02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMA Tıpta bilimsellik mi, etik mi? Tıbbi etik kavramının bilim, akademi ve toplum alanına girmesiyle neler oldu? Hastalar yönünden tıbbı etik"hasta hakları" kavramı çerçevesinde gelişiyor. teknoloji devrinde, insanın insan olmasından kaynaklanan değerier, bilim ve teknoloji üzerine fazla söz söyleyemedi. Ancak, yaşananların getirdiği birikimden ders alınarak günümüzde bu boşluğun önüne geçilmeye çalışılıyor. Artık bilim ve teknolojinin bazı insani değerterie olan ilişkisi tartışılabilir ya da insani değerier bunlar üzerine az ya da çok söz söyleyebilir duruma geliyor. Bu değerlerin başında da kuşkusuz etik değerlerimiz yer alıyor. Etik değerlerimizin bilimsel ve teknolojik çalışmalarla olan ilişkisini kendini en başta ve ağırlıklı olarak tıp uygulamalarında gösterdiği söylenebilir. Tıp, bilim ve teknolojinin getirdiği güçle, dev adımlariadev sonuçlara yol açarak ilerlerken bu noktada, etik değerlerimiz açısından bazı tıp uygulamalarının, tartışılması, sınırlandırılması, önlenmesi, yeniden gözden geçirilmesitanımlanması gibi çalışmalar yapılmaya başlandı. Tıbbi etik gerçeğinin bilim, akademi ve toplum alanına girmesiyle ne/ neler oldu? Her şeyden önce insanlar tıbbi olay ve olgulara yeni bir pencereden, daha açık bir anlatımla etik değerier açısından bakmaya başladı. Böylelikle, her türlü tıbbi uygulamanın koşulsuz, rasgele, bilinçsizce kullanılmamasının gerekliliği açıklık kazandı. Tıp ya da biyotıp bilim ve tekniğinin etik değerlere zarar vermeyecek ölçüt ve biçimlerde kullanılması süreci gelişti. Kuşkusuz insani değerlerin her türlü tıp uygulamasında öncelik oluşturması hekimliğin özünde olan bir şey; yeni olmayan bu duruma karşın, onun ortaya konuş biçimi söz konusu etik alanın bir niteliği. Böylelikle, hekimler (ve öteki sağlık çalışanları) biyotıp teknolojisinin getirdiği büyük olanakları kullanırken, aynı zamanda değerlerimiz açısından istenmeyen durumlarda, bir insan olarak (etik değerleri olan bir insan olarak) çaresiz ve şaşkın olmaktan, karara varmada bocalamaktan, zor durumlarda bir başına olmaktan çıkmaya başladı. Artık hekimler; örneğin, yapay yöntemlerle yaşamı sürdürülen bitkisel yaşamdaki bir hasta tedavisinin ne zaman son verilipverilemeyeceği konusunda olduğu gibi, benzer etik ikilemler doğuran tıbbi etik konulannda öncesine göre şimdi daha donanımlıdııiar. Hekimler yönünde gelişen bir başka boyut, hekimin tıp uygulaması sırasın Erdem Aydın* ünümüzde tıbbi etik çalışma ve tartışmaları hızla yaygınlaşırken, konuya yakın çevrelerce yukarıdaki başlık kuşkuyla karşılanabilir. Olası böyle bir kuşku, gerçekten büyük doğruluk payı taşımaktadır. Çünkü "Tıpta bilimsellik mi, yoksa etik mi" biçiminde sorulmuş bir soru bizce de yanlış bir sorudur. Kendini insan saglığına adamış olan tıp, her ikisini de özünde barındırır ve her iki kavram da birbiriyle yarışmaz; olsa olsa birbirini tamamlar. Tarihsel olarak geriye dönüp baktığımızda konumuzla ilgili olarak neler görüyoruz? Çagdaş bilimin doğuş yeri olarak gösterilen eski Yunan'da Mö 5. ya da 6. yüzyıllara gelindiğinde, insanlar çok tanrılı dinlere olan inançlarını yitirmeye başladılar. Yunanlılar Olimpos Tanrılan'nın tutum, davranış ve eylemlerinin hiç de tanrısal nitelikte olmadığının ayırdına vardılar. Onlar yaşamları ve toplumlarının yönlendirilmesi konusunda tanrılardan umutlarını keserlerken; gerçekleri yakalayabilmenin kendi akıl yürütmeleri, uslamlamaları ya da mantıksal açıklamalarından geçeceğini kavradılar. Böylece Yunanlılar dünyayı nesnel açıklamalarla tanımlarken, onların aralarından da bazıları çıkarak yaşam ve toplum için gerekli olan bazı "etik değerier" (ahlak) olduğunu savunmaya başladı. örneğin, böylesine evrensel değerlerin olduğuna inanan Sokrates, yaşamı boyunca bu değerleri yerleştirmek için an çok uğraşanlardan biriydi. Ancak Yunan aydınlanması fazla uzun sürmedi. Karanlık Ortaçağ tozduman içinde geldi ve kolayca gitmedi; yüzyıllarca yerleşik kaldı. Bu yüzyıllar içinde insanlar çevrelerinde olup biteni göremedi, anlayamadı ve yakalayamadı. Bu karanlığın ortadan kalkması için bin yıldan fazla süre gerekecekti. Nihayet insanoğlunun uyanması Rönesans adı verilen dönem ile Batı dünyasında yeniden başlarken, bu uyanma ya da aydınlanmanın omurgasını bilimsel yöntem ve onun gelişimine olanak tanıdığı teknoloji oldu. Insanlığı karanlıktan kurtaran bilim ve teknolojinin yüzyılımıza, özellikle son on yıllara gelinceye kadar boş alanda at koşturduğu söylenebilir. Bunlardan her birinin de kendi başına eleştirilemez, tartışılamaz bir "değer" olduğu kabul edildi ve her türlü "insani değer" tartışmalarından uzak tutuldu. Bilim ve G da gelişecek olumsuz sonuçların "Etik Kurullar" gibi kurullar (kimi zaman hekimi koruyucu yönleri de olan hastane etik kurulları gibi) aracılığıyla yeni değerlendirmeler çerçevesinde ele alınabilmesidir. Hastalar yönünden ise tıbbi etik, yeni bir varlık alanının ortaya konması biçiminde beliriyor. Sözkonusu bu yeni alan "hasta hakları" kavramı çevresinde gelişmektedir. Bilindiği gibi geleneksel hekimlikte hekimhasta ilişkisinin uzantısında hasta, tanıtedavi konusunda hekimin söyledikleri ve uyguladıklarına koşulsuz uymak zorundadır. Kuşkusuz hasta tüm tıbbi girişimi reddedebilir. Ancak tıbbi etikte gelişen kavramlar ışığında burada sözkonusu olan tedavi ve bakım sırasında tıbbi girişim niteliği konusunda hastanın bilgilendirilmesi; tam ve açık bir bilgilendirmeden sonra onamının ("Aydınlatılmış Onam") alınması ya da hastanın "özerkliğme" saygı gösterilmesi gibi daha önce yerleşik olmayan kavramlardır. Benzer biçimde araştırma etiği kapsamı içinde denek olarak kullanılan bireylerin "insani" ve "kişisel" değerierinin titiz biçimde korunması gibi yeni kavramlar tıbbi etik çalışmaları sonucu gelişmiştir (örneğin ülkemizde Sağlık Bakanlığı'nın ilaç araştırmalarında uyulmasını öngördüğü bir tüzük kısa süre önce yürürlüğe girmiştir). Bir başka nokta, insanlığın her zaman gereksinim duyacağı biyotıp teknoloji ve bilimine karşı yapılacak köktenci karşı çıkışların önüne geçecek insancıl uygulamalara zemin hazırlama olanağının sağlanmasıdır. Biyotıp çalışmalarının etik değerier yönünden "rafine" edilmesi ile ona, kökten karşı çıkmanın gereksizliği ortaya konmuş olmaktadır. Gerçekten günümüz biyotıp teknolojisinin geldiği noktada insanlık, olumsuz, istenmeyen bazı sonuçlar ile karşı karşıyadır. Bu kötü sonuçlardan olabildiğince arınmamız için, bu teknolojinin yalnızca yararlı yönlerinin kalması temel bir ilke olmalıdır. Işte böyle bir noktaya giden yol, tıbbi etik (biyoetik) alanındaki değerlerin, kavramların, önermelerin, ilkelerin, kimi zaman kural ve yaptırımsal düzenlenmelerden geçmektedir. Sonuç olarak; anımsatma niteliğindeki bu kısa çalışmada amacımız son derece geniş bir "perspektif" içeren tıbbi etiği tartışmak değil; onun temel niteligini saptamaktır. Böylelikle giriş paragrafımızda vurgulamış olduğumuz gibi, bu konudaki olası bazı yanlış anlama ve yorumlara açıklık getirmiş olduğumuzu umuyoruz. * Dr. Akdeniz Tıp Fakültesi Deontoloji (Tıbbı Etik) ABD. Antalya Bir başka açıdan "beyin ölümü" Itır Yeğenağa* azetenlzde okuduğum bir yazı, eğitilmiş kişilerin bilimsel gelişmelere karşı ne kadar duyarsız kalabileceğini yansıtması açısından yadırgatıcıydı. Bu yazıda beyin ölümü tartışılıyor ve sonuç olarak da insanların canlı canlı kesilip organlarının alındığı gibi akıl almaz bir yargıya varılıyordu. Beyin ölümü kavramı tüm dünyada ayrıntıları ile tanımlanmış bir kavramdır. Hastanın klinik olarak beş ayrı uzman tarafından muayene edildikten sonra ve birtakım laboratuvar yöntemleri kullanıldıktan sonra beynin ölümüne karar verilir. Bu hastanın tekrar yaşama dönmesi olanak dışıdır. Bilindiği gibi insanlar beyinleri ile ölürler, kalp yalnızca bir pompadan ibarettir. Beyin Ölümü tanısı konulmuş hastalar kendi haline bırakıldığında en fazla 24 saat içinde kaybedilirler. Son 10 yıl içinde organ naklinin gündeme gelmesi ile beyin ölümü tanısı önem kazanmıştır. Bu olay tıp dünyasında bir devrim ve sayısız umutsuz hastaya umut ışığı olarak geliştirilmiştir. Bu tedavi yöntemi ile birçok insan, sağlığına tekrar kavuşturulmuş ve topluma yeniden kazandırılmıştır. Büyük bir iş gücü ve özveri gerektiren bu tedavi, tüm maddi ve manevi olanaksızlıklara karşı ülkemizde de yürütülmektedir. Son dönem böbrek hastası denilen ve böbrekleri artık çalışmayan, bir yapay böbrek makinesine bağımlı olarak yaşamını sürdürmek zorunda olan bir hasta için böbrek nakii ulaşılmaz bir umuttur. Ülkemizde bu şekilde böbrek nakli uygulanarak sağlığına kavuşmuş 3500 hasta vardır. Aynı şekilde karaciğer yetersizliği ve tedavisi başka türlü yapılamayan kalp hastaları da organ naklinden büyük ölçüde yarar görürler. Herhangi bir şekilde yaşamını yitirmiş bir kişinin organlarını bir başka hastaya, onu sağlıklı bir yaşama döndürmek için bağışlaması kadar yüce bir amaç var mıdır? Bir insanın yaşamı ancak böyle değer kazanır ve yücellr. Beynin ölümü hakkında kendince birtakım felsefi ve önyargılı fikirlerle tartışmalar yapan arkadaşımırt olaya bu açıdan da bakmasını ve bir kez daha düşünmesini öneririm. G *Doç. Dr. Haydarpaşa Numune Haştanesi Hemodiyaliz Transplantasyon Ünitesi 38910
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle