Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AKP, hukuku zorluyor Bir ülkede, politik kimliği oluşturacak hukuk bilinci, kültürü ve etik değerler gelişmemiş ise; “güç bende istediğimi yaparım” inancını yeğleme eğilimi ağırlık kazanır. Oysa aklın ve bilimin egemen olmadığı güç, zorbada da var. Politik işlem ve eylemlerin meşruluğu, hukukun üstünlüğünün egemen olmasına bağlıdır. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi cetinascioglu@gmail.com şılandığına göre, sorunun çözüldüğü ve kişisel kusurlu kamu görevlisine dönme hakkının kullanılıp kullanılmamasının yönetimin bir iç sorunu olduğu düşünülebilir. Ne var ki; devlet şirket değildir; soruna, hukuk devleti bilinciyle bakılmalıdır. Ağır kişisel kusuruna karşın, sorumlu olmayan kamu görevlisinin verdiği zararlardan sorumlu olmaması; onu, keyfi davranışları sürdürmeye özendirir ve bireyin, maddi ve manevi değerleri gizil tehlikeyle karşı karşıya kalır. Bu nedenle; kişisel kusurlu memura doğrudan dava açılmasında toplumsal yarar söz konusudur. Anayasa buna engel değildir. Yargıçların sorumluluğu, birçok ülkede ve bilimsel alanda tartışılan bir konudur. Ülkemizde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m. 573 576’ da, yargıçların sorumluluğu özel kural ve ilkelerle düzenlenmiştir. Buna göre; zarar görenler, yetkili yargı yerinde ve koşullarına uyarak yargıca dava açabilmektedir. Tasarıda, “yargısal işlem ve kararlardan zarar görenlerin, yargıca değil devlete karşı dava açılabileceği” önerilmektedir. Öneri son anda geri çekilmiş ise de; AKP Grup Başkanvekili Canikli, “Tasarı mutlaka yasalaşacak” dedi. GÖKBİLİM HABERLERİ 7. sayfadan devam lesiyej ilk kez durdu ve o da bizi buldu!... yukarıda asılı kaldık! Yarım saat kadar tamirine uğraşıldığı halde başarılamadı… sonra TUG görevlileri ve telesiyej sorumluları gelerek halat ile kurtaracaklarını seslendiler... halat geldi, asılı kalanlardan ilki makara sistemi anlayışı ile kurtarıldı, sonra daha yüksekteki gökbilimci kurtarıldı, nihayet en yüksekteki bana da sıra geldi... önce çantaları halatla aşağıya saldık sonra kendimizi... bir halkayı vücudumuzdan geçirdik –iki kolumuzun altına, ikinci bir halka da ayağımıza destek vererek kendimizi emniyetle aşağıya saldık... bu arada aşağıdan yukarıya halatı fırlatmakta zorlanıldı, yüksek olunca üzerimize hedeflenmesi kolay olamadı– atılanların çoğu uzağımızdaydı... yukarıda zaman zaman sert rüzgâr esince sallantı fena rahatsız etti... sürekli ince AKP , aldığı yüksek “oy”un ve TBMM’deki çoğunluk gücü; hukukun üstünlüğünü ve uzlaşma yollarını dışlayarak, “zorbanın kimliğini” anımsatan biçimde dilediği gibi yasa çıkarmayı tetiklemektedir. Oysa özünde tepki bulunan öznel değer yargılarıyla çıkarılacak yasalarla, amaçlara ulaşılırsa bile; bu denetimsiz güç, dikta özlemlerinin yeşermesine ve sonuçta ülkeyi rejim bunalımına sürükler. AKP’nin, demokratikleşiyoruz aldatmasıyla yasalarla nasıl oynadığına sayısız örnekler verilebilir. Bu bağlamda üç AKP milletvekilinin TBMM’ye sunduğu yasa tasarısıyla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum: Anayasa (m.129), “memur ve kamu görevlilerinin görevleri nedeniyle (görev kusuru) kişilere verdikleri zararlarda, yalnız devlete karşı dava açılacağını” öngörmüştür. Ağır kusurlu kamu görevlisine dönme (rücu) hakkı saklı tutularak. Kamu görevlisinin kişisel kusuru ile kişilere zarar verilmesi durumunda ise; kendisine doğrudan tazminat davası açılabileceği, Yargıtay’ın otuz yıldır yerleşik bir uygulamasıdır. Örneğin; “işkence”, “hakaret”, “etkili eylem”, “yargı kararlarını yerine getirmeme” gibi, kişinin maddi (yaşam sağlık) manevi (onur, saygınlık özgürlük vb.) değerlerine saldırılarda... Tasarıda ise, yerleşik uygulamanın tersine, “görev ve kişisel kusur ayrımı kaldırılarak” her iki durumda da ilgili kuruma (devlet) dava açılacağı önerilmiştir.Tasarı yasalaştığında, kişisel kusuru ile kişiye zarar veren memura karşı tazminat davası açılamayacaktır. İlk bakışta kişinin zararının devletçe karşılanmasının bir güvence olduğu söylenebilir. Ne var ki; sosyal ve politik gerçekler ve eğilimler de tartışılmalıdır: Diyelim ki, haksız eyleme uğrayan kişi, devlete açtığı davayı kazandı ve hükmedilen tazminat da devletçe ödendi. Bu durumda; yasa gereği kişisel kusurlu memura dönebilecek midir? GERÇEK GEREKSİNİM DEĞİL Günümüzde; yargıçlara açılan tazminat davaları, sayısal ve sorumluluk açısından son derece düşük ve önemsiz düzeydedir. Yargıtay’ın, Haberal kararı söz konusu oluncaya kadar da, bir sorun olarak gündeme gelmedi. Öneri, gerçek bir gereksinimin değil Yargıtay’a tepkinin ürünüdür: Yargıtay üyelerinin işlemlerinin de, alt dereceli asliye hukuk yargıçlarınca sorgulanmasının (!) önerilmesi bile yeterli kanıttır. Karşı görüşler olsa bile; yargısal eylem ve işlemlerden devletin sorumlu olmamasının temel nedeni: Yargıçların görevlerinde bağımsız olmaları ve anayasaya, yasalara ve hukuka uygun vicdani kanaatlerine göre karar vermeli (Anayasa m.138) ve kamu görevlerinde olduğu gibi bir hiyerarşiye bağlı olmamalıdır. Nitekim Anayasa m.125/son, “idarenin kendi işlem ve eylemlerden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” buyruğuna yer vermesine karşın; yargı ile ilgili üçüncü bölümde benzer buyruk yer almamıştır. Davada devletin davalı olması ve kişiye tazminat ödemesi, dolaylı da olsa, yargıcın yargısal işlemlerinin idarece (Adalet Bakanlığı) denetimini gündeme getirir ki; bu durum, yargı bağımsızlığı ilkesini zedeler. AKP döneminde, daha da yozlaşmış politik kimliğin, Adalet Bakanlığı’nın, ödenen tazminat açısından dönme yetkisi, yargıçlar üzerinde, aba altından sopa gösterilerek manevi baskı oluşturması da beklenmelidir. Yaratılan görünüm bile yeterlidir. Tepki yasasının özündeki asıl nedenin; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan sonra yargı üzerindeki yürütmenin egemenliğini sürdürmek olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle; yargıçların işlem ve kararlarından doğan sorumluluk savlarının, HUMK’de var olan yürürlükteki düzen korunarak, yargıca açılacak davada incelenmesi ülkemiz gerçeklerine ve anayasaya uygun düşecektir. Tersi durumda “idarenin eylem işlemlerinden devletin sorumlu olmasına karşın (Anayasa m.125/son), yargı açısından benzer bir buyruğun bulunmaması” anayasaya aykırılığı gündeme getirecektir. kar yağışı ve soğuk rüzgâr yüksekte daha bir yakıcı geldi, yüzümüzü dış giysinin yakası içine saklayarak korunmaya çalıştık... olay birbuçuk saat kadar sürdü... karaya ayak basınca otele geri döndük, ısınmaya/kurulanmaya çalıştık... Epey sonra hava kararmadan bu sefer 4 4 kamyonet ile zirveye yöneldik, önden giden TUG’un kar aracının palet izleri üzerinden epey yukarılara zorlanarak tırmanıldı, son 3 dönemeçte artık araç gidemedi, ekip halinde yukarıya yürüyerek tırmandık… kar aracı önce eşyaları sonra da bizleri TUG binasına birer ikişer taşıdı... Yukarıda telesiyejde asılı iken zaman geçmedi… olumsuz şeyler düşünmemeye–pek aşağılara bakmamaya–gözümüzü olabildiğince kapatmaya–kımıldamamaya çalıştık... rüzgâr estikçe kafamızı içerlere gömdük... oturduğumuz iskemlenin soğuk demirlerine sıkı sıkıya tutunarak kendimizi güvende hissetmeye çalıştık... durumumuz filmlerdeki gibiydi (http://www.imdb.com/title/tt1323045)... tehlike riski almayan başrol oyuncusunun yerine dublörünün rol alması gibi durum yaşandı... bir cesaretle (gazeteciliğin durdurulamaz merakı ile) her zaman yanımda taşıdığım kamerayı zorla da olsa çıkarttım ve tüm olayları–yaşananları kayıtlandırdım. Yol boyunca olanları da çekmeye çalıştım... Zirvede TUG tesislerinin 7 yıldızlı rahat ortamına kavuşunca anımız da mutlu sonla bitti. Yukarıya çıkışla ilgili yaşananlar kısaca böyle, TUG’un sevgili görevlilerine ve telesiyejin dost çalışanlarına 3 can kurtardıkları için çok teşekkür ederiz... yaşananlar 3 gece gözlem içindi, hava tamamen kapalıydı, okyanusta fırtınaya tutulmuş gemi gibi dev TUG tesisleri elektrik yüklü bulutların içindeydi, öyle ki üçüncü gece akşamdan sabaha kadar dakikada bir çakan/düşen yıldırımların yakışları altında kaldık. TUG’un güçlü paratonerleri yıldırımları kendisine çekmesi sayesinde tehlike/hasar hafif atlatıldı… Kameramı yaklaşamadığım pencereye yönelttim ve elektriklerin kesikliği ile zifiri karanlık odamı aydınlatan yıldırım ışıklarını defalarca pozladım… Dönüş günü yine karlı yollara düştük, Saklıkent’e kadar kara bata– çıka adımlayarak indik… Her ne kadar uzayın bilinmeyenlerine ait veriyi alamadan dönsek de unutulmayacak hoş kış anılarımız kayıtlarımızda. Birkaç karesi resimlerde verildi. Yeni yıla anı da olsa karsız girmedik, okuyucularımıza mutlu yıllar. Kaynakça: “The Astronomical Almanac 2011” (http://asa.usno.navy.mil). İKİ ÖRNEK Bu soruya, çoğun, olumlu yanıt vermek olanaksız. Çünkü; ülkemizin, “AKP döneminde giderek yozlaşan” siyasal kimliği, dönme hakkının kullanılmasına engel olacaktır. Bunu iki örnekle açıklayabilirim: İstanbul’da, geçen ay gerçekleşen olaylarda, “polisin aşırı güç kullanması bazı öğrencilerin yaralandığı ve birinin çocuğunu düşürdüğü” savını gündeme getirdi. Zarar görenlerin, devlete açtıkları tazminat davasını kazandıklarını varsayalım. İçişleri Bakanı, polisin kusurlu olmadığını açıklayarak öğrencileri suçladı. Olayın politik yönü de düşünüldüğünde: politik iradenin, yargı kararıyla kusurlu oldukları saptanan polislere dönerek, ödenen tazminatı istemesi düşünülebilir mi? Kişinin, idari işlemin iptali davasında, yürütmeyi durdurma kararı aldığını ya da davayı kazandığını ve yetkili kamu görevlisinin de anayasaya ve hukuka aykırı olarak yargı kararını yerine getirmediğini varsayalım. Bu durumda “hak arama özgürlüğü” kısıtlananın, devlete açtığı tazminat davasını kazanması kaçınılmaz. Kamu görevlisi, “idarenin istencine ve yararına işlem yaptığı için; hoşgörü ve koruma duygusunun gündeme gelmesi beklenin bir olgudur. Sonuçta memura dönülmeyerek tazminat devlet üzerinde kalacaktır. Her iki örnekte de, kişilerin zararları devletçe kar CBT 1242/ 13 7 Ocak 2011