02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 28 AĞUSTOS 2020 CUMA KÜLTÜR MELEK MOSSO, ‘İSTANBUL SÖZLEŞMESI YAŞATIR’ DEDIĞI IÇIN KONSERI YARIDA KESILDI Polis, sanatçıyı sahneden indirdi Melek Mosso Sanatçı Melek Mosso’nun Aqua Florya AVM’de bulunan Hayal Kahvesi’nde verdiği konser polis tarafından yarıda kesildi. Sanatçının “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” dediği ve kadına yönelik şiddete dikkat çektiği gerekçesiyle sahneden indirildiği ortaya çıktı. Mosso’nun Grup Yorum üyelerine destek vermesinin Sabah gazetesindeki bir yazıda suçmuş gibi gösterilmesi ise kamuoyunda tepkiye yol açtı. Melek Mosso’ya hayranlarının yanı sıra birçok sanatçı destek verdi. Sanatçılar, “Konserlerimizde ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ demeye devam edeceğiz”, “Melek Mosso Yalnız Değildir” gibi mesajlar paylaştı. “#MelekMosso” etiketi Twitter’da gündem oldu. Sanatçı, yaptığı açıklamada hayranlarından “#İs tanbulSözleşmesiYaşatır” etiketiyle tepkilerini göstermelerini istedi. ‘Susmayın, tepki gösterin’ Melek Mosso, konuya ilişkin sosyal medya hesabından bir de video paylaştı. Sanatçı, “Ben sırf kadın arkadaşlarım öldürülmesin, bu tür cinayetler, bu tür tecavüzler olmasın, yaşanmasın diye ses çıkardığım için, ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ dediğim için sahneden indirildim. Mikrofonum elimden alındı ve hiç sesimi çıkarmadan indim, evime gelip hüngür hüngür ağladım. Bu nasıl bir ahlaki değer? Bu nasıl bir sistem? Konserde de dediğim gibi susmayın. Tepki gösterin” diye konuştu. Bir de yazılı açıklama yapan sanatçı, şu ifadeleri kullandı: “22 Ağustos Aqua Florya konserimizde yaşanan can sıkıcı olayı Sabah gazetesinin Günaydın ekinde yalan ve yanlış bir haber olarak yazan Ömer Karahan’ı kınıyorum. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği yüzünden öldürülen kadın arkadaşlarımın ruhuna, her konserimde armağan ettiğim ve ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ dedikten sonra söylediğim ‘Keklik Gibi’ türküsü söylenenin aksine ayakta alkışlanmıştır. ‘Sanat gücünün korkusu’ Konserde olan tanıdıkları bu söylemden rahatsız olup, polisi arayıp beni sahneden inmeye zorlamışlardır. Saygımızı hiç bozmadan, polisimize zorluk çıkarmadan sahneden indik ve bunun hakkında olaylar büyümesin diye asla konuşmadık... Her zaman eşitsizliğin karşısında duracağımdan sevenlerim ve dinleyicilerim asla şüphe duymasın... Müziği kısmaya çalışmak, sanatın eleştirel ve toplumsal gücünü yok saymak sadece büyük bir KORKU sonucu oluşur.” Sinema salonlarında dönmek için iyi bir neden: Subay ve Casus Salgın sürecinden beri merakla beklenen ve vizyon tarihi defalarca değişen, yönetmen liğini Christopher Nolan’ın yaptığı, başrollerinde John David Washington ve Robert Pattinson’ın yer aldığı Tenet seyirciyle buluştu. TENET ALACAKARANLIK BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ “Tarihi film nasıl yapılır gösteren ustalık işi bir film” diye tanımlıyor London Standard, Subay ve Casus (An Officer and a spy) filmini. Ünlü Fransız yazar Emile Zola’nın Suçluyorum (J’accuse) adlı eserine de konu olan tarihi Dreyfus Davası’nı anlatıyor. Biraz da bu yüzden Fransa’da gösterime girdiği hafta listeye 1 numaradan giriş yaptı ve 12 milyon dolarlık gişe geliri elde etti. Gösterime girdiği İtalya ve İspanya’da da gişesi başarılı olan Subay ve Casus’un başrollerinde Artist filmiyle Oscar kazanan ünlü oyuncu Jean Dujardin ve ödüllü oyuncu, yönetmen ve senarist Louis Garrel var. Film Oscar’lı yönetmen Roman Polanski’ye de Venedik Film Festivali’nde, En İyi Yabancı Dilde Film, Büyük Jüri ve FIPRESCI ödüllerini kazandırdı. Merakla beklenen film 28 Ağustos’ta sinemalarda! Filmin konusu ise kısaca şöyle: Ocak 1895’te, genç bir subay Alfred Dreyfus (Louis Garrel), Almanya’ya bilgi sızdırmakla suçlanır ve casusluk yaptığı gerekçesiyle Şeytan Adası’nda ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Askeri istihbarat biriminin başındaki Georges Picquart (Jean Dujardin) bilgi sızıntısının devam ettiğini keşfettiğinde, kendisini yalanlarla dolu tehlikeli bir labirentin içinde bulur. Filmin kısa konusu bize FETÖ davalarının en absürtlerinden İzmir Casusluk Davası’nı hatırlatmadı değil, üstelik bir değil, onlarca subay saçma sapan casusluk suçlamalarıyla hapislerde çürüdü. izleyip göreceğiz. Rasim Öztekin kavuğu Şevket Çoruh’a devredecek Geleneksel tiyatronun kavuğunun son sahibi Rasim Öztekin, kavuğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle 20 Eylül’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde düzenlenecek törende Şevket Çoruh’a devredeceğini açıkladı. Kel Hasan Efendi, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul ve Ferhan Şensoy gibi ustaların taşıdığı kavuk, 2016’dan beri Rasim Öztekin’deydi. Öztekin, yaşadığı kalp rahatsızlığı yüzünden tiyatro yapamadığını belirterek şunları söyledi: “Kalbim, Kavuk’lu olarak tiyatro yapmama izin vermedi. Aslında bir bakıma kalp hastalığı nedeniyle çok sevdiğim tiyatrodan malulen emekli oldum. Projeyi, senaryosunu, çalışma koşullarını seçebildiğim, yorulduğumda dinlenebildiğim sinema ve dizi projelerinde yer alarak sanatın içinde var olarak moral buldum. Durum böyle iken, kavuğu çok bekletmeden bir tiyatrocu kardeşime devretmeye karar verdim. Büyük özverilerle ‘Baba Sahne’yi kuran, zorlu koşullarda tiyatroyu yaşatmaya çalışan Şevket Çoruh’a Türk tiyatrosuna bugüne kadar yaptığı ve yapacağı katkılardan dolayı kavuğu devredeceğim. Tiyatroya gönül verenleri 20 Eylül’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleştirilecek Kavuk Devir Teslim Töreni’ne bekliyoruz.” Çoruh yaptığı açıklamada, “Bu onuru, tüm ustalarım ve her şeye ‘rağmen’ tiyatro yapmaktan vazgeçmeyen tüm emekçiler adına kabul ediyorum. Bu emaneti benden sonra taşıyacak meslektaşımla buluşana kadar; yaşasın sanat, yaşasın tiyatro, yaşasın insan!” dedi. Günbatımında dost bulamazsın Sinemanın dâhi çocuğunun akıl oyunlarına hazır mısınız? 150 dakika boyunca aksiyon, sor gulama. Bir zamanlar “geleceğe yol culuk” merak edilirken, bu filmde geçmiş sorgulanıyor. KONUK Ama nasıl bir geçmiş? YAZAR Yoksa hepimiz bir ge EMEL SEÇEN leceğin içinde, aslında geçmişte miyiz? Ya da geçmişimizi, gele cekte mi düzeltiyoruz? Bizim deyimimizde kırk yamalı boh ça misali, her şeyi ters düz eden bir kurgu. Cehalet cephanemizdir Bir kelime öyle ki dünyadaki bazı kelimeler gibi. Doğru kapının anahtarı da yanlışı da olma ihtimali var. Yani olasılık. Fark ise Tenet, ilk okunduğunda ve tersten okunduğunda da aynı sesi vermesi. Bu anlamda film kompozisyon başlığı gibi buradan başlıyor. 3 ayrı kıta, 7 farklı ülkede (ABD, İngiltere, Norveç, Danimarka, İtalya, Hindistan, Estonya) ve her ülkede aynı aksiyon, macera ve sorgu. Filmin tüm sahneleri gerçekçi. Film kurgusu olarak değil sadece. Sahnesi olarak da kural dışına taşıyor seyirciyi. Alışılmış bilgisayar başı, yeşil ekran işi değil. Maket hiç değil. Bildiğiniz Boing 747 kullanılmış. Estonya, Taillen bölgesinde çekilen ve SSCB dağılmadan önce ki topraklarda, 1980 Moskova olimpiyatları için düzenlenen bölgedeki tempo, keza öyle. Konuştukça anlaşılabilecek bir film. Tabii burada en önemli unsur da bilin çaltı, inanç, kadersellik örgüsünden sıyrılıp bilimin izinden gidebilmek. Dünyaya başka pencereden bakmalısın! Yönetmen, Memento (2000) filminde bize “hatırla” derken, Tenet ile “zaman” olgusunu, sanatın içine fizik yasalarını (entrapi) katarak insanın bilinçaltı ve öğrenme kalıpları, olmuş ve olacak arasında bir köprü gibi kurma vaadi sunuyor, Tenet ile. Protagonist (John DavidWashington) gelecekten gelen tehdide karşı dünyayı yok etmekten kurtaracak ama belki de film içinde film, aslında bir yandan test edilen bir ajan. Kendini Tanrı sanan (Kenneth Branagh) bir yasadışı kralın dünyasından düze çıkabilmek ne kadar mümkün? Burada aynı zamanda tiyatrocu olan Emma Thompson’ın eski eşi ve Shakespeare dediğimizde aklımıza gelen Kenneth Branagh’ın performansı iyi. Danzel Washington’un büyük oğlu David Washington’un, 2019 En iyi Uyarlama Senaryo ile Oscar alan ve Adam Driver ile başrolü oynadığı Black Klasman filminde olduğu gibi gitgide, babasının sahnedeki samimiyet ve doğallık duruşunu taşımaya devam edecek görünüyor. Oyuncu kadrosu gerçekte de “Sir” unvanlı, SIR Maurici Joseph Mickle White yani Michael Caine. Yakın olarak 2018 performansı ile Dul Kadınlar filminden Elizabeth Debicki, Robert Pattinson ve 2019 Yesterday filminde “Dünyada Beatles olmasaydı ne olurdu” sorusunu sordurtan, Himesh Patel (Patel kardeşler: 2018 HotelMumbai –Dev Pa tel) kadrosu ile de filmin yine göz dolduran opera binasındaki açılış sahnesi ile başlayıp, sonuna kadar yayılan bir müzik gibi her türlü farklılığı ile etkisinde bırakacak. Tenet, yere düşmüş ve kırılmış ayna parçalarından geçişler gibi dünden bugüne, bugünden güne geçişlerle aslında insan olanın eyleminde gizli olanı sorgulamasını da hatırlatıyor. Filmi izlerken okul hayatınızda karşınıza çıkan çok bilinmezli bir fonksiyon ya da en basit hali ile bir mantık önermesindeki açmazlıklardan gelip gitmeler yaşatıyor. Dikkatli izlerseniz filmin ortasında az çok tahmin etseniz de yönetmenin alışık olduğumuz tarzı ile sona sakladığı sürprizler, 150 dakika boyunca heyecanlandırıyor. Entrapi yasası ile “düzensizlik”, yani “olasılık” olanın, dışında olmayıp aslında bir yerde her şeyin düzensizliğe doğru gittiğini söylemekte. Bir aksiyon filminde mermilerin biri yaşam gibi ileri, diğeri ise geri gidiyorsa ve kral bunu tüm dünyaya uygulamak isterse neler olur? Koşarken rüzgâr önden değil de arkadan esiyor ve kuşlar tersine uçuyorsa. Görünen algımız içinde düşünsel yaratım mıdır? Yoksa düşünerek de geleceğe, duygularla şekil verebilir miyiz? Asıl mesele ise “Sorun zaman değil, sağ çıkabilmek.” Pandemiden çıkabilmek, bir kötülükten çıkabilmek. Düzeni olumsuz yönde etkileyen her şeyden çıkabilmek! Film gösteriyor ki bundan sonra çekilecek serisi ile bu bir başlangıç. Yani tüm izlediklerimiz de belki testti. Belki Tenet zamanda geçmişte değil, gelecekte olacak. Bunu ilerleyen süreçte izleyeceğiz. Puan 8.5 (5 üzerinden ise 4) Oktay Akbal Kütüphanesi, Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi’nde ‘Edebiyat, sanat kütüphanesi oluşturduk’ Raflara eşinin kitaplarını yerleştiren Ayla Akbal, bu kütüphanenin Oktay Akbal’ın hayali olduğunu ve gençlerin sadece okuyarak aydınlık yarınlara ulaşabileceğini söyledi. Türk edebiyatının ve basınının en önemli isimlerinden, Muğla sevdalısı gazetemiz yazarı Oktay Akbal, ölümünün 5. yıldönümünde anılıyor. Akbal için bugün saat 11.00’de Akyaka’daki mezarı başında sade bir tören düzenlenecek. Akbal’ın, kişisel kütüphanesi, arşivi ve eşyaları, Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi’ndeki Oktay Akbal Edebiyat Kütüphanesi’nde yer alacak. Oktay Akbal Edebiyat Kütüphanesi’ndeki raflara kendi elleri ile eşinin kitaplarını yerleştiren Ayla Akbal, bu kütüphanenin Oktay Akbal’ın hayali olduğunu ve gençlerin sadece okuyarak aydınlık yarınlara ulaşabileceğini söyledi. Ayla Akbal, “Oktay’ın hayallerinden birini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Evimizde bin lerce kitap vardı. Oktay, sağlığında bu kitapları gençlerle, yeni okuyucularla buluşması için dağıtmaya başladı. 4 bin 500 kitabı Yıldız Teknik Üniversitesi Edebiyat bölümüne, Fransızca eserleri Galatasaray Üniversitesi’ne, bir bölüm kitabı da Muğla Üniversitemize bağışladı” dedi. Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün yerel yönetimler olarak tarihe, sanata, kültüre sahip çıkmaya çalıştıklarını belirterek şunları söyledi: “Akbal’ın da kişisel eserlerini, arşivini gençlerimizle buluşturacak Oktay Akbal Edebiyat Kütüphanesi’ni oluşturduk. Ömrünün en verimli yıllarını Muğlamızda geçiren Akbal’ın bir hayalini daha gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. l İZMİR / Cumhuriyet Şiir çevirileri Eli kalem tutan her hevesli şiir yazıyor. Oysa heves yetmez, şiir ayrıcalık gerektirir. Moda sözcüklerle betimleme yapmayı yeterli görenler, gecikmeden, başka alanlara yönelmeli. Şiirin ne olduğunu bilmeden, söze “Benim şiirim” diye başlayanları ise zaman bağışlasa yazdıkları bağışlamaz. Cemal Süreya, Ahmed Arif, Edip Cansever gibi şairlerin ağzından gençlik yaşlarında bile böyle bir söz çıkmamıştır; çıkmış olsaydı da haklarıdır, çok görülmezdi. Nâzım Hikmet soyundandır onlar, şiirlerinin çatısını yaratıcı güçleriyle çatmışlardır. İlk şiirlerinde de vardılar, gelecekte de var olacaklar. Sözünün ölçüsünü bilen şairin gözü dışarıda olmaz, duyargaları yaratıcılığın köşe bucağına kilitlidir. İçe kapanık da değildir şair, başka ülke şairlerini içinde yaratıp yeniden biçimleyecek denli de yetkindir. İşte örnekleri: ‘Ay kocaman, at kara’ “Şiir çevrilmez” diye bir söz dolaşır. Bir ölçüde doğrudur. Çevrilemeyen, yazanına özgü tınıduyumsamabiçem gibi şiirsel soyutlamalardır. İyi çeviriyi, şiire yenilik getiren güçteki şairler başarıyor. Melih Cevdet Anday’la Sabahattin Eyuboğlu’nun Federico Garcia Lorca’dan çevirdiği “Atlının Türküsü”nü okuyup özüne inerek onu yaşamıma katmamın üzerinden elli yıl geçti. Şiir bütünüyle belleğimde çakılıdır: Kurtuba/Uzakta tek başına Ay kocaman at kara/Torbamda zeytin kara/Bilirim de yolları/Varamam Kurtuba’ya Ovadan geçtim yel geçtim/ Ay kırmızı at kara/Ölüm gözler yolumu/Kurtuba surlarında Yola baktım yol uzun/Canım atım yaman atım/ Etme eyleme ölüm/ Varmadan Kurtuba’ya Kurtuba/Uzakta tek başına. Çeviri de olsa, söylemdeki bu olağanüstü tınının ayrımına ancak Melih Cevdet Anday gibi yetkin şairler, Sabahattin Eyuboğlu gibi beğenisi yüksek düşünürler varabiliyor. ‘Kütükten kafalar’ Ataol Behramoğlu’nun Viladimir Mayakovski’den çevirdiği “Şair İşçidir” adlı şiirin girişinde, şairliğin ne olduğu anlatılır: Bağırırlar şaire/Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni./Şiir de ne?/Boş iş./ Çalışmak, harcınız değil demek ki./Doğrusu bizler için de/ en yüce değerdir çalışmak./Ve kendimi/bir fabrika saymaktayım ben de./ Ve eğer/ bacam yoksa/ işim daha zor demektir bu./ Bilirim/ hoşlanmazsınız boş lâftan/kütük yontarsınız kan ter içinde,/Fakat/bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:/Kütükten kafaları yontarız biz de. Alıntıda geçen torna tezgâhı başında görmek, harcımız değil, en yüce değer, boş laf, kütükten kafa gibi söylemler, Türkçenin anlam inceliklerinden beslenen bir şairin dilinden sökün eder. Öyle bir şair, şiir dışı kafaların kütük parçasına dönüşmüş kafasını bir /k/ sesiyle şiddetli kılar. ‘Şiir Sanatı’ Kendi şiirinin yaratıcı alanlarıyla beslenen şairler, başka dilde yazılmış bir şiiri kendi dilinin incelikleriyle yeniden yaratır. Cevat Çapan’ın Archibald Macleish’ten çevirdiği “Şiir Sanatı” şiiri o birikimin ürünüdür: Dokunabilir ve sessiz olmalı şiir/Yuvarlak bir meyve gibi| Kuşların uçuşu gibi/Sözsüz olmalı şiir. Zamanda kımıltısız olmalı şiir/Ayın tırmanışı gibi,|Geceye takılan ağaçları dal dal/ Özgür bırakır ya ay,|Zamanda kımıltısız olmalı şiir/Ayın tırmanışı gibi.|Bir şey anlatmamalı şiir/Olmalı. Şiirde geçen sessiz olmalı, sözsüz olmalı, zamanda kımıltısız olmalı, ayın tırmanışı, bir şey anlatmamalı söylemlerinin gerçeğini şiirsel duyarlığı olanlar kavrıyor. Öyle ki sayfalar doldurulur şiir olmaz da yerini bulan bir ses iç titretir. Şiir seven cana kıymaz, şakıyan kuşları susturmaz, çiçeklerin gülen yüzünü soldurtmaz... Fotoğraf yarışmasına başvurular sürüyor 212 Photography Istanbul bu yıl 3. kez 8 18 Ekim ta rihlerinde dü zenlenecek. İstanbul’un 5 farklı mekânına yayı lacak 212 Pho tography Istan bul bünyesin Kim Knoppers de bir de fotoğ raf yarışması yapılacak. 5 bin Avro ödül lü yarışma için son başvuru tarihi 20 Eylül. Başvurular www.212photographyistanbul. com adresinden yapılabiliyor. Yarışma jürisinde ise tasarımcı Husse in Chalayan, fotoğraf dünyasının önemli kurumlarından olan Foam’ın küratörü Kim Knoppers, Avrupa’nın eski galerilerinden Photographers’ Gallery Direktörü Brett Ro gers, fotoğraf sanatçısı Ellen Kooi, Apertu re Magazine Editörü Brendan Embser, Öz yeğin Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölü mü öğretim üyesi Metin Çavuş yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle