25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EDİTÖRE MEKTUPTARTIŞMA K I S A HABERLER Tüpkiye'ye ilişkin sorular Erdem Büyükbingöl* Sayın Bursalı, Neden Türkiye'de yaşamak zor? Neden kendi insanımızın acı duymasını, sinırlenmesini, rahatsızlığını, kişiliklerinin yerlerde sürünmesini ya da karşımızda elpençe divan durmasını istiyoruz. Neden bizimle aynı görüşü, aynı duyguları paylaşmayan insanlara karşı hemen onları, temelinde ezme ve dolayısıyla eziyet çektirme yatan duygularla alay konusu haline dönüştürüyoruz, neden? Insan yeme makinesi, toplumun hemen hemen her kesimınde neden çalışmaya başlıyor. Bu, en cahil ınsanımızından en okumuş insanımıza kadar bizi etkisi altına alan geniş bir yelpaze. Bir bakıma Türkün Türke düşman olması gibi bir şey. Insanımızı ya da bir sistemi eleştirdiğimiz zaman neden buna tahammül edemiyoruz? O insanı yalnızca bize karşı gösterdiği dalkavuklukla ya da reaksiyonlarla değerlendiriyoruz. Kendi aldığımız bir prensip kararını bile kışilerin dalkavukluğu ile orantılı olarak çiğnememiz söz konusu. Üniversitedeki insanımızı elbette Türkiye genelinden soyutlamamız mümkün değil, ancak, bu kurumdaki akademisyenlerden hıç olmazsa Türkiye'deki insan potansiyelini olumsuz etkileyen bu genetik yapımızı aşarak, pozitif düşüncede davranışlar göstermesini bekleyebıliriz. Bu düzeydeki insanlar, duygularını bu yönde ve bilinçlı olarak bastırmak zorundadırlar. Eğer bunu yapamıyorlarsa üniversite sistemini dolaylı ya da dolaysız olarak baltalıyorlar demektir. Türkiye'de üniversite, tüm direnmelere karşı medrese eğitiminden farklı bir yerlere eğer gelmişse, bunu çok az sayıdaki pozitif düşünen bilim adamına borçludur. Ve ne yazık ki biz bunların isimlerini dahi bilmiyoruz. Şu andaki tek kaygımız, en kısa yoldan akademik ilerleme yapmak. Bunun için, insanlara şirin görünmek, sosyal ılişkilerimizi kullanarak kendi kişiliğimizin ayaklar altına alınmasına (bunu asla kabul etmeyiz) göz yummak ve köprüye geçmeye çalışmak gibı genetik yapımızın verdiği özelliklerı hiç kuşkusuz seferber edebiliyoruz. Bunu da üstelık "Burası Türkiye" gibi değerlendirmelerle haklı çıkartmaya çalışıyoruz. Duyarsız bir toplum olmanın verdiği başıbozukluk ile kendi insanımızın Türkiye'yi bu durumlara düşürmesine bile bile göz yumuyoruz. Üniversitenın saygınlığı, akademisyenlerin pozitif bilime olan saygısı ile eşdeğerdir. Bu saygınlık hem devlete yansır, hem endüstriye yansır hem de topluma yansır.O zaman öğretim eleman maaşlarının TBMM'de bekleyen tasarısı da oybirliği ile kabul edilir, endüstriden bilimsel projelere aktarılan kaynaklar da gündeme gelir. Bugün Türkiye'nin bilimsel olarak kendisine mal edebileceğimiz kaç tane ürünü vardır? Bir patent yasası konusunda bile gündeme gelen tartışmaların ne kadarı Türkiye'nin saygınlığına yöneliktir? Çünkü toplumsal olarak hazıra ya da bedavaya konma içgüdülerimizi bir türlü frenleyemiyoruz. Türkiye'deki bilim adamları yeni bir ilaç geliştirme yönünde ciddi engellerle karşılaşıyor da zakkum olayı gibi şarlatanlıklara prim verilebiliyor. Patent yasası ile ilaç fiyatlarının artacağı belk doğru ama bugüne kadar Türk insanına yaşamı kolaylaştırma yerine, her alanda eziyet çektirmeyi öngören sistemin hiç mi kabahati yok? Türk bilim adamlarının bir ilacı geliştirmede, fizikte ya da mühendislıkte ya da astronomide yeni bir bulguyu keşfetmede yabancı bilim adamlarından farkı ne? Neden arkeolojik çalışmaların birçoğu yabancı bilim adamlarının sunduğu projelerle gerçekleşebiliyor da Türk arkeologlarının çalışmaları yeterince desteklenmiyor? Neden Türkiye florası ile ilgili cilt cilt kitaplar bir Ingiliz bilim adamına ait? Anadolu, Türklerin diyoruz ama neden onun taşı, doğası ve en önemlısi insanı bizlerı yeterince ilgilendirmiyor? Neden bu tür sorumlulukların altına girmiyoruz da binlerce arkeolojik eserin yurtdışına çıkışını hâlâ önleyemiyoruz? Neden hâlâ bilmiyoruz ki örneğin bir Fransa hükümeti, Türkiye'nin mesela 1 milyar dolarlık bir proje ile kendi ülkesinde arkeolojik bir çalışma yapmasına izin verir mi? özellikle üniversitede çalışan insanların bu soruları kendi kendilerine sorması gereklılıgıne ınanıyoruz. Kendimizı eleştirdikçe daha iyiyi bulacağımız kesin. Derslerde, öğrencılerle olan diyaloglarda insanımızın pozitif yönde eğitilmesinin de kazandıracağı toplumsal yararlar var. Saygılarımla, *Doç. Dr. Domatesçiler Ginseng ekiyor Oğretim iiyesi ve makamı Baria Aktaş* Amerikalı ve Kanadah çiftçilerden bir kısmı, çok para getirmeye başlayan ginseng ekmeye başladılar. Kanada Tarım Bakanlığı, 4 bin metrekare dönümlük bir arazide domates, karnıbahar veya kuşkonmaz ekildiğinde 1400 ile 5600 Kanada Doları gelir elde ediliyor, ginseng eken çiftçiler ise bu miktarların çok üzerinde, ancak haşhaş ekicilerınin gelirleriyle kıyaslanabilecek gelir elde edıyorlar. 4 bin metre kare başına 16 bin dolar! Ginseng yüzyıllardır Çinliler ve koreliler tarafından bir hayat kaynağı, sağlık verici bitki olarak görülmekte ve tüketilmekte. Ginseng tüketimi Batı ülkelerinde de hızlı bir şekilde artıyor. "Ginseng bitkisi, bellek güçlendirıci.kan basıncının düşürülmesı ve kanşekeri ile kolesterın düzeyıni düzenleyici olarak kullanılmakta. Asya pazarında ise ginseng güçlü bir afrodizyak olarak kabul ediliyor. Dünya ginseng sanayiinin cirosu 2.7 milyar adoları buluyor. Günümüzde ginseng bitkisi, kök olarak, hap şeklinde, poşet çay ve çiğneme tableti olarak satılıyor. D oktorasını yapmış bir asistan olarak 19761977 yıllarında Londra King's College, Fizyoloji departmanında araştırma yapmak üzere görevlendirildim. Yanına gittiğim Fizyoloji departmanının başkanı Prof. Dr. M. Bradbury, araştırmaları ve kitapları ile konusunda dünya çapında bir bilim adamıydı. Odası tahta bir masa, bir ikı sandalye ve duvarlara monte edilmiş tahta kitaplıktan ibaret 810 m2llik bir alandı. Bu kadar gösterişsiz, bizde laborant ve hademenin odasından da daha az eşyaya sahip olan bu odada, dünyanın tanıdığı, hıpotezler üreten kanbeyin bariyeri konusunda sayısız araştırmalarıolan ve yüzlerce sitasyonu bulunan bir profesör oturuyordu. Istanbul'a dönünce, girdığim her hocanın odasını inceliyordum ve aradakı fark beni dehşete düşürüyordu. Aradan yıllar geçti, 1994 yılında Prof. Dr. M. Bradbury'nın emekliliği için Londra'da çok büyük bir sempozyum düzenlendi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen 200 bilim adamı, Prof. Dr. M. Bradbury'nin bilime katkısını uzun uzun anlattılar. Sempozyuma Türkiye'den davet edilen öğretim üyesı olarak ben de katıldım ve hocayı tekrar odasında ziyaret ettim. 1976 yılındaki, aynı oda, aynı masa, aynı tahta sandalyeler. Fakat bilim dünyasında en büyüklerden biri. Odasının yanındaki laboratuvarında araştırmalarını yürütecek her türlü alet ve imkân 1977 yılına göre daha da artmıştı. Bizim laboratuvarlarımızda ise organizasyon bozukluğunun bir göstergesı olarak, anlatılmayacak şekilde alet ve imkân eksikliği, bunun yanında, öğretim üyelerinin büyük bir kısmının ıhtişamla döşenmiş odaları. Odaların büyük bölümü lüks halı ile kaplı, bazılarının hem kütüphaneleri, hem de masaları, koltukları takım olarak döşenmiş, hatta maroken masa ve koltuk takımları. Bunun yanında, dünya biliminde hiç katkısı olmayan, SCI'ye giren dergilerde hiç yayını, hiç sitasyonu olmayan çok sayıda öğretim üyeleri. Prof. Dr. M. Bradbury'nın laboratuvardan bölünmüş, 8102 odası, tahta masa ve iki tahta sandalye si... Dünya bilimindeki yeri ve eserleri. Bunları yıllarca düşündüm, her Ingiltere'ye gidişimde öğretim üyelerinin odalarını inceledim, hepsi aşağı yukarı Prof. Dr. M. Bradbury'nin benzeri idi. Fakat hepsi kendi konusunda dünyada isim yapmış, saygın öğretim üyeleriydi. Acaba neden bizde, pek çok paralar harcanarak, böyle lüks odalarda oturmak ihtiyacı duyuluyordu. Bilime ayrılmayan bu paralar, nasıl oluyordu da oda döşeme faslına ayrılıyordu? Acaba bu bizim bilimsel yönden tatmin olamadığımız için, eşyalarla tatmin olma duygumuzu mu alevlendiriyordu? Halı döşeli, derı koltuklarla kaplı büyük odalar, kışiliğimize nasıl olumlu etki yapıyordu? Bilimselliğin kadar değil de, odanın konforu kadar öğretim üyesi olduğumuzu nasıl kabul ediyorduk. Biz mi doğru yapıyorduk, onlar mı doğru yapıyordu? Bu soruların cevabını hiç bulamadım. * Prof. Dr., Istanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı 34390 ÇapaIstanbul Lazer maskeler 20 yıl kadar önce Ingiliz arkeologlar Inhgiltere'de taş derinden kalmış bir aile mezarı bulmuşlardı. Mezar insan kemikleri ile doluydu. Aralarında 25 yaşında bir erkeğin kafa kemikleri de bulunuyordu. Modern adlı tıp teknikleriyle Ingiliz araştırmacılar taş devri insanının yüzünü yeniden ınşa ettiler. Kara dağlı adam, adı verılen taş devri insanının yüzünün şekillenmesinde lazer ışınları yardımcı oldu. Ortaya çıkan sonuç bir ölünün maskesini andırıyordu. Fotoğraflarda ölünün maskesi görülüyor. 4094
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle