Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM KÜLTÜR Yapay deprem silahı Doğa güçlerini "tahrik ederek" "düşmanı yok etme" düşüncesi hâlâ gündemde... Deprem, tsumi yaratmak mümkün... Vehbi Belgil irmi yıl kadar önce, Birleşmiş Milletler bir karar almıştı: "Devletler birbirleriyle boğuşmak Için doğa güçlerini kötüye kullanmayacaklar." Bu şu demekti: Hiçbir devlet .düşmanı saydığı ülkeyi, yapay depremlerle, dev dalgalarla, yapay tayfunlarla yok etmeyecek. Sovyet rejimi bunu blrkaç kez denedi, ama fazla başarıya ulaşamadı. Yapay depremln kestirme yolu yeraltı nükleer denemeleri idi. BM neden bunu Istiyordu? Doğa güçlerini boğuşmada kullanmak suçsuz insanlan, yani çocuklan, kadınları, ihtiyarları, hastaları öldürmekti. Deprem, sokakları, binalan köprüleri, gölleri, su depolarını... yok ederek halkı gündelik yaşamında zorluyordu. 0 zaman hükümet önlemler alacak, düşman devletin isteklerine boyun eğecekti. Hiroşima, Nagazaki'de böyle olmamış mı idi? Iki kentte ölenlerin sayısı topu topu 150 bin dolayında idi. Ama, Doğan Güneş Imparatorluğu "pes" etti, barış masasına oturdu. Savaş sonrasında bu yolla savaştmlar artma eğilimi gösterdi. Sovyet deprem uzmanları, 6O'lı yıllarda şunu farketmişlerdi: Yeraltında bir nükleer denemeden sonra yüzlerce kilometre uzaklıkta bir yerde hemen bir deprem başlıyordu: Kazakistan'ın Semipalatinsk kenti (Kuzey Buz Denizine akan Irtiç nehrl kıyısında) dolaylarında yeraltında patlatılan bir nükleer bomba Tacikistan, Özbekistan, hatta Iran'da depremlere yol açmıştı. Olay önce kuşku ile karşılandı. Fakat, Moskova Jeoloji Enstitüsü'nden Alexi Nikolayev ve çalışma arkadaşları olayın doğruluğunu kanıtladılar: Az yoğunluktaki bir patlama, deprem merkez üssünden 1600 kilometre uzaklıktaki bir yerde (IstanbulKars arası) depremlere yol açabiliyordu. Sovyetler Birliği, topraklarının çepeçevre 32 yanında 32 yeraltı bombası (nükleer) patlatmıştı. 80'lî yılların başlarında, sivil mühendisler ve jeologlar, çok güçlü bombalar yapmayı düşünmüşlerdi. Maksatları, bunların yaratacağı basınçla toprak ve kaya tabakalarının aralarına girmek, bu yolla da depremlere yol açmaktı. Bunun iki yüzlülüğü gündeme getiren bir yanı da vardt: "Evet, deprem ama bunda kusurumuz yok, biz yol açmadık." Y diyelim Silikon Vadisini, hedef almak bir tür bilardo oynamakla eşanlamlı oluyor. Bunu bir benzeti ile anlatmak daha kolay oluyor: Ege kıyılarında yeraltında patlatılacak bir atom bombasının Afganistan'a ve Türkmenistan'a kadar etki göstermesi nasıl düşünülebilir? Sibirya'dan Kaliforniya'yı vurduğunuzu düşünelim. Japonya dalgalar üstünde nilüfer yaprağı gibi mi kalacak? Sonra, Güney Peru, Bolivya ve Şili kıyılarında bu olay etkisini göstermeyecek mi? Dahası var: Başka ülkelerde böyle olaylara yol açan bir patlama patlatan ülkeyi ne hale çevirir? Patlatma bölgesindeki kayaların, tektonik tabakaların da önceden incelenmesi gerekmez mi? Komşumuzun bahçesine dolu yağarken seninkine gül yağmaz. Büyüklere bir masal Iran şahlarından biri fî tarihinde ölmüş. Yerlne hemen birisinin getirilmesi lazım. Çünkü ülkenin pek çok sorunu varmış: Çevre devletlerin hepsi atağa hazırlanıyor, içerde yer yer ayaklanmalar başgöstermiş. Halkın geçimi soğanekmekten öteye geçmlyor. Böyle zamanda ne yapılır? Baş müneccimden akıl istenir. Müneccim istiharelere yatmış, Aya, göğe, yıldızlara danışmış ve önerisinl bildirmiş: "Falan gün, falan saatte kentin doğu kapısından ilk girecek adamı seçeceksiniz." O gün gelmiş, kapı açılmış. Bir de ne görsünler? Bir çoban, elinde kavalı, arkasında sürüsü, sırtında kepenegi, bir elinde de değneği ile içerl girmiyor mu? Herkesi bir telaştır almış. Ama çare yok, baş müneccimin dediği yapılacak. Adam Ay'dan imdat istemiş, göklere açmamış mıydı elini? Durum kendislne anlatılan çoban önce istememlş şahlığı. "Ben yapamam, ben bu Işlerden anlamam, bir başkasını bulun" demişse de dinletememiş. Sonunda, bir şartla kabul etmiş: "Kepeneğim ve sopam odamın baş köşesine asılı duracak, bir dediğim iki olmayacak." Herkeste bir sevinç, bir çığlık... Çoban saraya yerleşmiş. İlk hoşbeşlerden sonra sıra ziyaretlere gelmiş. Her gün akın akın ziyaretçi geliyor saraya. önce öbür çobanlar, sonra sefir süfera, daha sonra devlet büyükleri, en sonunda da okul çocuklan... Çoban bu kadar sevildiğini, bu kadar yakını olduğunu hiç bilmiyormuş. Tsumi (dev dalga) Denlz dlbinde patlatılan bir bomba dağ boyunca dalga da yaratıyor. Bunlar, Doğa güçleriyle düşmana zarar sadece bu kadar mı? Su baskınları, baraj patlatmaları, tayfunlar, onulmaz hastalıklar... da yakın tarihlerde yaşanmıştı. Çukur bir ülke olan Hollanda, 14. Lul'nin askerlerine karşı, barajlarını, bentlerini yıkarak korumuştu kendini. Amerikan kızılderllilerinin bir kısmı çiçek aşısı mikroplan İle yok edilmişti. Çiçeğe yakalanmış askerlerin battaniyeleri, at ve oktan başka savunması olmayan yerlilere kullandırılmıştı. Hastalığın nedeni ve korunma çareleri o zaman bilinmediğinden etkin bir silah olmuştu bu... Bu yazıyı yazmaktan maksadım "Bakın dünyada neler oluyor" mesajı verip okuru hayrete düşürmek değil. Tam tersine, gençlerimizi bilime yöneltmek. Osmanlı Imparatorluğu, başlangıç yıllarında çağının ilerisindeki tekniklere ilgi duyduğu için güçlü bir ordu kurdu, çıkarlannı bu sayede korudu, o zamanki üç kıtaya yayıldı (Avusturalya ve Amerika o zaman haritalarda yoktu). Fakat, sonradan, gevşekliğe dalarak derin bir uykuya yattı. Çağındakı gelişmeleri izleyemedi. Bunlara, din sapığı gâvurların aptalca buluşları gözü ile baktı. Bu dönem Türk'17. yüzyılıdır. Tam bir sorumsuzluk dönemidir bu yüzyıl bizim için. Hele avdan başka bir şey düşünmeyen Avcı Mehmet, sorumsuzluğun üzerine bir de tüy dikmiştir. Rahmetli Adnan Adıvar'ın "Osmanlı Türklerinde llim" adlı kitabını okursanız bilim ve teknoloji alanında hiçbir varlık gösterememiş olduğumuzu kabul buyurursunuz. Bilimden maksadım sadece bilim değil teknolojisidir de. Teknoloji bilimin halk hizmetine sunulmuş şeklidir. Hertz dalgalarını radyo ve televlzyon, telefon, telgraf dalgaları haline getiremezseniz bu araçları kullanamazsınız. Ben bilim ve teknolojiyi sadece gençlerimizin değil, halkımızın da öğrenmesini gerekli görüyorum. Çünkü halkın destekleyeceği gençler başarıya ulaşır. Bilim ve teknoloji anlaşılmaz bir şey değildir. Ama, bunun için, aniaşılır şekilde yazılmalan gerekir. Neden yazdım bu yazıyı? Çalsın sazlar, oynasın kızlar Törenler bittikten sonra sıra iş yapmaya gelmiş. Ne emir versin zavallı? Eğlence partileri, ziyafetler, ziyafetler... Bu arada vezir vüzera birer ikişer gelip çözüm istiyormuş. Çoban önce bunlardan sıkılmış. Böyle kıvır, zıvır şeyler için huzura girilmesln! yasaklamış. Bu arada yabancı devletlerin ordulan hudutlardan girmeye başlamış. Çoban hiç oralı değil. Tek emri şu: "Çalsın sazlar, oynasın kızlar..." Kent elden gitmiş, düşman sokaklara girmeye başlamış: "Çalsın sazlar, oynasın kızlar, gelsin tepsi tepsi pilavlar, cilavlar." Ve bir gün düşman saray koridoriarını işgale başlamış. Haberi alan çoban, "Verin benim kepeneğimle değneğimi" emrini vermiş. öyle yapılmış. Çoban sırmalı giysilerini atmış, kepeneğini sırtına geçirmiş, değneğini de eline alarak sarayın arka kapısından pır..." Giderken şöyle bir söz duyulmuş ağzından: "Benim şahlığım bu kadar. Başınızın çaresine kendiniz bakın." 1988'de Ermenistan'daki depremde 45.000 kişinin öldüğünü biliyoruz. Bunu da Sovyet bilim adamları, merkez üssünden 3.500 kilometre uzaklıktaki Novaya Zemlya'da patlatılmış hidrojen bombası ile izah etmişlerdi (Bu yer, Iskandinav yarımadasının hemen arkasında, Kuzey Buz Denizi'nden bir adadır). Dev dalga yaratma kıyı kenti insanlarını bir anda suda boğmaya yarıyor. Gaye, hükümeti zorlamak. Binlerce vatandaşının öldüğünü görecek hükümet yelkenleri suya indirecek. Aslını ararsanız bunlar aptalca gayretler. Bir ulus kendini korumaya bir kez karar verdi mi her çareye başvuruyor. "Yeraltındaki kaya tabakalarını komşuda deprem yaratacak biçimde gevşetmek o kadar kolay mı?" sorusu burada akla geliyor. Moskova Jeoloji Enstitüsü uzmanına göre, bir yeraltı bombasının etkisini kilometrelerce uzaklıktaki bir hedefe yöneltmek, sanıldığı glbi kolay değil. Evet, Kaliforniya yarımadası yahut bölgesi depreme her an açık bir yer. Ama, Sibirya'da patlatılacak bir yeraltı nükleer bomba ile bu gölge arasında 8.000 kilometrelik uzaklık var. Arada Japonya var, binlerce metre derinlikte Pasifik Okyanusu suları ve onların altındaki tektonik kaya tabakaları var. Bütün bunları hiçe sayarak Kaliforniya'daki bir kent bölgesini, 376 13