05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 15 16 OCAK 2021 CUMARTESİ Fringe Festival için başvurular başladı Istanbul Fringe Festival, üçüncü edisyonu için açık çağrı açtı. Geçen yıl pandemi koşullarında tamamen dijital olarak yapılan festival için açık çağrı 28 Mart’a kadar devam edecek. Sanatçılar, fiziksel üretimleri için fiziksel kategoride, dijital platformlarda üretilmiş işleri için çevrimiçi kategoride başvurabilecek. Türkiye’den ve dünyadan tiyatro, dans ve performans disiplinlerinde üretilen alternatif işleri seyirciyle buluşturan Istanbul Fringe Festival, bu sene 1826 Eylül tarihleri arasında “hibrit” (hem çevrimiçi hem fiziksel) bir festival olarak yapılacak. Istanbul Fringe Festival 2021 Hybrid, 9 güne yayılacak programında dans, performans, tiyatro gösterilerinin yanı sıra çocuk oyunları ve atölye çalışmalarına da ev sahipliği yapacak. Uluslararası Fringe Topluluğu’nun bir parçası olan festival programında ayrıca sanatçı buluşmaları ve partiler de yer alacak. Pera Film’den özel seçki ‘Onun Filmi’ Pera Müzesi Film ve Video Programları, geleneksel minyatür sanatının güncel yorumlarını bir araya getiren “Minyatür 2.0” sergisi çerçevesinde yeni bir film seçkisi hazırladı. Sergide işaret edilen konuların izini süren çevrimiçi program, 1124 Ocak tarihleri arasında Pera Müzesi web sitesi üzerinden izlenebilir. “İçeri Adım, Dışarı Adım” başlıklı film programı, sanatçıların sergide minyatürü kullanarak işaret ettiği konuların izini süren, hikâyelerine hem içeriden hem de dışarıdan bir gözle bakmaya çalışan üç filme yer veriyor. Genç yönetmenler Su Baloğlu ve Merve Bozcu’nun imzasını taşıyan “Onun Filmi”, on dört yönetmen kadının Türkiye sinemasında kadın sinemacı olmayı, kadın olmayı anlattıkları bir dünyanın hikâyesini ekrana taşıyor. Ali Kemal Çınar’ın ikinci uzun metraj filmi olan “Gizli”, 30 yaşına geldiğinde bir kadına dönüşeceğini öğrenen bir gencin hikâyesini anlatıyor. Seçkinin diğer filmi, ödüllü belgesel “Kamerayla İzdivaç” ise Esra Erol’un bir fenomene dönüşmüş programının kamera önü ve arkasından etkileyici kesitler sunuyor. Doğan Ödüllerine başvurular başladı Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması kapsamında geçen sene ilk kez verilen “Ulusal Çizgi Roman” ve “Ulusal Çocuk Kitabı İllüstrasyonu” ödülleri için başvurular başladı. Başvurular 1 Mart’a kadar yapılabiliyor. Aydın Doğan Vakfı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliğiyle bu yeni alanların gelişmesi için olanaklar yaratmayı, deneyimli jüri üyeleri ile ödül kazananlar arasında etkileşim sağlamayı, çocuk kitabı ve çizgi roman alanlarında üretiminin ulusal düzeyde desteklenmesine katkıda bulunmayı amaçlıyor. (Başvuru formu ve detaylı bilgi için: https://aydindoganvakfi.org.tr) 4 müzisyen, 1 albüm Birkan Nasuhoğlu, Nova Norda, Canozan ve Sedef Sebüktekin, 2020’nin eylül ayında Sapanca’da birkaç haftalığına bir eve kapandı ve müzikal yeteneklerini, vizyonlarını yeni fikirler ile bir araya getirerek sekiz şarkı kaydetti. Ev konsepti taşıyan bir sahnede konser verme fikrinden ortaya çıkan “EVDE” projesi, pandemi koşullarında Canozan’ın önerisiyle beraber bir eve kapanma ve albüm kaydetmeye evrildi. Albüm, Universal Music etiketiyle tüm dijital platformlarda yayımlandı. FLAMAN SANATÇI JAN FABRE’NIN “BELÇIKA KONGOSU’NA SAYGI” Bmöacneikfekstao!nadıyla SERGISI, ÜLKESININ SÖMÜRGECILIĞINE TEPKISINI YANSITIYOR YAZGÜLÜ ALDOĞAN Bu pandemi döneminde, hafta sonları eve kapanırken, hafta içi bazı yaş gruplarına ki bunların bir kısmı koleksiyoner gruplarına giriyorsokağa çıkma saatleri söz konusuyken, galerilerde yeni sergiler açılıyor, hem de sanatçısı yurt dışından geliyor ya, şaşırmaz mısınız? Bu pratikleri unuttuk neredeyse! “Sergi açılışı da neymiş” oluyor insan. Ama sergi varsa, gidip bakılır, madem işimiz bu. Sonuç olarak pek çok meslektaş gibi, yazlıktan değil, ofise gitmesek de şehirden çalışıyor ve hemen her gün dışarda bir iş üzerinde oluyoruz. Sergi, Galeri Plevneli’nin. Mecidiyeköy’ü kapayalı çok olmuş, sadece Dolapdere’deler. Sergi, Belçikalı Flaman sanatçı Jan Fabre’nin. Ve hatta kendisi de geliyor, birkaç gün kalıp bazı görüşmeler yapıp ve dönecek. Bu arada birkaç da söyleşi verecek. Serginin açılış günü, erkenden gidip geziyorum tek başıma. Önceden ne kadar okumuş olsam da binlerce böcek kabuğundan oluşmuş, parlak, mavi yeşil sarı renklerdeki mücevher böceği kınkanatlarından oluşmuş büyük boy mozaiklerden ibaret birkaç tablo ve birkaç doldurulmuş hayvan heykelinden oluşan serginin eserleri beni pek kesmiyor, yetmiyor. Bu serinin eserlerin tümünün fotoğraflarının ve çeşitli eleştirmenlerin makalelerinin olduğu bir retrospektif kitabı karıştırma fırsatım, bu seri hakkında daha çok fikir veriyor. Bu serinin özelliği Belçikalı sanatçının ülkesinin geçmiş yıllarındaki sömürgeci siyasetine, geçmişine bir tepki, öfke kusması! Afrika kıtasınBelçikalı Flaman sanatçı Jan Fabre ile “Saflık Dizlerinin Üstünde” sergisinin açılışı için geldiği İstanbul’da açılış öncesi Galeri Plevneli’de önem verdiği papağan simgesinin altında poz verdik. daki Kongo’ya, o ülkenin insanlarına yapılan zulme bir karşı çıkış. Belçika Kongosu’na saygı konulu çalışmaları yeni değil. 2011 yılından beri yaptığı seride İstanbul’a gelenlerden çok daha sert, çok daha çarpıcı olanları var. Daha sonra tanışıp konuştuğumuzda kendisine buraya getirip sergilediği yapıtların daha soft olmasının bir tercih olup olmadığını sorunca adeta öfkeleniyor, tam olarak neyi kastettiğimi anlamaya çalışıyor. Benim ise aklım, sergide değil, kitapta gördüklerimde kalmış, kamçılanan siyahi köleler, ölümler, büyük acılar ve öfke. Sanatçı bahsettiğim eserlerin satıldığı ve çeşitli müzelerde sergilenmekte olduğunu anlatıyor. İstanbul’a getirdiklerinin arasında uçak figürlü olan yapıtının da sert olduğunu anlatıyor, burada Hiroşima’ya atılan bombanın uranyumunu resmettiğini söylünın ise duğuve safduğuhi içinnatçının landığını yor. Papağaçok önemli olnu egzotizm lık simgesi olnu, sanat taride pek çok sapapağanı kulvurguluyor. Hayvan hassasiyeti Serginin tanıtım yazısında gerek böcek kabuklarının, gerek doldurulmuş hayvanların hiçbirinin sanat için öldürülmediği, ölü hayvanlar kullanıldığı, böcek kabuklarının ise ölü böceklerden oluştuğu vurgulanıyor. Sanatçıya sergi ve sanatı dışında iki soru daha soruyorum: bu dönemde seyahat etmeye nasıl cesaret ediyor ve aşı olmuş mu? Bizden çok farkları yok anlaşılan Belçikalıların! Kurallara uyup dikkat edildiği zaman seyahat etmenin sorun olmadığını, İstanbul’u çok sevdiği için gelmenin kendisini heyecanlandırdığını, 93 Bienalinde de geldiğini ve İstanbul Tiyatro Festivali’nde de eserinin sergilendiğini anlatırken gözleri parlıyor. Sıra gelmediği için henüz aşı da olmamış! Sergi 20 Şubat’a kadar açık. Nâzım Hikmet anısına... Küçükçekmece Belediyesi, Nâzım Hikmet’in doğumunun 119. yıldönümünde “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” isimli kitabı yayımladı. Koleksiyon değerinde, numaralı olarak yalnızca 1.100 adet basılan kitap, bir Nâzım Hikmet bibliyografik biyografisi olma özelliği de taşıyor. Prestij kitap olarak yayımlanan 704 sayfalık çalışmada usta şair hayattayken (19021963) Türkiye’den Brezilya ve Japonya’ya kadar tüm dünyada, 40’tan fazla dilde yayımlanmış kitaplarının kapakları ve kitapların içeriği ve hikâyeleri hakkında bilgilere yer verildi. Küçükçekmece Belediye Başkanı Kemal Çebi, “O, dizeleriyle hislerimize ve hayallerimize tercüman olmaya devam ederken, onun kültürel mirasına sahip çıkmak ve tüm eserlerini böyle bir çalışmada buluşturup gün ışığına çıkarmaktan mutluluk duyuyoruz” diye konuştu. Sufle’den çevrimiçi konser Yapı Kredi bomontiada’nın her cuma Instagram hesabından canlı yayımladığı “Dünya Kadar Müzik” kapsamında “World Akustik” serisi, dün akşam 21.00’de Sufle grubu ile devam etti. İlk stüdyo albümleri olan “Geri Geri Maraton Koştum” ile World Akustik’te yer alan Sufle grubu, ilk olarak adını Duman grubunun kült şarkısı “Köprüaltı”nın yeniden yorumu ile sosyal medyada duyurmuştu. Grup ilk EP’si “Pus”u 2017 yılında çıkardıktan sonra, 2018 yılında “Kayboldum” isimli çalışmasını yayımladı. Konser, yayın sonrasında puhutv üzerinden de izlenebiliyor. ‘Parazit’in yönetmeni Venedik’in başkanı oldu Bu yıl 111 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan 78. Venedik Film Festivali’nin jüri başkanının Oscarlı yönetmen Bong Joon Ho olacağı açıkBong Joon Ho landı. Festival başkanı Alberto Barbera, “Güney Koreli yönetmen, dünya çapında günümüzün en özgün ve orijinal seslerinden biri. Bir sinefil olarak, meraklı ve önyargısız tutkusunu festivalimize sunmayı kabul etmesinden dolayı ona çok müteşekkiriz” diye konuştu. “Cinayet Günlüğü”, “Ana”, “Yaratık”, “Snowpiercer”, “Okja” gibi filmleriyle adından övgüyle söz ettiren 51 yaşındaki yönetmen, geçen yıl “Parazit” filmiyle Oscar tarihine geçmişti. En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 4 ödül kazanan “Parazit”, Oscar tarihinde En İyi Film Ödülü’nü kazanan ilk İngilizce olmayan yapım olmuştu. Damarı damara bağlamak 30 ülkede, 20 dilde yayın yapan referans gazetesi Le Monde Diplomatique’in dünyada yaşananlarla ilgili ayrıntılı çözümlemelerin yer aldığı makalelerini her ayın ilk pazartesi günü gazetesiyle birlikte okuduğu için Cumhuriyet okurları çok şanslı. 4 Ocak’taki gazetede (12. sayı) “Eski dünyaya doğru ileri!” başlıklı, Laurent Cordonnier’nin yazısı, Gramschi’nin tanımıyla “ölmeyi reddeden eski dünya ile doğmakta zorlanan yeni dünya” arasındaki tansiyonu anlatıyor. Virüsle birlikte yaşananların insanlığın umudu olan yeni bir yaşam biçimi arayışındaki kaygıları artırdığının vurgulandığı yazıda, dünyanın bugününü anlamak isteyenler için sayılarla gerçek durum veriliyor. Düşman kim? Le Monde Diplomatique’te, İngiltere İşçi Partisi’ndeki sağcı stratejinin, Husi isyancıların ardı ardına zafer kazandığı Yemen’deki Suudi fiyaskosunun, Çin’deki Harward tipi kamu yönetimi üniversitesinin incelendiği yazılar da yer alıyor. Serge Halimi, “Bir sonraki düşman kim olacak?” sorusunu Trump’ın Çin, Biden’ın Rusya düşmanlığı ekseninde tartışıyor. Yazar, emperyalizmin sürekli bir düşman yarattığı gerçeğinden hareket ederek yakın geçmişte Afganistan ve Irak’ı işgal eden ABD ve müttefiklerinin önümüzdeki on yılda daha güçlü rakiplerle karşı karşıya geleceğini ve baş düşmanın kim olacağının saptanmasının kolayına olamayacağını öngörüyor. Bu çözümlemeler 1960’lı yılların sonunu getirdi gözümün önüne. Emperyalizmin düşmanı belliydi: bağımsızlık, özgürlük, eşitlik isteyen halklar. Biz de o yıllar temel çelişki ne, baş çelişki ne, kimler dost, kimler düşman tartışırdık. Emperyalizme karşı duruşun rüzgârı dünyanın her yanında esiyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan Soğuk Savaş ertesinde oluşan bu rüzgârı anlamak, günü kavramanın, geleceği tasarlamanın ipuçlarını veriyordu. ‘Eski’yi kavramak “Eski”yi doğru kavramanın önemini, Melih Cevdet Anday’ın “Eskimeyen Eski” adlı yazısındaki şu cümleler fotoğraf gibi işlemişti beynime: “Bütün iş, tarihte olanı, tarihte olduğunu bilerek değerlendirmekti, duygularımızın, isteklerimizin etkisinde kalarak değil. Eski, gerçekte hiç eskimiyor.” (Cumhuriyet, 11 Mart 1977) Nâzım Hikmet, dünün bugüne, bugünün yarına bağlanmasını hep vurgularken Hasan Hüseyin, “Damarı damara bağlamak” diyordu buna. Adnan Binyazar, Cumhuriyet’teki “Gençlere sayfa açmak” başlıklı yazısında (8 Ocak 2021) bu gerçekliği vurguluyor: “Gençler gelişen toplumlarda, tarih boyunca ‘kurşun’ gibi ağır baskılara, düzensizliğe, insan kıyımına karşı çıkmayı göze almıştır.” Özdemir İnce, Tanzimat’tan Cumhuriyet devrimlerine aydınlanma savaşımımızın siyasal, ideolojik temellerini incelediği Türk Aydınlanması ve Laiklik (Sia Kitap) kitabıyla tam tamına bunu yapıyor. Dünden bugüne, bugünden yarına Dünü kavramada ufuk açıcılarımız vardı. DTCF bünyesinde 1939’da kurulan Felsefe Kürsüsü’nde Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu, Behice Boran, Mediha Berkes, Nusret Hızır, Aydın Sayılı gibi adlarla ve Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kürsüsü’nde Pertev Naili Boratav toplumbilimimizin (sosyoloji) temellerini atmışlardı. Rektörün atamayla değil, üniversite içinde yapılacak bir seçimle belirlenmesi gerektiğini belirten Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, Mahzuni’nin Yuh Yuh parçasını yeniden düzenleyerek çektikleri klip dünün bugüne, bugünün yarına bağlanmasıdır: “Okulumun kapısına/ Yuh kelepçe vuranlara/ Sen rektör değilsin, seni seçmedik/ Atanmış kayyuma biat etmedik/ Hayır dedik olmaz, kabul etmedik/ Buna rağmen koltuğunda kaldın ise yuh/ Yuh yuh soyanlara/ Soyup kaçıp doyanlara.” [email protected] Göksenin ‘Women’s Blues’ (Göksenin) Can Tutuğ & Erdem Uvalıoğlu ‘Huzursuzluk’ (To2 Records) Memlekette bir kadının blues neferi oluşu nadir rastlanan bir durum. Bu nadir durumların başında da 2012 yılında “İkimizin Sırrı” isimli bir albüm çıkaran Göksenin geliyor. İkinci çalışması “Women’s Blues” ise onun yıllarca barlarda çaldığı projesinin olgun meyvesi. Gitarda Gürkan Özbek, basta Ozan Yeşildal, davulda Soner Doğanca yer alıyor. İki şarkıda da Sahte Rakı’dan Dinçer Tuğmaner mızıkası ile eşlik ediyor. Göksenin burada kendine ait (İngilizce ve Türkçe) bestelerinin yanı sıra blues tarihinin mihenk taşı dört kadının da birer şarkısını yorumluyor. Bunlar Ma Rainey, Memphis Minnie, Koko Taylor ve Etta James. Bir de aile baskısı altındaki kadının feryadı olan “Çayda Çıra” yorumu var. Repertuvarda yer alan şarkıların sözlerinde hüzünlerini isyana çevirmiş, aldatılmaya tahammülü olmayan sert, şiddete aile baskısına uğrayan, eşitsizliğe maruz kalmış kadınları ve hayat kadınlarını anlatıyor. Dokuz parçadan oluşan albüm, kadınlar tarafından yaşanmış, yazılmış hikâyelerin kısa bir antolojisi. Göksenin ise blues müziğinin ülkemizdeki Zeyna’sı... Not: Göksenin, müzisyenliğinin yanında 2018’den beri kurucuları arasında yer aldığı Türkiye’deki ilk ve tek Blues Derneği’nin yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Bir yarışmasının jürisindeydim; Cold Vibes adıyla birinci olduklarında dikkatimi çekmişti vibrafoncu Can Tutuğ; takım elbise kravat giysileri, berrak ve tutkulu çalışıyla. Tanıdıkça sevdim; yetenekli ve çalışkandı, meraklıydı. Trakya’da tıp okuyordu, ileri derecede müzik dinliyor ve caz tarihini de iyi biliyordu. Can, davulcu arkadaşı Erdem Uvalıoğlu ile yıllardır sahne alıyordu. Salgın günlerinde de kayda girmişlerdi. Bu saatler süren mesailerde Can’ın (usta Alman vibrafoncu Gunter Hampel için yaptığı dahil) yarıyapılandırılmış bestelerini kaydettiler. Ortaya çıkanlar artık belli formlara sahip eserlerdi. Can bu çalışmada bilhassa ikinci bir armonik enstrüman tercih etmemişti; çünkü eserleri seslendirirken özgün kişisel armonik çeşitleme anlayışına göre inşa etmek istiyordu. Aynı nedenle bas çalgı da istememişti. Böylelikle bu çalgısal kombinasyon, vibrafondavul duo albümü olarak bir ilk oldu. Çalgılar eşit metrekareye ayak basmıyor; vibrafon daha ilerde konumlanıyor ama kayıtlardaki kimya pozitif ve kendine has bir dinamiği var. Bu zorlu vazifenin altından kalkmak bir yana, uyum sağlaması oldukça zor iki çalgıyı yan yana getiren bu teşebbüsü her şeyden önce çılgınlar gibi alkışlamak istiyorum. C DAYANIŞMA İLANLARINIZ İÇİN İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ İSTANBUL : 0212 343 72 74 ANKARA : 0312 442 30 50 İZMİR : 0232 441 12 20 Email : [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle