Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ayla Kutlu ile 'Zaman da Eskir' adlı anı kitabını konuştuk Zamanın ve mekânın yolcusu Sokağın Korkutucu Fotoğrafları, Sevdiğimiz Hastalıklar, İlkgençliğe Doğru, Aşkın Öteki Adı İhanettir… gibi birbirinden ilginç 12 ana başlıkla çok sayıda ara başlıklardan oluşan, 400 sayfalık 'Zaman da Eskir' kitabını okuduğumda yaşadığım coşkuyu Ayla Kutlu ile paylaşmak istedim. Bir yandan dalga dalga savrulup dururken öte yandan da nice bağı bahçeyi sulayıp bezeten yirmi iki yıllık bir yaşamın öyküsünü… Hem bir Türkiye klasiği, hem de değil. Sanıyorum kitabın özgünlüğü en çok da bundan. İşte bu "sanıyorum" duygusundan yola çıkarak yönelttim sorularımı. İlginç, sıcak, önemli bir kitap, 'Zaman da Eskir’. Yazarın bir söyleşi tadıyla anlattığı bölümlere ek olarak 2829 Nisan 1960 olaylarına ilişkin bir tanıklık röportajı yanında Kutlu ailesinin kökleri üzerine bir de araştırmainceleme yazısı var. Ayrıca kitabın sonunda yazarın albümünden seçilmiş siyah beyaz fotoğraflar anlatılan 22 yıllık yaşamın öykü tadını artırıyor. Dilerim başka yazarlarımız da yazdıklarına böyle nesnel ışıldaklar tutarak roman tadında özgeçmiş öyküleri yazarlar. Ayla Kutlu’nun yaptığı gibi; müthiş bir alçakgönüllülükle, abartmadan, çarpıtmadan, olanca içtenliği ve nesnelliğiyle. Ben kitabın 2. cildini şimdiden beklemeye başladım. ? Lütfiye AYDIN Ö ncelikle öğrenmek istediğim şu: Anlatılan dönem Ayla Kutlu’nun yazarlığını nasıl etkiledi ? Sanatın kaynağının çocukluk olduğunda çok kişi ittifak halinde. Ben de onlardan biriyim. Güzel günleri çok sayıda zor günler kesti. Bizler üç kardeş, olumsuzluklara inat yaşamanın coşkusuna sarındık. Bir sürü olumsuz koşulun yanında sevilip korunduğumuzun bilincindeydik ve en çok da yaşama dair oluşumların tümünün ayırdındaydık. İnsanın kardeşlerle büyümesi iyidir. İnsan olmanın, onun koşullarının en yalın ve somut yoldan öğrenilmesini sağlar kardeşlerle büyümek. Özellikle hayal gücü çok gelişmiş bir ağabeyin olması, midesel beslenme yönünden kısıtlı ama kültürel yönden varsıl bir aile içinde olmak da ayrı bir şansım oldu. Sonradan algılasam da, kanımca babam da, annem de, ağabeyim, Alsan hatta Zafer ve ben, her birimiz birer roman kahramanıydık. Özgün kimliklerimiz vardı ve bunların farkındaydık. Savaşı tanıdık, eski ve tutucu bir şehrin sarındığı yoğun kültürü anladık. Bunları algılamak için daha küçük olduğumuzu hiç düşünmedik, biriktirdik durduk. Gözledik, sakladık ve unutmadık. Sanırım 'Zaman da Eskir'i doğuran kaynak böylece oluştu. Kitaptan öğrendiğime göre hayli göçebe bir yetişme çağı, bütün acıtıcı yönlerine karşın olanca renkliliği, coşkusuyla birlikte, kimi zaman da sunduğu acılarla bezenmiş 22 yıllık yaşam dilimini izlek olarak almışsınız. Çok zor bir dönemden süzülüp de bugünlere ulaşan Ayla Kutlu’nun yazdıklarındaki şiirli gerçekçiliği bu yaşam biçimiyle açıklayabilir miyiz? Şiirli gerçekçilik diye bir şey varsa o benim dünyaya bakış açımın odaklanmasından geliyordur. Kuşkusuz birikimlerim de böylesi bir odaklanmaya neden oluyordur. Evet, anılarda çok acı şeyler de var. Savaş yıllarında yaşanan yoksulluğun boyutları okurları şaşırtıyor, bazılarının inanmasını zorlaştıracak kadar katı ve inanılmaz gibi geliyor. Ben yazılanların diğer edebiyat insanlarınca formülle, imgeyle anlatılan niteliğini, yazarın kendisinin pek bilemeyeceği kanısındayım. Yapmak istediğim bir şey vardı: Apaçık olmak, içtenlikle anlatmak. Araya, zaman, güzel mekânlar, biraz gölgelenmiş anılar ve dilin birikimi girince, ortaya çıkan bir metin SAYFA 4 sana göre "şiirsel gerçeklik" adını aldı sanırım. Kitabı yayıma hazırlayan editörüm, okumaya başladıktan kısa süre sonra bana bir e posta mektubu gönderdi. (Bu arada, iyi bir editörün, yazarın en büyük ve en acımasız eleştirmeni olmak durumunda bulunduğunu bir kez daha hatırlayalım) Şöyle diyordu: 'Siz edebî düşünüyorsunuz. Düşünce akışınız edebî zaten. Dünyanın bütün dillerinde düşünmek öğrenilebilir. Ama bu farklı bir şey. Belki doğum öncesine dayanan, ana karnında duyu organları oluşurken edinilen ya da bahşedilen bir şey.' Biray Üstüner’in söylediği şey bu soruda şiirsel gerçekçilik saptamasına dönüşmüş olabilir. Benim konuya ilişkin olarak söyleyebileceğim şey; eğer yazar metni oluştururken anlatacaklarının içine tam olarak girmişse, özümlemişse , kullandığı özgün dil kendiliğinden oluşur, ve dil, anlatımı tam olarak kapsayabilir. ÇOCUKLUĞUN SON OYUNCAĞI Bir de o çok yoğun sevgi elbet. Yalnızca yaşadığınız iklimlere değil, yaşamınızdaki insanlara. Örneğin neredeyse sırtınızda büyüttüğünüz en küçüğünüz Zaferci’ye olan anaca düşkünlüğünüzde somutlanan sevgiemek denklemini biraz açsak mı? Dünyada edilmiş en doğru sözlerden biri: " Sevgi emektir." Her bir insanın mutlaka en az bir kez yaşamının tam ortasına girmiş bir duygu ve eylem bütünleşmesidir bu. Sözü edilen yalnızca benim sevgim değil. Kendimi fazlaca önemsemek istemem. Zafer doğduğunda epey büyümüştük. İlk dönemlerdeki ve küçük yerlerdeki çılgın oyunculuğumuz bitmişti. Belli bir kültür ve düşünce düzeyine de ulaşmıştık. O zaman aileye katılan yeni bebek, hepimize henüz bitmemiş çocukluğumuzun son oyuncağını, öte yandan bilinç kazanmış sorumluluk yüklenmeye hazır kız ve oğlan kardeşlerin kimliğini kazandırdı. Yalnız kendimin değil, en küçük kardeşin çocukluğunun da güzel geçtiğini sanıyorum. Bana gelince, kitabın içinde ayrı bölüm açmama neden olan bir ilişkimiz oldu: Sevgili Felaketim… Kız çocuk oluşumun getirdiği artı sorumluluklar yanında empati duygumun gelişmesindeki en büyük faktördü. Yaşamımın zorlaşması, onun isteği,iradesiyle oluşturduğu bir durum değildi. Eğer üstümde annemden başka her hangi bir kişinin zorlaması olsaydı küçük kardeşe o kadar çok bağlanmazdım. Emeğin başlangıç noktası buydu. Arttıkça sevgiyle sarındı, büyüdü, büyüdü… Ya öteki kardeşler? Yani zor ağabey Altan, koca kafalı Alsan, evin tek kızı Ayla’nın yaşamını nasıl belirledi? O küçük kızın bunca erkeğin arasından bileğinin hakkıyla sıyrılıp çıkması nasıl oldu? Ağabeyimin üstümde baskı uygulaması, onun ergenlik çağında başladı. Sanırım sancılı ve zor bir geçiş dönemi yaşadı. Ruhsal sıkıntılarını en kolay olarak üstüme baskı yaparak hafifletmeye çalıştı. Alsan ise tam tersine. Bana her zaman, her konuda yardımcı oldu. Bunu kitapta sanırım oldukça açık biçimde anlattım. Ülkemizde kızların, kadınların sorunları yalnızca aile baskısı olarak göstermiyor kendini. Değerler sistemi, kendi düşüncesiymiş, yahut doğalı böyleymiş gibi bireylerin değer yargılarını belirliyor. Bunlar kadın üstünde haksızlık yapma hakkı olarak gerçekleşiyor. Ben anne babadan baskı görmedim. Küçük kardeşimden her zaman şükran duyduğum yardım aldım. Sıyrılıp çıkmayı başardım mı, yoksa bir sıyrılma çabası olmadan doğal akış içinde adım adım güçlendim mi? Bunu saptayamıyorum. ELİMİZDEKİ HAZİNELER Kitabın ilk sayfalarında süpürge olarak kullanılan saçlar konusu var. Çok bildik bir deyimin mecazi anlamı olarak değil, yaşanmış bir gerçek olarak… Saçların süpürge olarak kullanılması anlatılıyor. "Ebedi aşkım" dediğiniz Hatay’a giren askerimizin Antakya kışlasına yerleşmesinden önce anavatandan yirmi yıl uzak kalan Antakyalı kadınların saçlarını keserek tavandan avluya kadar kışlayı temizlemelerini ve askerimizi ondan sonra buyur etmelerini anlatıyorsunuz. Buradan hareketle 'Zaman da Eskir'e Antakya’nın gayrı resmi tarihinden bir kesit de diyebilir miyiz? Mitolojisiyle, dinsel mekibeleriyle, şimdilerde pek popüler olan Musadağ olayı ve yakın geçmişiyle... Bunlar kitaba girmese ne olurdu ? Bunlar benim kitabıma girmeden KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 887