09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 EYLÜL 2020 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çiçekleri yemeyin... GÜROL SÖZEN “Kent dayanıyor bahçenin duvarlarına, Yeni bahçeler çiz, gözlerinin kuşlarına.” Özdemir Asaf Sevimli çılgınlığı, bir elmas yontucusu gibi seçtiği sözcükleri ile kendine bile meydan okuyan Özdemir Asaf bu şiirini bizlere okusaydı, r’leri es geçip yumuşatarak “Kent dayanıyov bahçenin duvavına...” derdi. Kitabının adı: Çiçekleri yemeyin. Basıldığı tarih: 1975. Yarım yüzyıla yakın bir zaman dilimi geçmiş aradan... Şimdilerde ne çit kaldı ne bahçe; kent bahçenin duvarını buldozer ile delip geçti. Arda kalan tek şey ...gözlerimizin kuşlarına bahçeler çizmek!..Bebekliydi, cadde üzerindeki küçük meyhanesinde kendi hizmet ederdi genç müşterilerine. Yanındaki kız arkadaşına caka olsun diye, “şair çek bir piyaz” dediklerinde bana kızmasaydı mutfaktan o piyazı ben kapıp getirecektim. İçerlek tavan kirişinin arka yüzünde, kendi eliyle yazdığı kısa bir şiiri vardı. “...Anılardan kale yapıp sığınsan bile, /Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye” diye bitiyordu. Ne Özdemir Asaf kaldı ne şiiri ne de Boğaziçi ve simgesi Bebek...Vahşi kentleşmenin yıkıp, yok ettiği bahçelerin, koyların, iskelelerin içinde tepinip duruyorlar. Ayıp olmazsa; hangi doğa, hangi deniz, hangi kültür, hangi görgü, hangi bilim sanat diyeceğim ama utanıyorum; kimlikleri yerine cüzdanlarını göstereceklerinden. Oysa kimliğimizi oluşturan binlerce yıl var yaşadığımız topraklarda: Görkemli doğası, insan hariç ne eksen çiçek açan toprağı, şiiri, resmi, heykeli, müziği ve bilgeleri ile ve gelece kuşaklar adına utanmadan. Kuşkusuz bunlar bilinmeyen şeyler değil, hele var olup yok edilen, kendi kimliğinden utanan, kuşku dolu ve alaysı bakışlarla itilip kakışlanan bir toplum iseniz!.. Kent bir bahçedir Buğday başaklı ve üzüm bağları ile Hitit bahçeleri ve bağları; tapınakları, anıtsal mezar duvarlarındaki sonsuz yaşamı simgeleyen lotus çiçekleri ile donanmış ve papirüslerin çevrelediği havuzları ile Mısır bahçeleri... Anıtsal yapıları ile avlulu Roma bahçeleri; Mikelanj’ın heykelleriyle mezar anıtını ölümsüzleştiren Medici ailesinin bahçeleri; tabii ki Rönesans bahçeleri, geometrik figürleriyle Varka ile Gülşah minyatürlerindeki gibi rengârenk çiçekleri ve giysileri ile Selçuklular... Osmanlı’nın, örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı bahçeler, su kemerleri ve minyatürlerdeki çiçekler ve bahçeler... Çin, Japon, İngiliz ve Fransız bahçelerinin yanı sıra ressam Monet, Pisarro, Matisse ve binlerce ressamın bağ, bahçe ve parkları!... Eeee! Anladık da dilinin altında ne var, uzatma? Bizim derdimiz boyumuzu aştı” diyebilirsiniz. Dilimin altında hiçbir şey yok umuttan başka. Ortalık toz duman ama unutmamız gereken bir şey daha var: Kent bir bahçedir. Boğaziçi ise bizlere inat bulutunu, rüzgârını, kuşunu, tuzlu suların da dolaşan balıkları ile (ızgara tava değil) ve şairleri, bilgeleri, heykelleri ve müziği ile bir bahçedir ve geleceğimizdir. Her kentin kimliğidir park ve bahçeler, hangi ortam da olursak olalım. BOĞAZİÇİ’NİN SİMGESİ BEBEK Tabii ki yangından mal kaçırılmıyor! Her şeyin tüketildiği Anadolu coğrafyasındaki kültürel doku gibi İstanbul’un ve tabii ki Boğaziçi’nin tarihsel simgesi Bebek de kendi bataklığında ayakta durmaya çalışıyor. Parklar, caddeler, ara sokaklar; çöpler, işgaller, kuşatmalar ve müzik adı altında gece yarılarına kadar çığlık çığlığa süren darbukalar, göbekler, parkçılar yani fiziksel ve görsel şiddetten Bebek ya çıkacak ya da Boğaziçi ile birlikte kimliğini kendi eliyle yok edip batacak. Binlerce örnek var bu konumda Anadolu’da. 13 Eylül 2020 günkü Cumhuriyet gazetesindeki haber bu yazının kaynağı: Boğaziçi adına umudun habercisi. Anakent Belediye Başkanı İmamoğlu ve birdenbire birikimi, bilgisi ve deneyimi, sakinliği ile Prof. Dr. Çağatay Seçkin’in Bebeklilerce umut olarak görülmesinin habercisi oluvermesinin de nedeni bu. Kararlıydılar. Kuşkusuz, bu yalnızca kıyı semti Bebeklilerin sorunu değil. İstanbul’un, Boğaziçi’nin varlık sorunu. Kala kala bir tek nefes alıp insanca yaşamak kaldı. Avunduğumuz tek şey doğa ona öncülük edebilir. “Yeni bahçeler çizin gözlerimizin kuşlarına!..” Rüşvetin toplumsal temelleri Şimdilik sadece Sarraf haberlerine yasak geldi. Bu yazı “Genel Olarak” bir rüşvet irdelemesi olduğu için bu sansürün dışındadır. Dilerim bir zamanlar “Hırsız” kelimesine yasak geldiği gibi, ilerde “Rüşvet” kelimesine de yasak gelmez! HHH Rüşvet ve yolsuzlukların toplumsal yaygınlığı hiç kuşkusuz, dünyada da birçok örnekte görüldüğü gibi, siyasal ve bürokratik yozlaşma sonunda ortaya çıkar. Rüşvetin Türkiye’deki nedenlerini çok kaba hatlarıyla “Tarihten gelenler”, “Kültürel yapıdan gelenler”, “Ekonomik yapıdan gelenler”, “Bürokratik yapıdan gelenler”, “Hukuksal yapıdan gelenler” ve asıl belirleyici niteliğiyle “Siyasal yapıdan gelenler” olarak altı grup altında irdelemek olanaklıdır. 1. Tarihten gelenler. Tümü “mülk” olarak Padişahın özel malı sayılan Osmanlı İmparatorluğu’nda, her türlü devlet işi, başta padişahın, sonra sadrazamın olmak kaydıyla, “özel servetin artırılmasının meşru bir aracı”dır. 2. Kültürel yapıdan gelenler. Yukardaki tarihsel oluşum sonunda, ne yazık ki kültürümüzde, “bal tutan parmağını yalar”, “devletin malı deniz, onu yemeyen domuz” gibi deyişler yer almıştır. İşin daha da acıklısı, bunlara, yakın bir zamanda, “benim memurum işini bilir” biçimindeki bir sözün de bir başbakan tarafından eklenmiş olmasıdır. 3. Ekonomik yapıdan gelenler. İktidarın, ekonomiyi kuralsız biçimde yönetmesi, yaptığı her yatırımdan kendine pay çıkarmak istemesi ve ihale kanununun rüşveti olanaklı kılacak biçimde defalarca değiştirilmiş olması çok önemli nedenler arasındadır. 4. Bürokratik yapıdan gelenler. Tüm sistem, devletin vatandaşa güvensizliği üzerine kurulu olduğundan, işlerin “normal olarak” yürütülebilmesi için bile, yardıma, desteğe ve “çarkların yalanmasına” gereksinme vardır. Ayrıca memurların gelirleri de çok düşüktür. 5. Hukuksal yapıdan gelenler. Hukuksal yapı artık tümüyle siyasal erke bağlandığı için bir yandan rüşvet ve öteki yolsuzluklardan daha çok etkilenmekte, öte yandan, siyasal yapı üzerindeki denetim gücünü kullanamamakta, daha da vahimi, birtakım soruşturma ve kovuşturmalar da iktidar tarafından doğrudan önlenmektedir. 6. Siyasal yapıdan gelenler. Birinci grup nedenler, “demokrasi kültürümüzün” eksikliği ve bu eksiklikten dolayı iktidarlardan hesap sorulamamasından kaynaklanır. İktidarlar ne kadar otoriter veya totaliterse, rüşvet ve yolsuzluk o kadar yaygın olur. İkinci grup nedenler, başta siyasal liderler olmak kaydıyla politikacılarımız çıkarcılığından ve kalitesizliğinden kaynaklanmaktadır. Üçüncü grup nedenler, yöneticilerin çoğunun şu ya da bu nedenle, bu rüşvet ve yolsuzluk mekanizmasına bulaşmış olmalarından dolayı, rüşvetin ve yolsuzlukların hesabının sorulamamasına bağlıdır. HHH Aslında bu durum son derce vahim bir soruna işaret etmektedir: Rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi için gerekli adımların atılması, yasal düzenlemelere bağlıdır. Oysa yasal düzenlemeleri yapacak olan politikacılar bizzat rüşvetin ve yolsuzlukların üreticisi durumunda olduklarından, durumu düzeltecek yasal önlemlerin alınması olanaksızlaşmaktadır. O halde sorunun çözümü, bu sorunun kaynaklandığı siyasal iktidarın değiştirilmesiyle olanaklı olacaktır. HHH Sonuç olarak, bugün Türkiye, insanların politikaya “zenginleşmek” için girdiği, rüşvet alarak “köşeyi döndüğü” ve rüşvet alanlardan hesap sorulmayan bir ülke halini almıştır. Rüşveti önleyecek etkin tedbirleri almak için, önce “Şahsım Devleti” yerine “Hukuk Devleti”ni yeniden kurmalıyız! SİYASAL İSLAM BİR ÜTOPYADIR İSMAIL ÖZCAN EĞITIMCI/YAZAR Siyasal İslam, başta Kuran ve hadisler olmak üzere İslami kaynaklardan çıkarılmış hüküm ve kurallarla din adına devleti ve toplumu yönetmek amacıyla iktidarı ele geçirme ideolojisidir. Bu ideoloji özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana yaklaşık 50 yıldır her zaman gündemde olmuş, Müslüman ülkelerdeki siyasal hareketlerin bir bölümü hep bu adla anılmıştır. Hem ülkemizdeki hem de diğer Müslüman ülkelerdeki laikler, solcular ve bilumum seküler çevreler, en baştan beri toplumsal pozisyonları gereği bu ideolojinin karşısında yer almış; onu demokrasi, laiklik, özgürlük ve çoğulculuk karşıtı; tekilci, dayatmacı bir ideoloji olarak nitelemiştir. Siyasal İslam, içinde bulunduğuBundan sonra toplumların yönü ve gidişatı tekilci dinsel ve ideolojik sistemlere doğru değil; laik, demokrat, çoğulcu sistemlere doğrudur. muz bu zamanda Müslüman bilginlerden, aydın ve akademisyenlerden de ciddi eleştiriler almaya başlamıştır. Bu eleştirilerin en önemlisi ise İslamın sözü edildiği şekilde ve kapsamda dünya işlerini yönetmek gibi bir amacının ve o amaca uygun hüküm ve kurallarının olmadığıdır. Eleştirinin özü Bu eleştirilerde söylenmek istenen şudur: Din, zamanın hızla değiştiği, baş döndürücü olayların ve gelişmelerin yaşandığı, sayısız sorunların oluştuğu bir dünyada akla, bilime ve insani tecrübeye alan açmıştır. İslam, dünyayı ve devleti yönetmek amacıyla hükümler ve kurallar koymuş olsaydı bunların yoruma gerek duyulmayacak şekilde delaletlerinin açık seçik olması gerekirdi. Oysa mevcut hükümlerde böyle bir netlik olmadığı için en baştan beri derin ihtilafların yaşanması, çok sayıda mezhebin ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Peygamber ve ilk iki halifeden sonraki hiçbir dönemde Müslümanlar arasında ne dinsel ne de yönetim alanında tam bir birlik, tam bir uzlaşma sağlanamamış olması da bunu göstermektedir. Bu yüzen İslam tarihi boyunca Müslümanlar arasında ayrılıklar, ihtilaflar, en önemlisi de kanlı savaşlar hiç eksik olmamıştır. Günümüze kadar hiçbir Müslüman devlet de sadece din kurallarıyla devleti ve toplumu yönetmiş değildir. En büyük ve en uzun ömürlü Müslüman devlet olan Osmanlı İmparatorluğu bile çok büyük ölçüde örfi hukuka dayanarak devlete ve topluma yön vermiştir. Gidişatın yönü belli Görüldüğü üzere tarihte hiç uygulama şansı olmamış bir ideolojinin; toplumsal farklılıkların zirveye ulaştığı, laik ve çoğulcu yaklaşımların kaçınılmaz olduğu günümüz dünyasında ve sonrasında laikliği dışlayan tekil bir sistem olarak uygulama şansı hiç yoktur. Çünkü bundan sonra toplumların yönü ve gidişatı tekilci dinsel ve ideolojik sistemlere doğru değil, laik, demokrat, çoğulcu sistemlere doğrudur. Bugün geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi hiçbir devletin yönetiminde 2. sınıf vatandaşlık, 2. sınıf tabiiyet (uyrukluk) kabul edilmemektedir. Müslüman bir devlet olan Osmanlı’da Müslümanlar 1. sınıf, gayrimüslimler 2. sınıf tebaa olarak kabul görmekteydi. Gayrimüslimler, “zimmi” denen, Müslümanlardan bir derece aşağıdaki bir statüde muamele gören bir toplum kesimiydi. Zimmilik çok iyi uygulanmış, zimmîler herhangi bir haksızlığa ve adaletsizliğe maruz kalmamışlardı, ama Müslümanlarla eşit değillerdi. Günümüzün modern toplumlarında bu eşitsizliği kabul edecek dinsel, mezhepsel ve etnik hiçbir azınlık yoktur. Gerçek bir demokrat ve özgürlükçü bir yazar olan Âmin Maalouf, “Ölümcül Kimlikler” adıyla dilimize çevrilmiş önemli kitabında geçmişte işlevsel olmuş zimmilik ve hoşgörüyü bugün için asla yeterli görmediğini söylüyor. Çok haklı olarak “Ben hoş görülmek istemiyorum, eşit kabul edilmek istiyorum” diyor. Bu, kim olursa olsun günümüzde çağdaş her bireyin talebidir. Turan Karakaş’tan, nsanlar ve hayvanlar tarafından hep alay ed len keç ve ona öğüt veren kayanın h kâyes ... 25 TL 15 TL Fazlı Bulut, görünüşte küçük ama namı kl mler ötes ne yayılmış T mbuktu’ya yaptığı seyahat n h kâyes n bu k tapta anlatıyor. 45 TL 27 TL 250 TL YER NE 125 TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle