04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 7 MAYIS 2021 CUMA DİZİ Gezmiş ve arkadaşlarının yargılandığı AIESEC davasında tanık polislerin ifadeleri tarihe geçti Deniz olunmalı “Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa?” diyen ünlü mısralarından akılda kalan en güzel satır şudur Nâzım’ın: “Ne o, ne o, ne o... Deniz olunmalı oğlum...” Deniz Gezmiş’le bir süreliğine aynı yıllarda bu gezegende yaşamış olmasına rağmen hayatı boyunca hiç tanışmamış ve yolları kesişmemiş bir sosyalistin aklından bile geçmemiştir, bu dizelerin o yiğit devrimci sosyalist çocuğa bu kadar yakışacağı. Gerçekten de “Deniz olunmalı...” Her yerde ve her zaman. Samsun’dan, bir grup arkadaşı ile Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü başlattığı 29 Ekim 1968 gününde, bir meşale gibi bu ülke gençliğinin yolunu aydınlatan, Cumhuriyetin kurulduğu gün başlatılan o yürüyüşü 10 Kasım günü Anıtkabir’de noktalamayı hedeflemişti. Dünyanın tüm antiemperyalist hareketlerine örnek olacak Kurtuluş Mücadelesi’nin kahramanından söz ederken şunları söylüyordu Deniz: “...Bu memlekette Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa, onlar da bizleriz. Onun, istiklali tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz...” Bu cümlesi ile hem bu coğrafyanın yetiştirdiği en büyük devrimci Mustafa Kemal’in “asıl mirasçısı” olduklarını hem de Yüce Önder’in de “İstanbul Hükümeti tarafından hain ilan edilerek hakkında idam kararı alındığını” hatırlatarak Türkiye solunun on yıllardır (ve hâlâ) görmezlikten gelme ve utangaç biçimde üstü kapalı bir inkârla ATATÜRK’ü “Yüce Önder” olarak kabullenmeme tavrının da bir eleştirisiydi bu. İşte tam da bu yüzden “Deniz olunmalı.” Emperyalizmle mücadelenin gerçek ilham kaynağı olan Mustafa Kemal’in meşalesine sarıldığı için Deniz olunmalı. Bugün de geçerlidir bu şiar. “Deniz olarak” faşizmin her tür ve kılıkta, her görünümde olanına karşı mücadele etmeli. Gericilerle, küçük burvuja oportünistleri ile her ikisini de “bazı hataları mazur görülebilir ve zaman zaman belli noktalarda kol kola girilebilir” bulanlara karşı da mücadele ederek Deniz olunmalı. Emperyalist uşakları, din bezirgânı, gerici ve laiklik karşıtları ile müttefiklik ilişkisine girişenlere inat Deniz olunmalı. “Deniz olarak” temel insan haklarına düşman, yine Nâzım’ın deyişiyle “Yeşile, doğaya, kurda, kuşa, insana, ümide, akarsuya, meyve çağında ağaca, serpilip gelişen hayata düşman” yani İkizdere’ye, Kaz Dağları’na, Cerattepe’ye, Kuzey Ormanları’na ve bilcümle tabiat zenginliğine düşman olanların suratına “Durun!..” diye haykırabilmeli. “Deniz olarak” yurdum insanı koronadan inim inim inlerken, onları hayatta tutabilecek 35 dolarlık iki doz aşıyı temin etmek bir yana, her türlü güvenceden yoksun biçimde virüsle baş başa bırakarak fabrikada, tarlada, büroda üretime zorlayan açgözlü kompradorlara karşı durabilmeli. “Deniz olarak” bir yandan bu ülkenin tüm kaynaklarını ve vatandaşların vergilerini har vurup harman savuran, ballı yandaş müteahhitlere peşkeş çeken, elde ettiği rantla da zevku sefa içinde yaşayan bir avuç azınlığın ipliğini pazara çıkarabilmek için her türlü tehdide ve baskıya boyun eğmeyip gözünü kırpmadan savaşabilmeli. “Deniz olarak” hukuksuzlukların üzerine yürüyebilmeli. Mahkeme kararlarını tanımayan, akademisyeninden gazetecisine, işçisinden memuruna, muhalif siyasetçisinden öğrencisine hoşuna gitmeyen kim varsa zindana atmak ve orada tutmak hırsı ile yanıp tutuşan ceberut iktidarla yiğitçe mücadele edebilmeli. “Deniz olarak” fikir ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün insanoğlunun en temel, vazgeçilmez, ekmek kadar, su kadar, hava kadar kutsal bir hak olduğunu savunabilmeli. Deniz olunmalı... Yusuf olunmalı... Hüseyin olunmalı... O üç yiğit memleket evladının yaptığı gibi gerektiğinde kendi (kısıtlı süreli) yaşamının üzerinde düşünebilmeli toplumun çıkarını. Yaşına başına bakmamalı. “Daha doğru dürüst bir gün görmedik. Bir şey kazanmadık. Şu dünyanın sefasını sürmedik” demeden, 2325 yaşında ölümün üzerine yürüyebilmeli. Eğer bir taş daha koymak gerekiyorsa faşizme karşı öreceğimiz duvara, eğer bu taş kendi naçiz bedenimiz olacaksa, onuruyla, vatan için çarpan yüreğinin durması pahasına, yağlı urgana boynunu uzatabilmeli insan. Son nefesinde bir Rodrigo konçertosuna kulak vermeyi dileyecek kadar da naif ve yüce bir ruhla... Can Yücel’in o efsane dizelerindeki gibi: “Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun... Elbette Türkiye’de en uzun koşuysa Devrim. Onun en güzel yüz metresini koştu. İlk o fırladı lüverden en sekmez mermisiynen. Aşk olsun...” Delil, konuşan fotoğraf Türkiye tarihinde her dönem emniyet çekmecelerinde hazır tutulan fişlenmiş “sakıncalı mühim şahsiyetler”in listeleri, failleri tespit edilemeyen her olayda kurtarıcı işlevi gördü. AIESEC Davası’nda da salonun alt katında görevli polisleri üst katta slogan atan öğrencileri tespit edemeyince yine çekmeceden çıkarılan kataloglarda ismi yer alan öğrenciler toplandı. Tanık polisler ifadelerinde hangi öğrencinin hangi sloganı attığını ayrıntılı olarak aktarınca savunma avukatları “Siz alt katta iken hangi öğrencinin hangi sloganı attığını nasıl anladınız” diye sorduğunda ifade verirken bayılan tanık polis Necdet Bato, “Fotoğraflarından anladık” yanıtı verdi. Böylece konuşan fotoğrafı da ilk kez bizim emniyetimiz icat etmiş oldu. DDAENLGİZALSEIRYİINM MİYASE İLKNUR 2 Haklarında dava açılan öğrencilerle ilgili gösterilen tek delil, olaylar sırasından polis taraından çekilen bir resimdir. Öğrenciler aleyhine ifade veren tanık polislerin tamamı alt salonda görevlidir. Üst balkonda slogan atan öğrencileri nasıl teşhis ettikleri sorulduğunda fotoğraftan demelerine karşın her birinin ne slogan attığını da ayrıntılı bir şekilde belirtirler. Ancak öğrencilere eyleme teşvik eden Bozkurt Nuhoğlu ile Raif Ertem çekilen polis fotosunda yoktur. Raif Ertem’in alt salonda oturan fotoğrafı ile Nuhoğlu’nun da eylem bittikten sonra Fen Fakültesi’nin arka bahçesinde öğrencilerle çekilen fotoğrafı mahkemeye sunulmasına rağmen tutuklulukları devam eder. Tanık polisler ve öğrenciler Bozkurt Nuhoğlu’nun bahçede öğrencilere “artık herkes okullarına dönüp derslerine girsin” uyarısı dışında suç unsuru olabilecek bir sözü olmadığını da belirtirler. Tutuklu sanıklardan gazetemiz eski yazarı Raif Ertem ise o sırada stajyer avukattır ve AIESEC toplantısına davetlidir. Ertem, davetlililerin oturduğu alt kat salonda oturmasına ve alt salonda oturduğu tanıklar tarafından doğrulanmasına rağmen polislere göre o da üst kat salonda slogan atan eylemciler arasındadır. Dava sırasında durumu Raif Ertem gibi tartışmalı öğrencilerden biri de tutuklu yargılanan Sait Bülbül’dür. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi olan Bülbül o gün salonda değil kendi okulundadır ve eylemin olduğu saatte kendi fakültesinin sekreterinin odasında bir görüşme yapmıştır. Bülbül’ün tutuklanmasının nedeni polislerin o gün salonda çektikleri fotoğrafta sakallı bir öğrenciyi ona benzetmeleridir. Duruşmada Sait Bülbül’ün söz konusu sakallı öğrenci ile hiçbir benzerliğinin bulunmadığı açıklanmasına ve eski resimleri de mahkemeye sunulmasına rağmen Bülbül’ün tutukluğu sürmüştür. Polislerin ifadelerinde öğrencilerin attıkları sloganlar bile birbirini tutmaz. Sanık avukatlarının sanıklardan hangisinin hangi sloganı attığını nasıl ayırt ettiklerini sorduklarında ise “Fotoğraflarından” diye yanıt vermesi duruşma salonunda gülüşmelere neden olmuştur. Tanık polislerden Necdet Bato, kendisine ezberletilmiş ifadelerini söyledikten sonra tutuklu öğrenciler ve savunma avukatları tarafından sıkıştırılınca duruşma salonunda bayılır. Dışarı çıkarıldıktan sonra kendisine gelen Bato’nun yeniden dinlenmesini isteyen savunma tarafının talebini mahkeme tahmin edeceğiniz gibi reddeder. Fotoğrafta olmayan öğrencileri hem de kendileri alt kat salonda iken nasıl teşhis ettikleri sorulduğunda ise tanık polislerden birinin “Biz bu öğrencileri tanırız, emniyette fişleri vardır” diye yanıt vermesi ise durumun özetidir. Emniyette kaydı olan öğrenciler ister eyleme katılsın ister katılmasın, ister o gün o salonda olsun ya da olmasın gelen emir üzerine toplanmıştır. Sultanahmet Cezaevi’nde tutuklu bulunan Deniz Gezmiş, Emir Birbil, Mustafa L. Kıyıcı, Rıfat Eygi, Özal Kabaca ve Emin Tümsoy’un cezaevinin kütüphanesinde savunmalarını hazırlarken çektirdikleri fotoğraf. Gezmiş ve arkadaşları 21 Mart 1968 tarihli fotoğrafın arkasını da imzalamış. (Avukat Metin Kumbasar’ın arşivinden) MTTB’liler içeri solcular dışarı 4.Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam eden duruşmanın başında sanık avukatlarının söz talepleri yargıç tarafından reddedilince avukatlarla yargıç arasında sert tartışmalar yaşanır. Duruşma açıldığında sanık avukatları dördüncü kez Ağır Cesa Mahkemesi’nin dosyayı incelemek için istediğini anımsatmasına rağmen Yargıç Sıtkı Karlıbel sanıklara son sözlerini sormaya başlamıştır. Avukatlar, “Şimdiye kadar hiç savunma yapmadıklarını” belirterek savunma hakkı istemişlerse de yargıç kendilerinden daha önce yazılı savunma istendiğini ama yazılı savunma verilmediğini söyleyerek avukatlara söz hakkı vermez. Avukatlardan M.Kemal Kumkumoğlu’na mahkemece ihtar cezası verilir. Ayrıca Avukat Kemal Kumkumoğlu’nun 14.4.1968 tarihli celsede savunma hakkı ile ilgili yaptığı talebi mahkemeye hakaret sayan yargıç, Kumkumoğlu hakkında soruşturma yapılması için İstanbul C.Savcılığı’na başvurur. Yargıç Karabel hızını alamayıp diğer avukatlar için de soruşturma açılmasını ister. 17.4.1968 tarihli duruşmaya katılan avukatlar Ziya Nur Erün, Yılmaz Halkacı, Kemal Okvuran, Ali Turgan, Alp Kuran, Mahiru Akdoğan haklarında yine mahkeme ve yargıca hakaret ettikleri gerekçesi ile hâkim Sıtkı Karabel, duruşma savcısı Sayın Mehmet Hulusi Yazıcıoğlu ve mahkeme mübaşiri ve mahkemenin iki zabıt kâtibinin imzaları ile adliyede görevli iki polisle mahkeme salonuna nasıl ve niçin geldikleri anlaşılamayan ve adları anılan tutanağın altında bulunan polis memurlarının imzasıyla tutulan bir tutanak ve bir mahkeme müzekkeresi ile birleştirilerek İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na başvurur. Duruşma salonuna sanıkların arkadaşları alınmazken sağcı MTTB’li gençler kartlarını göstererek girmeyi başarmışır. Duruşmayı izlemeye gelen gençler salonun darlığı gerekçe gösterilerek içeri alınmayınca koridorlarda marşlar söylemeye başlar ve duruşma sonrasında da Nuhoğlu, Gezmiş ile Ertem’in jandarmalar arasında salondan dışarı çıkarılırken tezahüratta bulunarak arkadaşlarına destek verirler. 2 Mayıs 1968 günü yapılan 3. duruşmada son sözleri sorulan sanıklar ise yargıcın sorusuna “Sizi reddediyorum” diye yanıt verir. Bunun üzerine mahkeme kararı açıklanır. Sanıklardan Sait Bülbül’ün beraatına, Raif Ertem, Bozkurt Nuhoğlu, Deniz Gezmiş, Mustafa Gürkan, Rahmi Aydın, Mehmet Mehdi Beşpınar, M.Lütfü Kıyıcı ve Mustafa Çaldırık’ın temyiz yolu kapalı olmak üzere 6’şar ay hapis ve 600 lira da para cezasına çarptırılır. Gerekçeli kararın sonradan yazılacağını belirten Karlıbel cezaları tecil etmez. Duruşma sonrasında sanık avukatları Alp Kuran, Ali Yaşar, Metin Kumbasar, Yılmaz Halkacı, Kemal Okvuran, Ali Turgaün ve Ziya Nur Erün zabıt tutarak Yargıç Karlıbel’i Yüksek Hâkim Kurulu’na ve Baroya şikâyet ederler ama bu şikâyetlerden bir sonuç çıkmaz. Yargıç Karlıbel emekli olduktan yıllar sonra RP’nin Kartal Belediye Başkan adayı olarak karşımıza çıkacaktır. SÜRECEK Öymen’den 10 bin kitap Eski CHP Genel Başkanı ve gazeteciyazar Altan Öymen, gelecek nesillere ışık tutacak Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızcadan oluşan yaklaşık 10 bin kitap ile kronolojik ve tematik olarak düzenlenmiş dergi ve gazete arşivini Beşiktaş Belediyesi’ne bağışladı. Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, Zübeyde Ana Kültür Merkezi’nde kısa sürede açılacak olan kütüphaneye Altan Öymen adını vereceklerini söyledi. Akpolat, “Hepimizin Altan ağabeyi, kütüphanesini bize bağışladı. Bizim için büyük onur” diye konuştu. l İç Politika
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle