23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kupa Orhan Veli 2 15 NİSAN 2021 PERŞEMBE gorus@cumhuriyet.com.tr Komünist aşı OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ??ei???°IâJ×??????°?u° ‘Egemenlik’ yoksul halkların umudu Emperyalizme direnen Küba’nın geliştirdiği Soberana 2 (Egemenlik) ve Abdala aşıları, Küba halkı ve diğer yoksul halklara umut olacak. M. BIROL GÜGER Küresel salgınla birlikte başlayan aşı tartışmaları, gezegenimizdeki sosyal adaletsizliğin boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Bugün aşılara ilişkin yapılan spekülasyonlar, refah seviyesi yüksek bireylerin daha kesin çözümlü aşılara erişiminden başlıyor, zengin ülkelerin daha fazla para karşılığında yoksul ülkelerin istihkaklarına el koymasına kadar gidiyor. Gerçek olan şu ki küresel salgınla birlikte neoliberalizmin görkemli makyajı bir kez daha akıyor. O sırada kişi başına düşen yıllık milli geliri 6 bin 500 doları (ABD’de 65 bin dolar) biraz geçen Karayipler’in küçük fakat onurlu ada ülkesi Küba’da aşı, halk yararına geliştiriliyor, halka ücretsiz olarak vuruluyor, yoksul ülkelere düşük bedellerle satılıyor. Zorunlu olmayacak Batı’daki “demokrasi” başkentlerinde bugün “aşı pasaportu” üzerinden “denetim toplumu” ve “polis devleti” tartışmaları yapılırken Kübalı doktorun konuya ilişkin yorumu hiç şaşırtmıyor. Küba’daki Finlay Aşı Enstitüsü müdürü Dr. Vicente Verez’e göre “Küba’da aşı zorunlu olmayacak, çünkü nüfusun büyük çoğunluğu zaten devletlerine güveniyor ve aşı olmayı istiyor...” İkinci aşıda José Marti izleri Küba’nın geliştirdiği beş aşı adayından ikisi “Egemenlik” anlamına gelen Soberana 2 ve adını Küba’nın bağımsızlık kahramanı José Marti’nin kitabından alan Abdala’nın üçüncü faz denemeleri devam ediyor. Bugüne dek 44 bin Kübalıya “çift kör çalışma” kapsamında Soberana 2 aşısı vuruldu. 150 bin sağlık çalışanı daha “girişimsel çalışmanın” bir parçası olarak Soberana 2 ile aşılanıyor. PfizerBioNTech ve Moderna’nın mRNA aşılarının aksine Soberana 2, vücudun bağışıklık sistemini tetiklemek için sentezlenmiş koronavirüs proteinleri kullanıyor. Etkili, yan etkisi az Dr. Verez NBC’ye verdiği demecinde “Soberana 2’de çok iyi bir güvenlik profili görüyoruz” diyor ve ekliyor: “Kesin etkiye dair kanıtlar var ve bu nedenle girişimsel çalışmaları genişletmeye karar verdik...” BioCubaFarma’nın başkanı Dr. Eduardo Martínez Díaz ise “Binlerce dozun ardından gönüllülerin küçük bir yüzdesinde yalnızca hafif ve orta derecede yan etkiler görüldü” diyor. Dr. Díaz, her iki aşının da yüksek miktarda bağışıklık oluşturduğunu sözlerine ekliyor. Şayet denemeler başarılı olursa, ABD’nin, başını kaldırmaması için yaptırımlara boğduğu sosyalist Küba, koronavirüs salgınıyla mücadelede aşı geliştirmiş çok az ülkeden biri olacak ve bu başarı tüm dünyanın dikkatini üzerinde toplayacak. Halk sağlığı meselesi Gelişmiş ülkeler, ön sipariş yoluyla aşıları henüz piyasaya çıkmadan topladıkları için gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde büyük bir aşı sıkıntısı baş göstermişti. Küba bu noktada, azgelişmiş ülkelerin aşı ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Çünkü Küba aşıyı, bir güç gösterisinden ziyade büyük bir halk sağlığı meselesi olarak görüyor. Verez’e göre bazı ülkeler, yıllık 100 milyondan fazla doz satın almak amacıyla Küba devlet yetkililerine başvurdu. Küba da kapasitesini aynı ölçüde artırdı. Meksika ve Arjantin de aşı tedariki için yüzlerini Küba’ya çevirdi. Pandemi ekonomiyi sarstı Ekonomisi onlarca yıllık yaptırımların ardından salgınla sarsılan Küba, müttefiki Venezuela’dan gelen yardımların azalmasıyla daha da zor duruma düştü; bugün gıda ve ilaç kıtlığıyla boğuşuyor. Ancak dünyadaki pek çok gelişmiş ülkeye kıyasla sıkı önlemler ve kilitlenmelerle Covid19 enfeksiyonlarından kaynaklanan ölümlerini azaltmayı başardı. Henry Reeve tugayları Küba, dünya çapındaki felaketler ve salgın hastalıklarla mücadele için 2005 yılında Henry Reeve Tugaylarını kurdu ve dünyanın dört bir yanına sağlık uzmanlarından oluşan kadrolarını gönderdi. Kübalı doktorlar, 2010 depremini izleyen kolera salgını sırasında Haiti’deydi. 20132016 Ebola krizi sırasında batı Afrika’ya geldiler ve Covid19 Avrupa’yı ilk vurduğunda iki Henry Reeve ekibi İtalya’ya giriş yaptı. 2020 Nisan ayının sonunda 1000’den fazla Küba sağlık çalışanı yabancı ülkelerin Covid19’a karşı mücadelesine destek olmaktaydı. Küba, ülke içinde de halk sağlığı alanında büyük mesafe kat etti. Bu çerçevede sıtma, çocuk felci, tetanos ve kızamık ortadan kaldırıldı. Covid19’a karşı yürütülen başarılı mücadele ise büyük ölçüde, onlarca yıldır sağlık hizmetlerine yapılan yatırımın ve halk sağlığına gösterilen özel ilginin bir sonucuydu. Vatandaşlarına kapsamlı sağlık hizmetleri sunan sosyalist Küba, bugün dünyada kişi başına düşen en yüksek doktor oranına sahip ülkelerden biri ve deneyimlerini gelişmekte olan ülkelerle paylaşarak kapitalizmin barbarlığına karşı insanlık bayrağını yükseltmeye devam ediyor. Türkiye büyük bir evladını yitirdi Prof. Dr. İlhan Başgöz: Dünya çapında bir halkbilimci ve eğitim uzmanı. Türkiye’nin folklorunu dünyaya tanıtan bir savaşçı. Dünya çapındaki bir başka halkbilimcinin Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’ın öğrencisi. Cumhuriyetin kuruluşu ile yaşıt: 1923 doğumlu. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra aynı fakültenin Halk Edebiyatı Kürsüsü’ne asistan oluyor. 1940’lı yılların sonundaki “Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Kıyımı”ndan payına düşeni alıyor ve Tokat Lisesi’ne öğretmen olarak atanıyor. Türlü baskılara güçlüklere göğüs gererek geçirdiği on yıldan sonra 1960’ta yurtdışına çıkıyor. Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles ve Berkeley birimlerinde ve Indiana Üniversitesi’nde yıllarca Türk kültürü ve özellikle de Türk halk edebiyatı dersleri veriyor. HHH Ben İlhan Başgöz’ü, Kültür Bakanlığı Müsteşarı olduğum dönemde yakından tanıdım: Bu dönemde hem Pertev Naili Boratav Hoca’ya hem de ona, layık oldukları ödülleri, devlet tarafından verdirerek bu değerli bilim insanlarını yeniden Türkiye’deki bilim çevreleriyle buluşturmaya çalışıyordum. Başgöz’ü, 1974 yılında Türkiye’deki bir uluslararası toplantıda sunacağı bildiriyi iptal eden resmi makamlar tarafından kendisine yapılan büyük haksızlık ve terbiyesizliği telafi etmek için, Türkiye’ye davet etmiş, ülkemizi, ülkemiz kültürünü ABD’deki akademik çevrelerde büyük bir başarıyla temsil eden bu büyük insana ödül vermiş ve onu devletimizle barıştırmak istemiştim. Sanıyorum bu çabamda başarılı da oldum: Önce onun girişimleriyle ve benim desteğimle, Indiana Üniversitesi ile ortak dizi olarak kültürümüzle ilgili pek çok İngilizce yayın yaptık. Sonra, emekli olmadan önce, büyük çabalarla, ders verdiği Indiana Üniversitesi’nde Türkiye üzerine folklor ve kültür dersleri okutmak üzere, Erdal İnönü’nün de desteğiyle bir “vakıf kürsüsü” kurdurdu ve böylece ülkesine yaptığı hizmetleri ölümsüzleştirdi. HHH 42 yıl yurtdışında bir “kültür neferi” olarak çalışan Başgöz, emekli olunca, Güre köyünde, okul olarak kullanmak üzere bir ev yaptırdı. Dört yıl boyunca asistanlara ve öğrencilere folklor, halk edebiyatı ve İngilizce dersleri verildi. İlk yılki hocalar arasında ünlü bilim insanları Halil İnalcık ve Henry Glassie de vardı. HHH İlhan Başgöz’ün yaşamöyküsü gerçek bir serüven romanı gibidir. Bu konuda iki ayrı kitap var. Birisi kendi yazdığı anılarıdır: “Gemerek Nire, Bloomington Nire, HAYAT HİKÂYEM” adıyla Türkiye İş Bankası tarafından yayımlandı. Ötekisi, iki değerli araştırmacı, Gönül Pultar ile Serpil Aygün Cengiz tarafından yapılan bir nehir söyleşidir: “Kardeşliğe Bin Selam” adıyla Tetragon Yayınevi tarafından yayımlandı. Bu kitapları okuduğunuzda Sivas’ın Gemerek ilçesinden başlayan, Ankara’ya uzanan, Tokat’tan Los Angeles’e, oradan da Indiana’ya kadar süren, sonra tekrar Ankara, Van ve İstanbul’da yaşanmış, inişli çıkışlı, heyecanlı, ihbarlar, haksızlıklar, mücadeleler ve başarılarla bezenmiş bir yaşamı izliyorsunuz. Bence bütün toplumsal tarihçiler, eğitimciler ve halkbilimciler için, öteki yapıtlarına ilaveten, bu iki kitap bulunmaz iki kaynak! Başgöz geçmişe ilişkin ayrıntıları o denli incelikli anımsıyor ve o kadar renkli anlatıyor ki sanki Anadolu’nun gezginci saz şairlerinden “Hazreti Ali’nin Gazavatı” destanını dinler gibi oluyorsunuz! HHH Onun hakkındaki bilimsel incelememi, ömrüm vefa ederse, “Türk Toplumbilimcileri” kitabımın üçüncü cildinde yazmak istiyorum. Bu arada çok ağır hastalandığı sırada onu ülkesine getiren, bu topraklara dönmesini sağlayan, TC Sağlık Bakanlığı’na ve TC Dışişleri Bakanlığı’na teşekkür ediyorum. Bitmez tükenmez yaşam sevinci ve eserleriyle aramızda yaşamaya devam edecektir! Denizler giderek kuruyor Kupa Cumhuriyet ŞÜKRÜ KARAMAN GAZETECI Denizlerde av sezonu bugün (15 Nisan) sonlanıyor. 15 Nisan’dan sonra küçük kayıklar avlanma yapabilecek. 1 Eylül’de büyük umutlarla açılan sezonda beklentilerin aksine hamsi ve palamut bol çıkmadı. Tüm uyarılara karşın vahşi avlanmayı sürdüren gırgırlar denizi adeta kuruttu. Boğaz ve denizlerde özgürce tur atan gırgırlar, denizin altını üstüne getirerek yasal boyun altındaki yavru balıkları yakaladı. Beklendiği gibi olmadı Japonya’da kullanılması yasak troller de denizlerimizde cirit atıyor, balık neslini tüketiyor. Durdurulamayan bu tehlike balıkçılığın geleceği açısından çok vahim. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu sezon iki kez 15’er gün hamsi avı yasağı sonuç getirse de bir süre sonra 7 santimetrenin altında hamsiler yine Kirlilik, yasaklara ve kurallara uymamaktan ötürü, üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde avlanan balık miktarı her sezon giderek geriliyor. Çözüm kısa süreli yasak değil. Salgında nasıl tam kapanma öneriliyorsa denizlerde de tam kapanma, yani en az 1 yıl av yasağı uygulanmalı. tezgâhlarda yer aldı. İnsanın içini “cız” ettirecek parmak boyunda hamsiler yine satıldı. Yokluktan 40 liradan alıcı bekledi minik hamsi. Profesyonel balıkçıların bol palamut öngörüsü öncekilerde olduğu gibi bu sezonda da yine gerçekleşmedi. Yoksulun temel ürünü olan palamutun yanı sıra hamside de beklenen olmadı. Deniz suyunun sıcaklığından ötürü, sofraların vazgeçilmezi hamsi Gürcistan ve Rusya karasularına kaçtı, oralarda avlanabildi. Denizlerimizde sezon sonuna doğru az miktarda kendini gösterse de pahalı fiyatı ile cep yaktı. Hamsi gibi palamut da bu sezon balıkçının ve tüketicinin yüzünü güldürmedi. Eylül, ekim ve kasım aylarında bolca kendini gösteren palamut, daha sonra elini ayağını çekerek kayboldu. Ara ki bulasın. Zaten sezon başında çingene palamudunun az çıkması bunun işaretiydi. Balıkçılar yine de umutluydu. Ama gerçekleşmedi. Başka önlemler alınmalı Dar gelirli kitle cep yakan fiyatından ötürü az yakalanan çinekop, sarıkanat, lüfer ve kalkanın yanına bile yaklaşamadı. Uzaktan izlemekle yetindi ancak. Bu balıklar uçuk fiyatlarla lüks restoranlarda müşteri bulabildi. Avrupa ülkelerinde kişi başına 20 kilogram balık düşerken Türkiye’de bu miktar 6 kilogram. Vahşi avlanma devam ederse gelecekte sağlık açısından son derece önemli balığı da bulamayacak yurttaş. Kirlilik, yasaklara ve kurallara uymamaktan ötürü, üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde avlanan balık miktarı her sezon giderek geriliyor. Çözüm kısa süreli yasak değil. Salgında nasıl tam kapanma öneriliyorsa denizlerde de tam kapanma, yani en az 1 yıl av yasağı uygulanmalı. Yani nadasa bırakılmalı denizler. Deniz balığının yokluğu kültür balığı ile giderilmeye çalışılıyor. Ne var ki denizlerde kurulu kafeslerde yapay yemlerle yetiştirilen kültür balıkları dip sularda beslenen, avlanan hamsi, palamut, lüfer, kalkan, tekir, mezgit, kıraça ve barbun balığının lezzetini karşılamıyor. Yerleşim birimlerine yakın kurulan balık çiftlikleri saldığı koku ve kirlilikten ötürü halkın tepkisini çekiyor. Denizlerimizi ve balıkları gözümüz gibi koruyup kurallara uygun avlanmayı yaygınlaştırmak gerekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle