilk yapıtıydı ve içinde hayli sağlam öyküler bulunuyordu. Abdo orada, özellikle dili kullanışıyla; ağırlıklı olarak kısa ve vurucu cümleleriyle dikkat çekmişti. Anlamlandırma işini okura bırakırken kimi zaman marşandiz gibi uzayan cümlelerde, aynı kısalarında olduğu gibi etkili bir anlatıma ulaşmıştı. Öteki Kışın Kitabı’nı eline alan okur, fırtına ve kışın hem bir gerçeklik hem de metafor şeklinde kullanılışıyla karşılaşıyordu. Abdo, fırtına ve kışı içimizden satırlara, ardından da tüm hayata yansıtmıştı. Ölümün soğuk takibini hisseden okur, kış ve fırtınayı bunu gösteren imgeler olarak hemen yanı başında bulmuştu. Abdo, Öteki Kışın Kitabı’nda okurun keşfetmesi için pek çok karanlık nokta bırakmıştı. Kullandığı dilin şifrelerini çözmek, aynı öykülerdeki gibi fırtınada yol almayı gerektiriyordu. O fırtına ve kış, görmeyi başaramadığımız ya da görmeye hiç yeltenmediğimiz ayrıntılarla örülü öyküler sunmuştu bize. Şimdi “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ilk kitabı Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü’de, öykülerin ayrıntılarla çevrelenişinin Abdo’nun biçeminin önemli yanlarından biri olduğunu anlıyoruz. Fakat yine kimi boşluklarla yapbozu okurun tamamlamasını istiyor. Mekânı, kişileri ve olayı veriyor, arayı ise izleri dikkatle takip eden okurun doldurmasını bekliyor. HERKESİN HER ŞEY OLABİLECEĞİ EVREN Hepimiz gerçekliğin içinde bir şekilde gerçeküstü zamanlar, en iyi ihtimalle anlar yaşıyoruz. Abdo’nun Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü’deki öykülerinde böylesi anlara sıkça yer verdiğini; kayıpların ya da karşılaşmaların bir biçimde buraya temas ettiğini söylemek mümkün. Elimizi uzatıp herhangi bir S A Y F A 4 n 8 M A Y I S B Kitaptakiler bir masalı andırıyor; birbirinin içine geçen öyküler, failler yardımıyla dinlemekten çekinebileceğimiz, bizi rahatsız edebilecek bir hikâye gibi. şeye değeceğimiz saniyede orada bir boşluk veya gördüğümüzü sandığımızdan bambaşka bir şey olduğunu fark ediyoruz. Bu hissin kuvveti, okuru öykülerin içine çekiveriyor. Kimi zaman nefret kimi zaman sevgi kimi zaman da şaşkınlık, o çekimi hızlandırıyor. Ölümün soğuk nefesinin ensemizde oluşu da cabası. Belki bu yüzden yazar, kahramanlarından birine “yaşamın değil ölümün canlılığı vardı (…) bizi ölümden, başka ölümler ve ölüler korur diye düşünüyordu” dedirtiyor; ölümü, kesif bir gerçek gibi gösterirken aynı zamanda onun nasıl iyi bir anlatıcı olduğunu da anımsatıyor. Ölüm iyi bir anlatıcı ama yazarın okura hoş sürprizleri de var. Bir parantez açar gibi söylemek gerekirse ismi ve cismiyle kendini öykünün birine yerleştirmiş; tıpkı bir yönetmenin kendi filminin bir sahnesinde görünüşü gibi kahramanının dilinde, anlatının kenarında köşesinde belirmiş. Kendini, öykünün gidişine el atmak isteyen kahramanın ricasını işitmekle görevlen Resim: Hakan Kamışoğlu dirmiş. Abdo, okura da bir görev veriyor ama bunu açıktan değil, el altından yapıyor: Hangi öyküde hangi kahraman sahne alırsa alsın hepsine pür dikkat bakılmasını istiyor. Çünkü üzerine gidilen her an, anı ve yeni yaşanan ne varsa az önce sözü edilen boşlukları dolduruyor, ipuçları sunuyor. Bu yüzden kitabın ritmini yakalamak için yazarın yaptığına benzer biçimde bir okuma gerekiyor. İmgeler, metaforlar ve mekânlar olay(lar)la birleşiyor, sonra karşımıza çeşitli yüksekliklerde eşikler dikiliyor. “Hangi kafanın ürünü bunlar?” diye sormanın âlemi yok; papağanlaşan insanlar ya da tersi, kuklalar, leşlerden ilaç üretenler, travestiler: Hepsi bize bir ayrışmayı, bölünmeyi veya biçim değiştirmeyi çağrıştırıyor. Bazen de var oluştan sıyrılışı. Bir yandan olay yürürken öte yandan yazar “cambaza bak” der gibi bizi sınıyor. Belli anlarda kopuşlar yaşanıyor, zaman yitip gidiyor; gün, ay ve saat, ne varsa şaşıyor ama bunlar da olup bitene dâhil, şaşırmamak gerek. Ne de olsa gerçeklikle iç içeyken gerçeküstü kimi tokatlar yiyoruz. Abdo’nun kurduğu evren, herkesin her şey olabileceği türden. Kuşların on ikilik korkuluk kıza tutulduğu ve kızın çürüyüp yeniden canlandığı bir evren bu. Gölgelere ya da gölgelerle gizlenmiş bir cinayetin peşinden gidildiği karanlık kahramanların soluk alıp verdiği bir yapı. Aslında karşımızdaki garip bir masalı andırıyor; birbirinin içine geçen öyküler, failler yardımıyla dinlemekten çekinebileceğimiz, bizi rahatsız edebilecek bir hikâye gibi. Bazı anlarda alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü / Bora Abdo/ Doğan Kitap/ 124 s. K İ T A P S A Y I 1264 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T