Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA13 Öykü okyanusuna farklı çalımlarla açılmak... Kitabını iki bölümde yapılandıran Deniz Tarsus, “Ayrıkotu” adını verdiği ilk bölümde bir gezgin anlatıcı aracılığıyla, “Öç” başlıklı ikinci bölümde ise bu kez hayvan anlatıcılarla karşı açılar oluşturarak öykülerini kuruyor. asan Hüseyin (1927–26 Şubat 1984), aramızdan ayrılalı otuz yıl oluyor… “Kitaplar Adası”nda sekseninci yaşı için bir yazı kaleme almıştım onun: “’Hasan Hüseyin Derler Adıma’…” (15.3.2007) Yazının yayımlandığı tarihte yaşça akrandım, şimdiyse basbayağı ağabeysiyim artık onun, oysa ağabey olan oydu, çınar duruşuyla… Hasan Hüseyin, şiirleri yanında gülmece öyküleri yazmışı, çocuklar için öyküler kaleme almıştı… Yazıda bu ürünlere değil, o aramızdan ayrıldıktan üç yıl sonra dünyaya gelmiş de, bugün öyküler kaleme almaya koyulup onunkine benzer tutumla farklı sanatlarla da yoğrulmayı sürdüren, genç yaşta ikinci kitabını yayımlayan bir kadın öykücümüze getireceğim sözü: Deniz Tarsus (d.1987)… Hasan Hüseyin, “Balaban şiir yaptı/ ben resim yazdım” der bir şiirinde. Başka şiirlerinde sürdürür bunu, örneğin “somun somun dağlarında anadolu’mun/ şalvarlar kasketler yazmalar boyuyordu” der Balaban için. Bir tren yolculuğunda kışkırtır onu: “vur şuraya bir pençe/ vur bir pençe kırmızı”! “Kaş Güzellemesi”nde ise “duran karaca’ya selâm!” gönderir. Şiirlerine ondan Çukurova sarıları, kan kızıl alevler koyar yangın topu halinde. “Turaç” şiirinde, “bakma turaç bakma bana el gibi/ sen bu Çukurova’nın öz kuşu değil misin” der. “Hakkı Torunoğlu için…” de, “resim onun Leylâ’sıydı/ sahne Şirin’i” diye seslenir başka bir şiirinde. Bu kadar değil şiirlerdeki ressamlar, resimler, renkler, desenler… Çünkü şairliği yanında ressamdı zaten Hasan Hüseyin. Deniz Tarsus da onun gibi çok yönlü bir genç yazar; kısa filmler çekiyor. Şairler yazarlar, uzandıkları farklı sanat alanlarından da beslenebiliyor demek. Ölümünün otuzuncu yılında, adını olsun anmadan geçemedim Hasan Hüseyin’in… Şimdi Tarsus’un öykülerine dönebiliriz artık… İkinci kitabı Ayrıkotu’nu (Can, 2013) okuyabildim genç yazarın. İlki Ozo Ozo Çakta’nın Deniz Tarsus H (Dedalus 2012) adını biliyorum yalnızca. “AYRIK OTU” İLE “ÖÇ” ÖYKÜLERİ… Tüm verimini tanımadan bir yazarın öykücülüğü üzerine görüşler öne sürmek ne ölçüde gerçekçi olur, kestiremiyorum. Ne ki yayınlarını sürdüren her yazar için öne sürülebilir bu. Ayrıkotu’ndaki tutumuna dayanarak söylersem, öykülemesiyle biçeminin görece özgünlük taşıdığı savlanabilir sanıyorum Deniz Tarsus’un. İlkin bir masal evreni yaratmaya, bu çerçevede oluşturduğu dil üzerine öyküyü kurmaya giriştiği görülüyor. Söylenle karışık bir hava… Bu yaklaşımın görece özgün olduğunu söylerken kimi öykücülerin, geçmişte buna benzer, bununla örtüşür farklı tutumlar sergilediğini, bu yönde çaba gösterdiğini unutmuş değilim. Yine de genç yazarın, bağlamlı konumdaki bu masalsı öyküyü dönüştürme girişimine bakarak bunun yabana atılmaması gerektiği kanısındayım kendi payıma. Gerçekten Deniz Tarsus’un söylen buğusu yayarken masal dokusuna dayalı öykü evreni kurması, bunu hünerle işlemesi başarı kuşkusuz. Ne ki buna benzer tutumun bir “buğulu gerçekçilik” olarak genç yazarlar arasında neredeyse baskın hale geldiğini göz ardı etmeden dillendirmek gerekiyor bu yargıyı. Onu belki ötekilerden ayıran geçişlerde yansıttığı soyutlayım, dönüştürüm düzeyindeki yükseklik. Aynı şekilde sıçramalı anlatım, bir an topluyormuş gibi yaparken dağıtıp bulandırma anlatıyı, sonra umulmadık biçimde bunları birleştirip bir kanala yerleştirme… Buna şaşırtmacalı sonlar, gerilimli anlatım zenginliği, düşsellik de ekleniyor ayrıca. Öte yandan Deniz Tarsus’un müthiş bir bütünlük kurduğu, anlatı evreninin sınırlarını bilinenler dışına çıkararak kendimize, başkalarına bir başka gözle bakmamızın önünü açmaya çabaladığı söylenebilir. Kimi öykü kişilerinin söylediği şu sözler, bu yönde bir uğrak noktası olarak da alınabilir: “Hangi yaşanan hayat doğru? Büyüklerin özlediği geçmiş mi, yoksa torunların sahiplendiği şimdi mi?“ (45); “…hayatımızda koyduğumuz setlerin, sınırların bazıları gereksiz.” (61) Kitabını iki bölümde yapılandıran Deniz, “Ayrıkotu” adını verdiği ilk bölümde bir gezgin anlatıcı aracılığıyla, “Öç” başlıklı ikinci bölümde ise bu kez hayvan anlatıcılarla karşı açılar oluşturarak öykülerini kuruyor. Gezginler aracılığıyla ayrıkotu arsızlığında dünyayı saran, onu kendi doğasından koparmak için direten insanların kıyımına karşı doğayla birlikte ona uyumlu yaşayıp ölmeyi yeğleyen hayvanların, bir açıdan “öç” gibi de algılanabilecek yaşam biçimleri, öykülerin açılımlarıyla okur önüne seriliyor. İnsanın 1254 temel duyuları, güdüleri yönünde kurulan bu evrenlerin nasıl dayanaksız olduğunu gösteriyor böylece yazar. Bu yolla, doğayla uyumlu yaşamanın gizleri içinde önümüze farklı kapılar aralamaya çalışıyor. Gezginlerin hep erkeklerden seçilmesi, yazarın vurgusuyla cinsel anlamda durduk yerde uyanışı, cinselliği kültür içi kılamadıklarının, bunca deneyim sahibi, görgülü olduğu kestirilebilecek insanların erkek soyunun birer ilkel örneği halinde kaldıklarını ele veriyor. Ancak kadınlar da bu barbarlığa katılıyor görece. Örneğin “ölen evladının katiline, sırf iktidar sahibi diye kendini sun(abili) yor.” (77) Belki de aslında, “[k]orku dünyayı yaratan” (74) yalnızca. Nitekim maymun anlatısıyla parodinin doruğuna ulaşıyor genç yazar. Böylelikle bir roman gibi de okunup bütünleştirilebilecek ancak yine de özce salt öykülerden oluştuğu gözlenen bir yapıt Ayrıkotu. BİR BÖLÜK ÖYKÜSÜNDEN DENİZ TARSUS’A BAKMAK… Masal, söylen diline dayansa da ilk ağızda yazarın sözdizimleriyle tümce yapılarından yansıyan farklı yaklaşım dikkati çekiyor. Nitekim tek sözcüklü tümceler kuruyor sürekli, bununla anlamsal pekiştirmeyi ya da yabancılaştırma etmeni olarak yadırgatmayı hedefliyor, belli. Öyküler okunurken bu tek sözcüklü tümcelerle nerede karşılaşılacağı kestirilebiliyor. Bu doğrultuda yazım biçimiyle de okuru hoş bir yolculuğa çıkarıyor yazar. Böylelikle öykülerini farklı bir anlatı damarıyla buluşturmak için çabaladığı söylenebilir onun. Burada asıl dikkati çeken yan, masal, söylen kökenli anlatıyla yola çıkan yazarın, öykü evreninin düşlemci düzleminde ilerletirken, yolda birden yaşamsal gerçekliğin sert yüzüyle karşı karşıya bırakması okuru… Çünkü alışılmışın dışında yapılandırdığı sözdizimleriyle, farklı anlam çoğullukları yaratabiliyor Tarsus. Bu çerçevede, şimdiye dek rastladığımız pek çok evren tasarımının dışında bir imgelem algısının kapısını aralıyor. Oluşturduğu bu farklı dille yazınsal gerçekliği daha görünür kılarak söz konusu buğulu gerçekliğin çok daha somut biçimde algılanabilirliğini sağlıyor. Böylelikle öykülerini daha yoğun etkinlik düzlemine taşımayı da başarıyor Deniz. Ama bunu yaparken bir zorlamaya girişiyor değil. Anlatısını dile dayalı halkalanmayla, kılavuzu dil olan geçişlerle örüntüleyip bunu okurun algı evreninde yeniden kurarak, dolayısıyla bütün bunları okura bulgulatarak 27 gerçekleştiriyor. Bu yalın başarı böyle çıkıyor ortaya. Ne var ki öykülemede bunca çaba harcayan yazar, sözcük seçimine geldiğinde iş, hiç de özenli davranmıyor… Deniz’in, sözcük seçiminde daha dikkatli olması gerektiğini gösteren bir örnek üzerinde durmak istiyorum. Sözgelimi öykünün “gezgin” anlatıcısına, “erekteyim” (23) dedirtiyor yazar, “erekte olmaya başladığı(n)ı” (28) söyletiyor. Aykırı bir sözcük seçimi; “gezgin”lik yapan bir karakterin hekim gibi reçete yazarcasına böyle bir sözcüğü kullanması doğru mu? “Seyyah” yerine “gezgin” diyorsun, “zelzele” (34) sözcüğü yerine “deprem”i (53) kullanabiliyorsun da bunu neden böyle söylemiyorsun türünde bir karşı çıkış değil bu… Gezgin, öykülerde değişse de temel karakter olarak “tek”liğini koruyor. Bir başka öyküde bu sözcüğün yerine “sertleştim” (85) diyebiliyor çünkü. O halde sorun, “gezgin” öykü kişisi, “erekteyim” der mi demez mi? Aynı şekilde “penisim” (23, 63) diye konuşan gezgin, sonunda “aletim” demeyi akıl edebiliyor. Oysa yazar, “Maymunun Öyküsü”nde maymuna bile “çubuğum” (127) dedirtirken görece cinselliğini henüz kültür içi kılamamış erkek gezgini böyle mi konuşturmalıydı? Yazar, karakterini kafasına göre istediği biçimde konuşturmakta özgür müdür? Tartışılması gereken bu! Örneğin Faruk Duman, Doğu masallarıyla içli dışlı kıldığı öykülerinde erkeklik organı için “zeker” der, yerinde seçimle. Neden “penis” ya da “kamış” sözcüğünü kullanmamıştır acaba Faruk? Zaten yazar, sözcük seçiminde gözlediğimiz bu özensizliğinin kurbanı olarak bir yerde de “eril erkek” (77) deyiveriyor, “genç eril” ya da “genç erkek” diyedururken. ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE KADIN DAMARI… Her yazar ötekilerden nasıl ayrılmaya, kendi öykücülüğünü kurmaya çalışıyorsa genç kadın yazarımız Deniz Tarsus da bu anlamda yoğun çaba harcıyor. Ancak yine de farklı bir kanalın, kadın yazarlarımızı bir biçimde duygu paydaşlığına götürdüğü, bu doğrultuda aralarında ortaklık kurduğu öne sürülebilir. Bunu bütün kadın yazarlarımız için öne sürmek olası sanıyorum. Kadın yazarlarda gözlenen duygu paydaşlığına genelde erkek yazarlarda rastlanmıyor çünkü. Bu yaklaşımlarından ötürü, kadın yazarların kaleme aldığı öykülerden daha başka bir tat yayılıyor bana göre. Böyle bir kıvama genel anlamda erkek yazarların öykülerinde rastlayamadığımız kanısı taşıyorum ben. Şimdilik sezgilere dayanıyor görünse de ileride bu doğrultuda yapılacak karşılaştırmalı çalışmalarla, tanıtlamalarla çok daha farklı düzeyde sonuçlara ulaşılacaktır herhalde. Önümüzdeki haftalarda öykülerine yer açmayı tasarladığım genç kadın yazarımız Sine Ergün, bir anlatıcısına örneğin şöyle söyletiyor: “Kadınlar duygusaldır. İçinde kolayca kaybolabilecekleri bir duygu dünyaları var.” (Bazen Hayat, Can, 20) Öykülerden sanatla bükümlenmiş olarak adı konulmamış bu tür dünyalar sızıyor işte! Bunu anahtar bağlamında almak olası. Bu olgu, kadınların erkek yazarlara oranla daha paylaşımcı oldukları, daha fazla paydaşlık yapabildikleri gerçeğine ulaştırıyor insanı. Kadın öykücülerimizin verimlerinden sızan ışığın yazınsal alanı bu yönde etkilemeyeceğini kim öne sürebilir? Bunu bize bir kez daha yaşatan Deniz Tarsus’u, yeni öykücülerimiz arasında başarılı bir imza olarak merakla, ilgiyle izleyeceğim bundan sonra. Kanımca herkes okumalı genç yazarı… Okuyalım ki tartışabilelim. n 2014 n S A Y F A 15 Hasan Hüseyin C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Ş U B A T