29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SÖYLEŞİ 11 4 OCAK 2021 PAZARTESİ NEDEN İLKER BAŞBUĞ? Önce Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 600 yıllık tarihsel kesitte yaşanan güç mücadelelerini, büyük çarpışmaları, taht kavgalarını yazdı. Sonra 1923’ten 1961’e kadar geçen 38 yılda, yaşananlara ışık tuttu. Hangi tarihsel kesitte, hangi güçler ve temsilcileri nasıl karşı karşıya geldi, kimler kazandı, kimler kaybetti? 26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, okullarda ders kitabı olarak okutulabilecek nitelikteki “Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi” serisinin üçüncüsünde Türkiye ve dünya için çok önemli bir dönem olan 19611980 dönemini anlattı. Darbeler, terör, kontrgerilla ve daha fazlası... Başbuğ ile buluştuk, bugün yaşananların tohumlarının atıldığı o döneme gittik. Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi 4 27 Mayıs darbesi, toplumun bugün de şahit olduğumuz kesin çizgilerle bölünmüş bir yapıya dönüşmesinin başlangıcı olmuştur. 4 Osmanlı’yı çöküşe getiren ana neden ekonominin iflas etmesiydi. DP döneminde 1958 yılı ekonomik çöküşün başlangıcıdır. 4 Anarşi ve terör olaylarını planlayan ve icra eden örgütlerin, 12 Eylül günü yakalanmamak için, eylemlerine son vererek yeraltına girmeye çalıştığı söylenebilir. 4 Beyaz Saray’da Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze’nin “Müdahale bizim için iyidir. Bir şey yapılmasına gerek yok” demesi ABD’nin 12 Eylül’ün arkasında olduğunu gösteriyor. 4 3 Aralık 1990 günü Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde “kontrgerilla” diye bir kuruluş bulunmadığı açıklanmıştır. Ben de öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum. 4 Ziverbey sorgulaması TSK’deki güç odaklarının iktidar mücadelesiydi. n Yeni kitabınızda bu kez de Türkiye’nin çalkantılı 19611980 yıllarını kaleme aldınız. Üstelik öyle bir dönem ki hâlâ aydınlatılamamış pek çok karanlık olay var. Söyler misiniz, bugün yaşananların tohumları aslında o yıllarda mı atıldı? Kısa bir cevap: Evet...   n Ne açıdan? Özellikle toplumun bölünmüşlüğü açısından...   n “Güç Odakları’nın Mücadelesi kitaplarından çıkabilecek genel bir tespit şu olabilir: “Ekonomik çöküntüyle siyasal çöküntü arasında direkt ilişki vardır” görüşündesiniz.. Açar mısınız? Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküşe getiren ana neden imparatorluğun ekonomisinin iflas etmesiydi. Yakın tarihe gelirsek, Demokrat Parti döneminde 1958 yılı, ekonomik çöküşün başlangıcıdır. Dış ödemeler dengesi bozulmuş, döviz darlığı ortaya çıkmış ve enflasyon artmıştır. Ağustos ayında IMF denetimini hükümet kabul etmiştir. Ekim 1959’da ABD, Türkiye’nin istediği 300 milyon dolarlık yardımı vermemiştir. 1970’li yılların sonuna gelinirken, 1978’de enflasyon oranı yüzde 44’e, 1979’da yüzde 68’lere tırmanmıştır. GSMH yıllık artışı 1978’de yüzde 2.9, 1979’da ise yüzde 0.4’e düşmüştür. Geçmişte yaşananlar, ekonomik istikrarın olmadığı bir dönemde siyasal istikrarın da olmadığını bize gösteriyor. 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında Atatürk bunu açık olarak söylüyor: “Tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken, birçok siyasi, askeri ve sosyal nedenler saymaktadır. Fakat bir milletin yükselmesiyle ve düşmesiyle ilgili olan milletin ekonomisidir.” 15 Temmuz ile kıyaslanamaz n Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’deki konuşmasında “Yolumuz serbest seçim yoludur. Memleketimizde demokrasinin yerleştirilmesinin yolu budur. Fakat her şeyden önce düzenin korunması kati bir zorunluluktur” diyor. Konuşmasının demokrasi açısından bir bedeli oldu mu? 23 Mayıs 1960 günü DP Genel İdare Kurulu toplantısında Sıtkı Yırcalı, “Derhal seçimleri yapacağımızı açıklayayım” deyince, Adnan Menderes’in cevabı “derhal” olmuştu. Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu. n Yine öngörünüz üzerinden gitmek istiyorum: Diyorsunuz ki: “27 Mayıs darbesi önlenebilirdi”. Varsayalım ki önlendi, bugün ortaya daha farklı bir tablo mu çıkardı? 27 Mayıs askeri müdahalesi Cumhuriyetin getirdiği siyasal sisteme vurulan Ilımlı İslam projesi önemini kaybetti n Siyasal İslamın yükselişiyle ABD’nin dünya siyaseti arasında nasıl bir ilişki var? ABD, 2000’li yılların başında, şeriat sistemi ile yönetilen ülkeleri, İslam ülkelerini “Radikal İslam” modelini uygulayan ülkeler olarak görüyordu. Bu ülkelerde İslami hukuk kuralları yanında, demokratik bazı kurumları, yasal uygulamaları da gerçekleştirerek “Ilımlı İslam” modelini yaratmayı düşündüler. Ancak 2010’lu yıllarda bunun uygulanabilme olanaklarının olmadığını gördüler. “Ilımlı İslam” projesi biraz önemini kaybetti. İNÖNÜ’NÜN BAŞBAKAN OLMASI TÜRKIYE IÇIN BÜYÜK ŞANSTI n Kitapta “22 Şubat darbe girişiminden sonra ordu içindeki gizli yapılanmaların faaliyetlerine devam ettiğini” okuyoruz. Niye önlenemedi? 27 Mayıs askeri darbesi Türk ordusunun komuta kademesini siyasetin içine bulaştırmıştı. Ordunun üst komuta kademeleri alt kademelerin üzerinde bir türlü kontrol sağlayamadı. Hatta alt kademelere taviz verildiği durumlar bile oldu. Türkiye ancak 1965 seçimlerinden sonra siyasal istikrara kavuşabildi. 19611965 sürecinde, bu kaotik ortamda, İsmet İnönü’nün başbakan olması Türkiye için büyük bir şanstı. n Ve günlerden 21 Mayıs 1963… O gün tabur nöbetçi subayısınız... O gece İstanbul’da 2. Zırhlı Tugay 22. Mekanize Taburu’nda nöbetçi subayı idim. Gece yarısını geçmişti. Telefonum çaldı. Telefonun karşısında tugay nöbetçi amiri vardı. Tabura alarm vermemi söyledi. Taburu hemen harekete geçirdik. Bölükleri toplamaya başladık. O esnada tabur komutanı geldi. Kendisini karşıladım. Ben bu durumun “normal bir alarm” tatbikat olduğunu sanıyordum. Bunu tabur komutanına söyleyince, “Oğlum ne alarmı, ihtilal, darbe oluyor” dedi. Tugay nöbetçi amiri beni 57 devriyesi ile görevlendirmişti. Saat 12.00’ye doğru ben de biraz istirahata çekilmiştim. O saatten sonra, darbeciler tugayın kontrolünü ele geçirmişler. Daha sonra da kontrolü kaybetmişlerdi. Ben alarm emrini darbecilerden değil de esas nöbetçi amirinden almıştım. Bu, genç ve tecrübesiz bir teğmen olarak benim için şanstı. n “19611965 dönemi, Türkiye’nin ideolojik olarak sağ ve sol diye iki kutba ayrılmasının başlangıcını oluşturdu” görüşündesiniz. Peki, bugünün Türkiyesi’nde nasıl bir kutuplaşma var? 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasından iki yıl sonra Komünizmle Mücadele Derneği kuruldu. 1952 yılında kurulan Türkİş’in karşısına da 1966’da DİSK çıktı. Bütün bu gelişmeler toplumdaki bölünmeyi pekiştirdi. Bugünün kutuplaşmasının temelinde ise yargı ve adalet sistemine olan farklı bakışların olduğunu düşünüyorum. ilk darbenin adıdır. Elbette DP iktidarının, son yıllarında anayasayı ihlal eden, Tahkikat Komisyonu’nun kurulması ve yetkilerle donatılması gibi uygulamaları olmuştur. Ama çözüm askeri darbe olmamalıydı. İşin diğer bir önemli noktası ise ABD’nin CIA Başkanı’nın, 28 Nisan 1960 günü yaptığı bir konuşmada söylediği gibi, “Türkiye’de seçimler yapılacak olursa, CHP bu seçimleri kazanabilecektir” diye bir değerlendirme yapmış olmasıdır. Yani seçimler erkene alınabilseydi, iktidar seçim yoluyla değişebilecekti. 27 Mayıs darbesi, kendinden sonra gelen askeri müdahaleler üzerinde de önemli tesirler yaratmıştır. Siyasi tecrübeye ve olgunluğa sahip kişilerin siyaset sahnesinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Daha da önemlisi, toplumun bugün de şahit olduğumuz kesin çizgilerle bölünmüş bir yapıya dönüşmesinin de başlangıcı olmuştur. n Talat Aydemir’in 22 Şubat darbe girişimi niye tutmadı? 22 Şubat darbe girişiminin en kritik anı saat 16.00 civarlarında yaşandı. Binbaşı Fethi Gürcan, Muhafız Alayı’nın komutasını eline geçirmiştir. O anda, Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri ve komutanlar Çankaya’da toplantı halindeydi. Gürcan, Talat Aydemir’e telefon ederek, durum hakkında bilgi verdikten sonra, “Hepsini enterne edeyim mi” diye, Aydemir’in emrini sorar. Aydemir, “Hayır. Serbest bırakacaksınız, çıkacaklar” der. İnönü sonra o anı “Şimdi kaybettiler” diyerek değerlendirmiştir. n Talat Aydemir ve Kurmay Albay Dündar Seyhan’ın darbe girişiminin planlı ve hazırlıklı olmadığını söylüyorsunuz. Birçok yanıyla bu kalkışma 15 Temmuz ile çok kıyaslandı; katılır mısınız? Hayır, katılmıyorum. Elbette ikisi de darbe girişimi. Fakat aralarında dağlar kadar fark var. Her şeyi bir tarafa bırakın, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te darbe girişimlerinde, Talat Aydemir ve arkadaşları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde olabilecek çatışmaları önlemek için darbe girişimlerine son verdiler. Hatta 21 Mayıs’ta Aydemir, ölüme gideceğini bile bile bu kararı aldı. 15 Temmuz darbe girişiminde ise FETÖ’cüler bırakın TSK içindeki çatışmayı, Türk milleti üzerine ateş açmaktan bile çekinmediler. Bu iki darbe girişiminin kıyaslanmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Milli burjuvazi oluşamadı n Sorun “Türkiye’nin bir türlü burjuva demokrasisine geçememesi” diyorsunuz. Diyelim ki “bir milli burjuvazi” tarih sahnesinde yerini aldı, ne değişirdi? Türkiye’de arzu edilen milli burjuvazi oluşabilseydi, Batı modellerinde olduğu gibi, bu burjuvazi toplumun demokratikleşmesi sürecine olumlu katkılar yapabilecekti. Ekonomik gücü, siyasal irade üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanabilecekti. O zaman da ortada farklı karmaşık bağlantılar, vesayet ve temsil ilişkileri de olmayacaktı. Ama eğer bir ülkede burjuvazi devletin kendisine sağladığı imkânlarla gelişiyorsa, bu burjuvazinin demokratikleşme yönünde bir baskı unsuru olması söz konusu olamaz. ÖCALAN CEZAEVINE GIRMESEYDI…. n 12 Mart sonrası Abdullah Öcalan cezaevine girmeseydi, PKK yine de kurulabilir miydi? Bu soruya kesin cevap verilmesi zor. Ancak, Öcalan’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde geçirdiği yaklaşık altı ayın onun düşünceleri üzerinde büyük etki yarattığı da ortada. Kendi anlatımıyla Öcalan o süreci şöyle tanımlıyor: “... Okuldan kopmuştuk. Ütopyadan kopmuştuk. Benim profesyonel devrimciliğe girişimdir. Mamak’ta ilk defa tutuklu olan devrimcilerle kaldım. Bu tutukluluk döneminden çıkarsak, neyi nasıl organize edeceğiz diyorduk?” ABD, 12 EYLÜL DARBESININ ARKASINDAYDI n Çöküşün başlangıcı olarak 1979’u gösteriyorsunuz. “Türkiye’de ‘muhafazakâr devrim’ sürecinin başlamasına mı karar verilmiştir?” diye soruyorsunuz. 6. Demirel hükümeti 12 Kasım 1979’da kuruldu. Üç hafta sonra da, Turgut Özal Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirildi. Bence, bu Türkiye’nin “muhafazakâr devrim” sürecine girişinin başlangıcıdır. 24 Ocak 1980’de de Özal’ın hazırladığı 24 Ocak kararları açıklandı. Özal, ekonominin sağlığına kavuşturulması için en az beş yıllık bir süre verilmesini istemişti. ABD, 24 Ocak Kararları’nın hayata geçirilmesinden fazlasıyla memnundu. 24 Ocak kararları ile 12 Eylül Darbesi arasında bir ilişki olduğu açıktır. Beyaz Saray’da Türkiye Masası Sorumlusu olan, Paul Henze’nin askeri darbeyi öğrendiğinde, “Bu müdahale bizim için iyidir. Herhangi bir şey yapılmasına gerek yok” şeklindeki ifadesi de ABD’nin 12 Eylül Darbesi’nin arkasında olduğunu göstermektedir. n 12 Eylül askeri müdahalesi engellenebilir miydi? Demirel ile Ecevit, 24 Temmuz akşamı Çankaya Köşkü’nde bir araya geldiler. Eğer o akşam, AP ile CHP’nin bir koalisyon hükümeti kurulması konusunda anlaştıkları açıklanabilseydi, ne olurdu? Cumhurbaşkanlığı sorunu da uzlaşma ile çözülebilseydi, Türkiye 12 Eylül Darbesi’ni yaşar mıydı? Bu sorular haklı sorulardır. Üzerinde ciddiyetle düşünülebilir. Tabii kesin hüküm verilmesi zor. KONTRGERILLAYI NE GÖRDÜM NE ŞAHIT OLDUM n 5 Temmuz 1972... Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, ayağında prangayla sorguya götürülür. Sorgulayan, “Burası Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Kontrgerilla Örgütü” diyor. Genelkurmay Başkanlığı yaptınız. Kontrgerilla var mıydı? 3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan meşhur Özel Harp Dairesi’ne ilişkin basın toplantısında, Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde “kontrgerilla” diye bir kuruluş veya böyle bir görevin bulunmadığı net olarak açıklanmıştır. Ben de öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum. n Peki, Ecevit, neden kontrgerilla tartışmasını Türkiye’nin gündemine getirme gereksinimini duydu? Bu kontrgerilla konusu, Demirel ile Ecevit arasında bir tartışma konusuna dönüştürülmüştür. Türkiye, 1970’li yıllarda çok karanlık, hâlâ tam olarak çözülememiş olaylar yaşamıştır. 3 Şubat 1978 gün Erenköy/Ziverbey’de sorgulamanü Ecevit, yaptığı bir açıklamada, şunları yı yapan 1. Ordu personeli niye kensöylemiştir: “Yaptığım araştırmalara gödisini kontrgerilla örgütü olarak re, Türkiye’de devletçe düzentanıtıyor o halde? lenmiş kontrgerilla resmen O kişiler, sorguladıkları kiymğhhlvlbaueoiaaarşeykgrlzılennpaıatibnu,dkrediıErai,ndğş.ec”“degiivelgtvaeAölivaemlnrrneiyt,etcitra’hk”viianykeuankyrurrdlıaihumrlzbmepuaauıamnmdşınşn,eaidria ğgpinülBacsnvnueöüellyakeryleyoenEaarnyikyeyneualdokülyvaedrlyie.nmvaseŞmaanir:ickmmabAiart1laat1mdankıehEnpeialeadıiyartkdksnşleaüegbiiailnçvbdlniusriegmüianrıö?laütn,tberdüenaegıynarçyürüeşölasbteiarkl,çoemd1oagy2rellilueınaişbct,yrtileiı1lna2karelrşaıEıyunrsylınaıolüunşl ilseimrsritlanlıirre/ınsieşkrnTkılmv.uıüeodnAryramüdmbkyükşairiükatrüy,ıanclyenpEedaia’msarmdı,ertyçekeleneaabekykMlrivnıter.öşeeadArytçdreıigmklakiZjeröliiaagi bir şekilde yasasöylenebilir. Aksini söylemek pek verbey sorgulaması dışı eylemlere karışrasyonel gözükmüyor. Ama yine TSK içindeki güç odakmış ve kullanılmış olade tartışmaya açık bir larının bir iktidar mübilirler. Bu ihtimal topkonu. cadelesiydi. Türk kamutan reddedilemez. Bu konuoyu “kontrgerilla” sözcüğüya ilişkin, soruları olup bu sonü Talat Turhan’dan duydu. Talat rulara cevap arayanlara bu kitabı dikTurhan’da daha sonra kitabında, “kontkatle okumalarını öneririm. rgerilla diye elbette bir örgüt bulunmamaktadır” diye yazmıştır. n 12 Mart muhtırasından önce ve sonraki olayların arkasında gizli güçler var mıydı? 12 Mart muhtırasının arkasında, ABD’nin olduğuna ilişkin bazı somut nedenler var. TSK komuta kademesinin “tam ve doğrudan bir askeri rejim” kurma isteğine sahip olmaması, böylece Türkiye’nin Yunanistan ve Pakistan gibi askeri diktatörlük rejimine dönüşmemesi, ordu içindeki sol kanatın tasfiye edilmesiyle, Türkiye’de Irak, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi “Baas Tip” bir rejimin kurulması risk ve tehdidinin ortadan kalkması gibi... Detayını kitaba bırakalım. n 2009’un son günlerinde yargı kullanılarak TSK’yi ve özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı hedef alan olayların yaşanmasında kontrgerilla tartışmalarının etkisi var mı? Belirli ölçüde geçmişte yapılan kontrgerilla tartışmalarının etkisi olduğu ileri sürülebilir. Orada, “faili meçhul bazı cinayetlere” ilişkin bazı bilgilerin bulunması ve bulunamazsa da fırsat yaratıp bazı hazırladıkları komploları oradaki bilgisayarlara yerleştirmeyi düşünmüşlerdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle