22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y E Ş İ L S A Y F A B İ Lİ M Y A Y I N "Denizlerimiz Dosyası" VII. Karadeniz'de kirlenme ve su hareketleri M.llhan Artüz Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir hızla gelişen endüstrlleşme, daha öncekl dönemW lerde akla bıle getirilmeyen çevre sorunları kavramını su yüzüne çıkardı. Türkiye'de 1960'lardan sonra, büyük bir hızla tarımdan endüstrıye geçiş, bunun sonucunda da kırsal alanlardan endüstrinin yoğunlaştığı kentsel alanlara göçüş ile tüketim ve uretımde nicelik ve nıtelık değişimleri, çok karmaşık olan çevre sorunlarından bizim de nasibimlzi almamıza neden oldu. Bir örneğini uskumruların Karadenız'i terk edişlerinde yaşadığımız gibi, ınsanoğlunun hemen hemen her girişimi belirlı bir boyutu aştığında bir çevre sorununa dönüşebilmektedir. Bu insan kökenlı (antropojenık) olgunun, masum bir tatıl sıtesi projesinde dahı dunya çapında yankı uyandıracak sorunlara dönüşebildiğini kaplumbağalar olayı ortaya koyarken, teknokratların "ben yaptım oldu" felsefesınde direndiklerine tanık olduk. Bu sorunların hâlâ "istim sonradan gelsin" örneğı. iş işten geçtlkden sonra tartışılır olması, doğainsan ilişkilerınin henüz toplumumuzca yeteri kadar benimsenmedığinın en belırgin kamtıdır. Bugün dahi, "kirlenme" pek çok çevrede "artık madde" ile eşanlamlı kabul edilmekiedir. Halbuki, bir soruna yeteri kadar egilmek ve çözüm yolları arayabilmek ıçin, sorunun iyi bir şekılde tanımlanması gerekir. Birleşmiş Milletlerin (UN), 1970 yılında kabul ettıği "deniz kirlenmesı" tanımını burada bir kere daha tekrarlamakta yarar vardır. "Deniz kirlenmesı, haliçlerı de içeren deniz ortamına, biyolojik kaynaklara zarar verecek, ınsan sağltğına tehlıke yaratacak, balıkçılık da dahıl, denizlerden ekonomik yararlanma olanaklarını kısıtlayacak ve denizin dinlence amacı ile kullanılmasını, suyun kalitesını bozarak engelleyecok şekılde, insanoğlu tarafından doğrudan ya da dolaylı, madde veya enerji bırakılması olayıdır." Dikkatle okunduğunda akarsulara yapılan barajlarla ortaya çıkan, denizin doğal dengesinde rol oynayan besleyıcı tuzlardan arındırılmış suların bırakılması ve bunun sonucunda. balıkçılığın kısıtlanması olayının, deniz kirlenmesi tarifine tümü ile uyduğu görülecektır. Konuya bu şekılde yaklaştığımızda, Karadeniz sahıllerı boyunca sıralanmış ve denize büyük çapta sıcaksu (enerji) İle birlikte artık madde bırakan kuruluşları hatırlamamak olanaksızdır. Bu tesıslerden denize akıtılan ağır metaller ve özellikle bakırlı bileşiklerın toksik etkileri, toplumumuzca asırlardan beri bilinmektedir. Buna rağmen bu kırleticılerin bir kere denize atıldıktan sonra "gözden ırak, özden ırak" olacaklan varsayımı ile, herhangi bir arıtmaya gerek görülmeksızın denizin bağrında kaybolacağı umulmuş ve umulmaktadır. Yapılan sayısız araştırmalar ise su içerslne bırakılan ağır metaller (cıva, kadmiyum, kurşun, bakır vb.) radyoaktif maddeler veya kimyasal kirletlcilerln, insan tarafından tüketilen pek çok canlı türünde doğrudan veya dolaylı olarak ve ortamda bulunandan yüzlerce misli fazla yoğunluklarda birikebileceğini ortaya koymuştur Büyük olasılıkla akarsuların, geniş bir hınterlanda dağılmış teSislerden taşıyıp Karadenız'e getirdığı cıvalı bileşiklerin, denizlerimizde uretilen su ürünlerınde önemli yoğunluklara ulaştıkları, ürünlerın sevkedildiklerı ülkalerce zaman zaman rapor edildiği gibi, Türkiye'de yapılmış araştırmalarda da, örneğın AT ülkelerıne dışsatımı yapılan ve çok değerli bir ürün olan köpek balıkları ve orkinozlarda 1.35 ppm (Yiğit, V. 1979) mldyelerde 3.96 ppm (Carden ve öz BilgiOlmayanSezgiler: Bir Psikiyatrın Beyne & 2 bal 1976) cıva konsentrasyonları tespıt edilmiştir. Karadeniz'de bütün bu gelişmelere karşın kirlenmenin henüz Marmara'dakı boyutlara ulaşmamış oluşu. bu denizımızm kendine özgü akıntı sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Karadeniz'de su hareketlerini, yatay ve düşey doğrultularda incelersek, bunların Karadeniz'in kirlenmeye karşı olan ancak sınırlı olduğu da gerçek direncindeki etkinliklerini açıklayabilıriz. Karadeniz'ın hidrografik ve ekolojik kaderl; bu denizimizi, IneboluKerempe burnunda, doğu ve batı olmak üzere iki havzaya ayıran ve saat ibresınin ters yönünde hareket eden dairesel akıntılarca saptanmaktadır. Haritandan da görüldüğü gıbı. bu akıntılar karaya yaklaştıkça 40, hatta 50 cm/saniyeye kadar varabilen hızlara ulaşmaktadırlar. Bu akıntılar kıyı şeridımizi çevreleyen yüzey su su kutlesının boşalttığı hacmi doldurmak üzere, dipten yüzeye doğru yükselen sulardır. Derinden geien bu sular oksıjensız ve özellikle de çevreye göre çok soğuktur. Sıcak bir yaz günunde, güney rüzgârının etkisinin hıssedilmediği sakin ve sıcak bir denizde. buz gibi bir su ile karşılaşmış olanların sayısı hıç de az degildir. Bazen de bu soğuk suların yükseldiği yüzeyde sıs oluşumu ve gerek soğuk, gerekse oksijensızlik nedeni ile balık ölümlerı de görülmektedir. Sovyet gözlemciler, bu akıntılara "holodnık akıntılan" demektedırler. Zıra aynı olay, Karadeniz kuzey sahillerinde de şiddetli kuzey rüzgârlarının su kütlelerini, Anadolu kıyılarına yığması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu şekılde su kütlelerınin yüzeye yükselmesi olayına uluslararası terimlendirmede "Upwellıng" denir ki bu olayı deniz dıbine artık bırakarak kanalizasyon sorununa çare bulduk diye düşleyenlerın lyice öğrenmesi ve artıkların belırli şartlarda en ıstenmeyen sahil kesimine gelebileceğini düşünmelerı gerekir. Karadeniz, jeolojik gelişimi sürecinde pek çok deöışımlere sahne olmuştur. Bunların en onemlıîerınden bırısi de, su sevıyesinln önemli ölçülerde, örnegin 200220 m yükse IIUIOUMYM SEZSIUI Nusret Kaya. Orhan Ofset, 1987. 86 s. E$er bugünlerde alışılagelmiş psikiyatrı ya da nöropsikoloji kıtapları okumaktan bıktığımzı hissedip yeni arayışlar içindeyseniz, size Doç.Dr.Nusret Kaya'nın yapıtını okumanızı tavsiye ederız. Bu ilginç çalışmayı yazarının kendi sözleriyle tanıtmayı yeğliyoruz: 'Bu kitapta anlattıklarımın bir iddia ve sonucu yoktur. Bilim ve bilginin büyük uğraşı isteyen ispat ve delıî çabalarından uzak kişisel sezgilerımden söz etmekteyim... Bu sezgilerin bir gün bilgi olacağına inancım, okurlarımdan alacağımı umduğum tenkitlerle artacaktır." (Sunuş yazısı) "Psikosibernetik teorilere göre en zekimizin dahi beyninin sadece °/o 28 hücrelerını (sıc) kullandığını düşünürsek... Arayış, düşünce, felsefe hep bu % 28 hücre kullanarak yapılmaktadır. Geriye kalan % 72 beyin hücresinin fonksiyonlarını araştırmakta ise klasik tıp bilimi oldukça yetersiz kalmaktadır. O halde gerçek anlamda bir arayış ancak kullanılmayan bu hücrelerin devreye sokulmasıyla yapılabilecektir." (s.5). "...Fakat itiraf etmeliyim ki, özellikle Anadolu'nun kırsal kesiminden gelen bazı hastalanma muska yazmasını bılen bir hocaya gitmesini söylediğim olmuştur. Bu olaylarda alt beyin iyileşeceğine kesin inanmakta ve böylece iyileşme süreci başlanmaktadır. O halde nasıl bir metod bulalım ki, alt beyin iyileşme ve hayatı koruma fonksiyonlarını rahatlıkla yerine getirebilsin sorusu, o sıralarda corteksimi meşgul eden en önemli soruydu." (s.9). Dostum üst beyin kullanmakta deha derecesinde zekiydi. Fakat çok gelişmiş bir üst beynı olduğundan alt beyin mesajlarını devamlı olarak yanlış tercüme ediyor ve bu nedenle aşırı nevrotik bir karakter taşıyordu. Bu nedenle uzun süredir ve trankilizanların suni rahatlığını arıyordu. Üst beyni çok daha rahat gözüküyordu" (s.39). "Gelelim ilkel hayatımızın bizde halen etkisini sürdüren 'Kaç, kurtul, yoksa seni yiyecekler' mesajlarının salgılanmasına neden olduğu adrenalin maddesine. Bu madde de alt beynin ana fonksiyonu olan hayatı koruma güdüsüyle ilgilidir... insandatıpkı 'Saldır, parçala' komutası gibi, 'Korkuyorsun kaç' komutası da Corteks (üst beyin) denetimi altındadır." (s.69). "Eğer beynimde atalarıma ait genetik bilgi şifreleri varsa niçin bu şifreleri kullanamıyorum? Eğer kullanabilsem canlılığın cevabını bulabilir miyim? Bu cevabı arayışlarımın hepsinde karşıma Tanrı çıkıyor ve hayır daha bulamazsın diyor. Onun için bilgi olmayan sezgilerim bilgi aşamasına geldiğinde bitiyor. Evet bilgi henüz yok. Bir gün belki." (s.96) kütlesinin oksijenle doymasına, böylece suya bırakılan organik artıkların oksitlenmesine olanak sağlamaktadır. Ancak unutulmama8i gereken nokta, bu yeteneğin de sınırsız olmayışıdır Şayet organik artıklar, akıntıların sağladığı oksijeni yitirerek 4 mg/litrenin altına duşürecek, olursa, bu, Karadeniz sahillerımızm bekâretinin sonu olur. Soz konusu yüzey akıntılan 100 m derınlığe kadar gittikçe yavaşlayan bir hızla hareketlerini sürdürürken bu derlnliğin altında yerlerini ters yöndeki zayıf akıntılara bırakırlar. Bu ters akıntılar ise, halotermoklin tabakasında son bulurlar Buradan aşağıda hareketsiz, oksijensiz, azoik, hidrojen sülfürlü derin su kütlesi ortalama 2000 m derınlikteki deniz çanağını doldurur. Karadeniz sahillerimizde zaman zaman gözlenen bir akıntı hareketi de, şiddetli güney (lodos) rüzgârları ile kuzeye doğru itilen lip alçalmaları olmuştur. Hatta bazı dönemlerde Karadeniz'ın kurumuş olduğu da 1970'li yıllarda yapılan arastırmalarda ilerı sürülmüştür Karadeniz'de su sevıyesinin alçaldığı dönemlerde burası sığ, tatlı veya acı su gölü halıni almıştır Halen Karadenız'e akan veya jeolojik devirlerde izleri kaybolmuş bazı ırmak ve dereler, su sevıyesinin düştüğü dönemlerde, bugünkü su sevıyesinin çok altında kalan kıta sahanlığında, yüzey suları olarak akarlarken burada kendilerine özgü kanyonlar oluşturmuşlardır. Bu kanyonların profillerini ilk defa ekosaunder ile görüntülerken duyduğum heyecanı unutamam. Bu deniz gibi batık nehir kanyonları, başka kıta sahanlıklarında da olduğu gibi tlpik W şekli göstermektedirler. Şekılde FilyozYenice Irmağı ve Bartın deresi, deniz dibi batık kanyonlarının ekogramlan görülmektedir. Söz konusu kanyonlar 1520 m. derınlikteki kıta sahanlığında blrden blre 100200 metre derinllğe uzanmaktadır. Yanda Karadenlz'deki su hareketleri şematik olarak görülüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle