29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 24 ŞUBAT 2021 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İzmir İktisat Kongresi ve İbrahim Ebilov KEMAL ANADOL ESKİ CHP GRUP BAŞKANVEKİLI 23 Nisan 1920’de, TBMM açıldıktan üç gün sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın 1917 Ekim Devrimi lideri Lenin’e yazdığı, dostluk, işbirliği ve yardım isteyen ünlü mektubuyla başlayan AnkaraMoskova ilişkileri inişli çıkışlı olmuştur. Bir Fransız tarihçinin belirttiği gibi AnkaraMoskova arasında aşk değil, mantık evliliği söz konusudur. Emperyalistlerin saldırısına uğrayan Bolşevik rejim yoğun iç ve dış sorunlarla uğraşırken Ankara’ya gönderdiği temsilcilerin seçiminde gereken özeni gösterememiştir. İlk gelen Verbov sadece propaganda ile yetinmiş, daha sonra gönderilen Upmal Angarski ise müstemleke valisi gibi davranmıştı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine geri çekilmiştir. Ankara, Bolşeviklerin İngiltere ile imzalamaya çalıştığı ticaret anlaşmasından kuşkulanırken, Moskova da aynı kuşkuyu TBMM ile Fransa arasındaki ilişkiler nedeniyle duyuyordu. Ankara’ya Azerbaycan Sovyet Hükümeti’nin başındaki Dr. Neriman Nerimanov destek olmuş, 1921 yılı şubat başında yakın arkadaşı Lenin’e yazdığı mektupla 16 Mart 1921 Moskova Anlaşması’nın gerçekleşmesine katkıda bulunmuştu. Rusya’dan gelen 206 kilo altını güç koşullarda Anadolu’ya ulaştıran Azerbaycan siyaset adamı İbrahim Ebilov daha sonra Nerimanov’un kararı ve Lenin’in onayı ile Ankara’ya elçi olarak gönderilmişti. Ebilov, Azerbaycan ve İstanbul Türkçesi ile Rusçaya hâkim bir politikacı, ajitatör bir devrimciydi. Mustafa Kemal Paşa ile kısa sürede dost oldular. Kemal Paşa, Ebilov’un isteği üzerine Ankara’da doğan kızına Anadolu ismini koymuştu. Frunze ve Aralov etkisi Ebilov, 21 Mart 1922 günü TBMM’de okunan mesajında, “(...) Biz, çok yakın zamanda, esaretiyle her bir Türkün kalbini dağdar eden sevgili İstanbul’un ve İzmir’in göklerinde Anadolu İstiklal bayrağının dalgalanacağına bütün vicdanımızla inanıyoruz. Çünkü cephelerde çarpışan kahraman evladına, sırtında zahire ve mühimmat taşıyacak kadar muhterem ve âlicenap annelere malik olan bir memleket düşman esaretinde kalamaz!” diyordu. AnkaraMoskova ilişkilerini güvensizlik ortamından çıkaran Ukrayna Ordusu Başkomutanı ve Kızıl Ordu kurucularından Mihail Vasilyeviç Frunze olmuştur. 13 Aralık 1921 günü Ankara’ya gelen 36 yaşındaki generalle aynı 17 Şubat4 Mart tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi’nin 98. yıldönümünü kutluyoruz. Değerli iktisatçılarımız ve bilim insanları ülkemizin dünü ve bugününü karşılaştırıyor, yarın için önerilerde bulunuyor. Ülkemizde ve İzmir’de pek bilinmeyen İbrahim Ebilov’un artık tarihin külleri arasından çıkarılması gerekiyor. İzmir Büyükşehir Başkanı Tunç Soyer ve belediye meclisinden onun adına ve şanına layık bir uygulama yapmasını bekliyoruz. İsmet İnönü Semyon Aralov Mustafa Kemal Atatürk İbrahim Ebilov Ali İhsan Sabis yaşlardaki Mustafa Kemal Paşa kısa sürede samimi olmuşlardı. İyi bir gözlemci olan Frunze, Anadolu’daki durumu kavramış ve 3 Ocak 1922 günü Ukrayna ile TBMM arasında dostluk anlaşması imzalanmıştı. Frunze’nin Moskova’ya verdiği rapor üzerine tıkanan Bolşevik yardımları açılmış ve ilişkiler ivme kazanmıştı. Onun önerisi üzerine Lenin, Ankara’ya Büyükelçi olarak Semyon İvonoviç Aralov’u göndermişti. Aralov kısa sürede Mustafa Kemal Paşa’nın güvenini kazanmış, kendinden öncekilerin aksine Ankara’nın içişlerine karışmayan ve saygılı bir tutum sergilemiştir. İbrahim Ebilov ise hem Azerbaycan elçisi hem de tercüman olarak önce Frunze daha sonra da Aralov’un bütün görüşmelerinde yer almış, hayranı olduğu Kemal Paşa’ya önemli katkılarda bulunmuştu. Ebilov: Yaşasın Türk askeri! 27 Mart 1922 günü Aralov, Ebilov ve Sovyet Askeri Ataşesi Zvonaryev sabah 07.00’de Ankara’dan Polatlı’ya hareket etmişlerdi. 6 Nisan 1922 günü son bulacak gizli tutulan bu gezide Mustafa Kemal Paşa elçilere cepheyi dolaştıracak, ordunun savaş gücü hakkında bilgiler verecekti. Aralov askerlere verilmek üzere otuz bin hediye hazırlatmıştı. Cephede çeşitli birliklerde toplantılar düzenleniyordu. Ebilov, Aralov’un konuşmalarını tercüme ediyor daha sonra da askerlere moral veriyordu. “Mehmetçikler! Mustafa Kemal Paşa gibi kumandanı olan bir ordu yenilmez! Yaşasın gayretli cüretli Türk askeri!” Bu gezi sonunda Aralov iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmiş, Sovyet yardımının daha yüksek boyutlara ulaşmasını sağlamıştı. Beş ay sonra, 26 Ağustos’ta başlayan ve 9 Eylül 1922’de sona eren zaferin Ankara’daki kutlamalarını birlikte yaşamışlardı. Atatürk’ün güvenini kazanan Aralov bugün, Taksim’deki ünlü heykelde onun arkasında yer almaktadır. Kongreye özel davet Zaferden sonra müttefiklerin çağrısı üzerine 20 Kasım 1922 günü başlayan Lozan görüşmelerine Türk heyeti İsmet Paşa’nın başkanlığında katılmıştı. Fransa, İtalya, İngiltere, Japonya’nın sürekli, ABD’nin gözlemci, sınırlı konularda Rusya, Bulgaristan, Sırbistan, Romanya ve Yunanistan’ın olduğu konferans çetin geçiyor, başta İngiltere Kapitülasyonlar ve diğer ayrıcalıklar konusunda Türkiye’ye dayatmada bulunuyorlardı. Özellikle kapitülasyonları reddeden Türk heyeti görüşmelerin 4 Şubat 1923 günü kesintiye uğraması üzerine ülkesine dönmüştü. İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Gazi’ye İzmir’de bir İktisat Kongresi önerdiğinde olumlu yanıt almıştı. Bu arada Türkiye, Lozan’daki muhataplarına, yeni kurulan devletin kolektivist bir sistem uygulamayacağı ama ekonomik bağımsızlığından da ödün vermeyeceği mesajını verecekti. Mustafa Kemal Paşa Aralov ve Ebilov’u aileleriyle birlikte İktisat Kongresi’ne davet etmiş, özel vagon hazırlatmıştı. Tren, Basmane Garı’na gelince onları Gazi karşılamıştı. Tören kıtası ve bandonun arkasındaki İzmirlilerin candan alkışları çevreye yayılıyordu. Kongre, Orgeneralliğe terfi eden Kâzım Karabekir başkanlığında açılmıştı. Konuklar delegelere takdim edilince salon “Yaşasın Sovyet Rusya”, “Yaşasın Azerbaycan” sesleriyle inliyordu. Gazi, açış konuşması için kürsüye çıktığında çılgınca alkışlanıyordu. O, konukları ve delegeleri selamladıktan sonra “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferle taçlandırılmazlarsa, kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.” Diyordu. Gazi, sefirlerden de birer konuşma yapmalarını rica etmişti. Alkışlar arasında kürsüye gelen Aralov, emperyalizme karşı kazanılan zafer için orduyu ve halkı kutluyordu. Ebilov çağrılınca salon yerinden oynamıştı. Ebilov cephede olduğu gibi burada da yaptığı Türkçe konuşmada delegeleri coşturuyordu. Konuşmasını bitirip yerine oturunca, alkışlara yanıt vermek için dört kez ayağa kalkıp delegeleri selamlamak durumunda kalmıştı. Bel büken ölüm Kongrenin ilk gecesi Gazi elçilere yemek vermişti. Ertesi günü Ankara’ya dönecek, yoğunlaşan iç ve dış politika sorunlarıyla boğuşacaktı. Aralov ve Ebilov’u Ankara’ya götürecek tren iki gün sonra gelecekti. Ebilov son gece ev sahiplerine bir ziyafet veriyordu. Dost bir ortam oluşmuştu. Yemeğin sonuna doğru rahatsızlanmıştı. Odasına çıkarıp durumu telgrafla Gazi’ye duyurmuşlardı. O da valiye özel talimat vermişti. Hekimler duruma müdahale etmişler, konsültasyon yaparak ameliyatta karar kılmışlardı. Ebilov ameliyat masasından kalkamamış, İzmir’de can vermişti. Mustafa Kemal Paşa, Arap ve Hint uzmanları acele İzmir’e çağırmış, Ebilov’un cesedini mumyalatmıştı. Demir tabuta konan ceset, Ege, Marmara ve Karadeniz’i geçerek Batum’a oradan da Baku’ya ulaştırılmıştı. Şehitler hıyabanında yapılan törene katılan Azerbaycan Devlet Başkanı Dr. Neriman Nerimanov bitkindi. Türkiye temsilcisi Memduh Şevket (Esendal) yaptığı konuşmada “Aziz dostunu yitirmek Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın belini bükmüştür” diyordu. İbrahim Ebilov binlerce dostunun gözyaşları arasında toprağa verilmişti. YAŞANDI DA BİTTİ Mİ? AV. MURAT FATİH ÜLKÜ Bugün gelin geçmişe doğru bir yolculuğa çıkalım. Öyle çok uzak bir geçmişe de değil, şöyle 1213 yıl öncesine, bugünleri de oldukça etkileyen günlere. Gündemi altüst eden, kamuoyunu sarsan gelişmeler yaşanıyordu, anımsarsınız. Önce kamuoyunu hazırlama görevi edinmiş; kara propaganda, peşinen mahkum ve infaz etme konusunda oldukça usta (!) gazeteler, televizyonlar yayın bombardımanına başlıyordu. Bu yayın bombardımanı öyle bir hal alıyordu ki kamuoyunun önemli bir kesiminde ilk kuşkular yerleşiyordu. Sonra bu yayınlara koşut olarak özel yetkili savcılar soruşturma açıyor, tutuklamalar oluyor, müebbet taleplerinin ardı ardına sıralandığı kamu davaları açılıyordu. Kamuoyunda tedirginlik artarken, kuşkular yavaş yavaş tam da istendiği gibi “bir şeyler vardır mutlaka” algısına dönüşmeye başlıyordu. Evet, bildiğimiz, hatta yavaştan unutmaya başladığımız kumpas davaları süreci. Kumpas davaları sürecinde kamuoyunu hazırlamak, algı oluşturmak, yaşanacak yargı sürecini açık, doğrudan etkilemek görevini yürüten bu gazeteler; enteresan, başka zaman olsa epeyce gülünecek bir ittifakı gösteriyordu bize. Siyasal iktidarın yandaş gazeteleri, o dönemde siyasal iktidara yandaşlıkta yarışan FETÖ’nün (o zamanki adıyla cemaatin) gazeteleri, hafiften sol görüntüsü verilmiş neoliberal kesime “taraf” olduğu söylenen gazeteler. Sonradan bozuldu ama ne kadar renkli (!) bir ittifaktı değil mi? Ne yazık ki başarılı oldu Şimdi yavaştan unutmaya başladığımız bu kumpas davaları sürecinde çok yoğun bireysel, ailevi acılar yaşandı. Kanımızı donduran, gözlerimizi dolduran bu trajedilerde elimizden bir şey gelmemesinin çaresizliğini yaşadık; her yere duvarlar örülmüş, betonlar dökülmüştü. Kamu davalarında kendi deyimiyle Başbakan ile birlikte görev yapan savcılar, savcıların taleplerini otomatik olarak yerine getiren yargıçlar, savcı ve yargıçların ne karar vereceğini önceden bilen kâhin (!) gazeteciler, gazeteler. Ara sıra tek tük kalmış Bibikov’lar (Bernard Malamud’un “Tamirci” romanında, roman kahramanı suçsuz yere tutuklanıp, eziyet görürken, gerçeklerin ortaya çıkması için uğraşan sorgu yargıcı) görüyorduk sahnede, ama onları da tasfiye etmek çok zor olmuyordu, tüm köşelerin ele geçirildiği o süreçte. Tam bu sırada, bireysel ve ailevi acılarıyla baş başa bırakılan kumpas mağdurları ile birlikte; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi ve değerleri de tasfiye ediliyordu, bu tasfiyeye karşı çıkabilecek kişilerin bulunduğu kurumlarda deyim yerindeyse alan temizliği yapılıyordu. Ne yazık ki bu tasfiye sürecinde büyük oranda başarılı (!) olunduğunu söylememiz gerekiyor, bugün geldiğimiz noktada. Karar vermek gerek O dönemde, bu gazetelerdeki yayınların yarattığı kişilik haklarına saldırılar, onur ve saygınlık ihlalleri nedeniyle açılan davalar, Türk yargı sisteminde Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzereduvara çarpıyordu. İşte, yıllar sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “Kafes Eylem Planı” adı altında sözde bir belgeye dayanarak “Taraf” ve “Yeni Şafak” gazetelerinde Kadir Sağdıç hakkında yapılan yayınlarla ilgili bireysel başvuruda “ihlal” kararı verdi. AİHM özetle, “bu yayınların sorumlu gazetecilik standartları ile bağdaşmadığını (ne yapalım hukuk dili biraz kibar oluyor)”, “bu yayınlar ile Kadir Sağdıç’ın kişilik haklarının, saygınlığının zedelendiğini”, “Türk yargı sisteminin Kadir Sağdıç’ın özel yaşamına saygı hakkını koruyamadığını” vurguladı. O dönemde, Kadir Sağdıç Güney Deniz Saha Komutanı’ydı, Türk ordusunda tasfiye edilmek istenen subaylardan biriydi, “Kafes” kumpası yetmedi, “Balyoz” kumpasına dahil edildi, “Balyoz” kumpasından yıllarca cezaevinde kaldı, sonunda da tasfiye amacına ulaşılarak emekli edildi. Bugüne bakarsak; Türk basını, yaşanan bu dönemi kendi içinde değerlendirdi mi, özeleştiri yaptı mı, yayıncılık anlayışı AİHM’nin deyimiyle ne kadar “sorumlu gazetecilik standartlarına” uygun, üzerinde sanırım çokça düşünmek gerek, umutlu olmamız için fazla bir neden de görünmüyor. Kumpas davalarını yavaştan unutmaya başladık, sanırım bir karar vereceğiz, evet yaşananlar en hafif deyimle saygısızcaydı da peki, bitti mi, bitmedi mi?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle