22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 13 20 AĞUSTOS 2020 PERŞEMBE Onlar her zaman Hayvan figürlü obje bulundu Balatlar Yapı Topluluğu’nda 2010 yılında başlayan arkeolojik kazıların bu yılki bölümü devam ediyor. Bugüne kadar Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait eserlere ulaşılan kazıda bu yıl yapılacak kazı çalışmalarıyla yeni bulgulara ulaşılması hedefleniyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof. Dr. Gülgün Köroğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, bu yılki kazı çalışmaları sırasında uluslararası değeri olan bir objeye ulaştıklarını söyledi. Kazıda ilk kez hayvan figürlü obje bulduklarını, eserin benzerlerinin yurtdışında bazı müzelerde yer aldığını ve tarihsel açıdan çok önemli olduğunu vurgulayan Köroğlu, “Bu önemli eseri kilisenin apsis bölümünde bulduk. Tam net olmamakla birlikte tarihi geçmişi Orta Bizans dönemine kadar gidiyor” dedi. Bale topluluğunda koronavirüs Rusya’nin St. Petersburg kentinde dünyaca ünlü Mariinsky Tiyatrosunu’nun bale topluluğu 30 üyesinin koronaviruse yakalanması nedeniyle performansları iptal etti. Dansçılardan 3’ünün hastaneye kaldırıldığı, geri kalanının ise evde tedavi olduğu belirtildi. Koronavirüse yakalanan kişilerle temas halinde olan 300 dansçı, testleri negatif çıkmasına rağmen evlerinde kendilerini karantinaya aldı. her DPalknİaüBtıiofşlsBotlıiüu’lrmnamrşicltnseuaua,rkr’nnİdlosaauultrutnağ,nknuhdecbeaİanusmntltdiı’aeuşehnnmddabihalükuieonnlkrdeyKukuargüusueçlurtltaüuuipçrrlomıbdnSkeaedalokiyanrlealdibreçtuinirandlai.n yerde! Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanı seçilmeden önce açıkladığı projelerinden biriydi. Daha sonra da açıklamalarında hep üzerinde durdu: İstanbul’u dünya çapında bir kültür sanat kenti haline getirmek için kültür sanat platformu kur mak. Bu platformun bir de danışma kurulu oluşturuldu. Kurul üyeleri 24 Ağustos’ta ilk toplantılarını İmamoğlu ile bir YAZGÜLÜ araya gelerek yapacakALDOĞAN lar. Sonra tekrar ne zaman buluşurlar, buluşabilirler mi, biraz zor. Çünkü 11 kişilik kurulun İBB bürokratları dışındaki isimleri hayli ünlü, hayli meşgul, hayli gezegen kişiler. Moda deyimle “klişe isimler”; kültür sanat alanında “marka”, “ikon” olmuşlar. Deyim yerindeyse kültür sanat yarışmasında ilk üç soru içinde sorulabilirler. Bu kadar kolaycılığa kaçmadan, daha az tanınan, popüler kültür ve Instagram’ın değil de akademik dünyanın gizli değerlerini bulup çıkarsalardı daha iyi olmaz mıydı diye düşünmeden edemiyor insan. Tatlı dilli Bunları söylerken isimlerin çoğuyla dostluğumuz, birlikteliğimiz yok değil. Ama zaten onların hemen hepsi herkes tarafından biliniyor, seviliyor ve dostlar, birlikte olan insanlar! Mesela ünlülerin rehberi olarak başlayıp sonrasında yazdığı gezi yazıları ve kitaplarıyla ünlenen Saffet Emre Tonguç, mesela sunuculukla ünlenen tatlı dilli Yekta Kopan, mesela TV programlarıyla ünlenen sivri dilli Levent Erden, mesela UNESCO İyilik Elçisi sanatçı Mert Fırat, mesela akademisyen, sanat eleştirmeni, danışman, çok fonksiyonlu Hasan Bülent Kahraman! Bunlar niteliksiz, kötü insanlar mı? Tabii ki değil, ama hep mi onlar? Her yerde mi onlar? Tabii şimdi Ekrem Başkan diyecek ki “Kimi atasam tartışma çıkıyor!” Ve çok iyi biliyorum ki bu isimleri de o atamıyor, o birime bakan sorumluların Levent Erden Hasan Bülent Kahraman Saffet Emre Tonguç Yekta Kopan Mert Fırat seçimi. Ama seçim, sanki eş dost çevresinde yapılıverilmiş gibi duruyor. Özlem Ece Danışma kurulunun diğer üyeleri doğal olarak İBB bürokratları: İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Şengül Altan Arslan, İBB Kültür Daire Başkanı Hülya Muratlı. Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, sanat eleştirmeni, araştırmacı Rumeysa Kiger ve İKSV Kültür Politikaları Çalışma Direktörü Özlem Ece’nin seçimine söyleyecek sözüm yok. Rumeysa Kiger’in “Çok İyi İşler” diye bir mikro sanat yayını var ve çok izleniyor. Özlem Ece de, yine yıllardır çeşitli görevlerde izleyip takdir ettiğimiz, yerine cuk oturmuş, en doğru isimlerden biri. Yine ne varsa kadınlarda var diyelim! Renkli, kültürlü İBB Kültür Daire Başkanlığı, İstanbul’un çok renkli ve çokkültürlü yapısını kapsayan, kentin kültürsanat yaşamının bütün paydaşlarını temsilen katılımcıların yer aldığı İKSP Oluşum Çalıştayı’nı 5 Şubat’ta düzenlemiş ve İstanbul’daki kültür sanata dair kamu ve özel kurumların temsilcileri, akademisyenler, sanatçılar ve sivil toplum kuruluşlarının üyeleri katılmıştı. Sinemaseverler AçıkhavADA Büyükada’da AçıkhavADA Sinema, devam ediyor. “Vesikalı Yârim”, “Amélie”, “Çılgın Max: Öfkeli Yollar/Mad Max: Fury Road” filmleri, 20, 21, 22 Ağustos’ta Büyükada Tarihi Arabacılar Meydanı’nda izleyicilerle buluşacak. 22 Ağustos Cumartesi saat 21.00’de, “Çılgın Max: Öfkeli Yollar/Mad Max: Fury Road” filminin gösterimi, Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu’nun (FIPRESCI) başkanlığını üstlenen sinema yazarı Alin Taşçıyan’ın sunumuyla gerçekleşecek. CAZA DEVAM Caz festivali, 214 Eylül’de açık havada yapılacak. Festival, Selen Gülün Quintet feat. Sibel Köse & Ece Göksu konseri ile başlayacak. Parklarda Caz’ın ilki 5 Eylül Cumartesi günü Şişli Habitat Parkı’nda saat 17.30’da başlayacak. Akşamda festival sahnesi Saynur Eren Quartet, An Quartet, Güneş Özgeç ve Kam’ı ağırlayacak. Deneysel folk rock ve caz ekseninde gezinen Kam, grubun yıllardır devam eden birliktelikleriyle demlenen doğaçlamalarıyla tanınıyor. 5 Eylül günü festival izleyicilerinin parktaki müzik yolculuğu uzun sürecek; yeni nesil caz sahnesinin gelecek vadeden ekiplerinden Saynur Eren Quartet, caz standartlarından funk’a uzanan dörtlü An Quartet ve uyarlamalarıyla tanınıp kendine yeni bir yol çizen Güneş Özgeç de sahnede olacak. Festival programı şöyle: 4 Selen Gülün Quintet feat. Sibel Köse & Ece Göksu / 2 Eylül Çarşamba 21.30, Sultan Park Swissotel The Bosphorus, 4 Can Güngör 3 Eylül Perşembe 21.30, Swissotel The Bosphorus, 4 Baba Zula / Make Mama Proud 7 Eylül Pazartesi 20.00, Feriye, 4 Ayyuka / Pitohui / Yasak Helva 8 Eylül Salı, 18.30, Feriye, 4 Islandman /Tuğçe Şenoğul / Guguo – 9 Eylül Çarşamba, 18.30, Feriye, 4 Kardeş Türküler ve konuklar Tuluğ Tırpan & Elina Duni / Andalusia Trio – 10 Eylül Perşembe, 20.00, İstanbul Açıkhava Gösteri Merkezi Kuruçeşme, 4 Bilal Karaman’s MANOUCHE A LA TURCA feat. Muhammed Yıldırır & Rama Selen Gülün zan Sesler / Büşra Kayıkçı 11 Eylül Cuma, 20.00, İstanbul Açıkhava Gösteri Merkezi Kuruçeşme, 4 Jülide Özçelik / Bilge Günaydın Quintet “Daydream”14 Eylül Pazartesi, 20.00, The Marmara Esma Sultan Yalısı. Önce şiir vardı. Şimdi de var... Her zaman da olacak... Şiir dünyanın ilk, yeni binyılın zirvedeki küresel sanatı... Şimdilerde yeni binyılın getirdiği dijital olanaklarla şiir, yurtta ve dünyada hızla dolaşıyor. Dünyanın dört bir yanında şairler, şiir nöbeti tutuyor, şiir festivallerinde buluşuyor. Gerçi internet eşitsizliği yüzünden dünyanın yoksul ülkeleri belki bundan yeterince yararlanamıyor. Ama dijital aktivistler, bu sorunu aşarak onlara da ulaştırıyor. Şairler şiir anlayışlarını dile getiriyor, güne gündeme mühürlerini basıyor, şiirlerini okuyorlar, okutuyorlar, etkiliyorlar, etkileniyorlar; dünyanın bozulan doğasına, kirletilen iklimine, yiten enerjisine canlılık katıyor, hastaları iyileştiriyorlar. Dünya barışına katkıda bulunuyorlar. İşte bunlardan biri de Kritya Şiir Festivali... Şiir nasıl olmalı? Şiir neye denir? Birçok tanımı var diyen de vardır, tanımı yapılamaz diyen de. Belli dönemlerin belli şiir anlayışları çevresinde toplanan şairlerin bıraktıkları izler kalıcıdır. Silinmez, unutulmaz. Örneğin Ahmet Haşim’in tanımı da bunlardan biridir. Ahmet Haşim, Piyale’nin Önsöz’ünde şiiri şöyle tanımlar (Yusuf Çotuksöken’in günümüz diline ak Şiirle dünya yolculuğu... tardığı biçimiyle): “ ... şiir, toplum önderlerinin sözleri gibi, çeşitli yorumlara elverişli bir anlam genişliği taşımalı. Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça, her okuyan kendi yaşamında anlamını verebilir ve böylece şiir, şairlerle insanlar arasında ortak bir duygulanma dili olmak aşamasına erişebilir. En zengin, en derin ve en etkileyici şiir, herkesin istediği biçimde anlayacağı ve bundan dolayı sonsuz duyarlıkları kapsayabilecek bir genişlikte olandır.” Her şiir bir yolculuktur Behçet Necatigil’in deyimiyle “şiirimizin Uç Beyi” İlhan Berk, Ahmet Haşim’in ardılı değildir ama ondan da etkilenmiştir, onun gibi etkili sözleri, tanımları vardır. Şiiri “Ay’ın karanlık yüzüne vurmak” diye tanımlar. Deneme kitabı Poetika’da (YKY, 2001) şairleri “ilk coğrafyacılar” olarak anlatır: “Her şiir bir yolculuktur. Bunun için ilk coğrafyacılardır şairler” der. Şairler şimdilerde Uluslararası Kritya Şiir Festivali’nde İlhan Berk’in tanımıyla yolculuklarını seslendiriyor. Bunlardan biri gazetemiz yazarı, şair, arkadaşım Ataol Behramoğlu. İlki 2005’te yapılan festivale o, ilk kez 2012’de katılmış, 2017’de onur konuğu olmuş, bu yıl da şiirini 17 Ağustos’ta 1. sırada okudu. Programa göre, geçen pazartesi saat 14.00’te tüm dünya, YouTube üzerinden onun okuduğu “Bebeklerin Ulusu Yok” şiirini izledi/dinledi. Kritya Şiir Festivali ve Saxena Bu yıl videolarıyla Ataol Behramoğlu dışında Türkiye’den şair Yeşim Ağaoğlu “Büyük Patlama”, Ertuğrul Erdoğan “Sen Gittin Ya...”, Muhsine Arda “Günahkâr” adlı şiirleriyle katıldılar. (Şiirlerin hepsi de çok güzel. İnternetten bulup okuyabilirsiniz.) Festivale 3. kez katılan Yeşim Ağaoğlu’ndan öğrendim, festivalin kurucusu, yöneticisi Rati Saxena, şiirin “iyileştirici” gücü olduğuna inanıyormuş. Yeşim Ağaoğlu’nun da katıldığı 2010 festivalinde şairlerle hastane gezip birlikte hastalara şi irler okumuşlar. Hastalar sevinmiş, moral bulmuşlar. Ne güzel! Festival, gezici, çünkü Hindistan, 28 resmi dilin konuşulduğu 1 milyar 380 milyon nüfusu olan dev bir ülke. Festival de değişik mekânlarda yapılıyor. Kerala, “1930’ların sonundan beri Hindistan’ın tek Marksistkomünist eyaleti”ymiş. Özetle bu yıl festivale, 17 26 Ağustos günleri arasında 50’yi aşkın ülkeden 150 dolayında şair, çoğunluğu da video göndererek katılıyor. Herkes şiirini kendi dilinde okuyor, ayrıca İngilizce çevirisi de sunuluyor. Şair Rati Saxena’ya gelince... 11 şiir kitabı var. Türkçede ilk kez Barış Behramoğlu’nun çevirisiyle Değişiyor Zaman adlı kitabı Tekin Yayınevi tarafından yayımlanacakken koronavirüs salgını yüzünden ertelenmiş. Saxena’nın şiire “iyileştiren sanat” olarak bakması, şiire yeni bir anlam ve görev yüklemesi, geliştirilmeye değer bir düşünce. Bu nedenle şunu da diyebiliriz: Dünyayı kirlilikten, kötülükten, savaştan kurtarsa kurtarsa, ancak şiir kurtarır! Uluslararası Kritya Şiir Festivali bize bugünlerde güzel bir fırsat sunuyor. Online olarak izlemekte, anlamakta, anlatmakta yarar var. Şiirin kendisi yolculuk olsa da şiirle dünya yolculuğu yapmak da çok güzel değil mi? Amin Maalouf’u dinlerken... Ülkemizde de çok sevilen, çok okunan yazar Amin Maalouf, önceki akşam Habertürk kanalında, Kürşad Oğuz’un sorularını yanıtlıyordu. Beyrut’ta doğup büyüyen, uzun yıllar orada gazetecilik yapan, Lübnan asıllı Fransız vatandaşı Maalouf, Beyrut’taki patlama, Ortadoğu ve Arap ülkelerinin durumu, Lübnan’ın iç ve dış ilişkileri, geçmişe ve geleceğe ilişkin soruları yanıtlarken, birçok izleyici gibi ben de bir yandan kendi memleketimi düşünüyordum. Beni can evimden yakalayan Mustafa Kemal Atatürk hayranlığı... Boyun eğme kültürü... Yozlaşma... Cemaatler, tarikatlar... Kürşad Oğuz’u bu başarılı röportaj için kutluyorum. (İnternetten izleyebilirsiniz) Tümünü buraya sığdırmak olanaksız, ama işte kimi satırbaşları... Yozlaşma, yolsuzluk Beyrut’taki son patlamanın dehşet verici boyutlarını dillendirdikten sonra, henüz sorumlular açıklanmamış olsa da Amin Maalouf, “Yıllardır Lübnan’da pek çok şey kabul edilemez şekilde yönetiliyor. Yani ‘sorumlu bu’ demek gereksiz. Yıllardır bu ülkeyi yeteneksizlik, yozlaşma, rüşvet ve sorumsuzluk yönetiyor” diyor. Kim yolsuzluk yapıyor Lübnan’da? “Dini ve mezhepsel yapının büyük bölümüne hâkim bir yolsuzluk ve rüşvet sistemi var. Lübnanlılar kendilerini vatana ve millete bağlayan en güçlü bağın vatandaşlık değil, ‘klan’lar ve tarikatlar olduğunu düşünüyor ve öyle davranıyor.” Amin Maalouf’un “klan” dediğini biz cemaat diye okuyabilir miyiz acaba... “Ülkede yurttaş bilinci eksik. İnsanlar ülkenin ve toplumun menfaatlarından çok kendi menfaatlarını düşünüyor. Üstelik bu, çok kolay kabul de görüyor.” Nitelikli insan göçü “Tabii bunlar yozlaşmayı tamamen açıklamıyor. Çünkü yozlaşma da pek çok ülkede maalesef var. Ama Lübnan’da yozlaşmayı büyüten özel sebepler var ve artık kontrol edilemiyor. Bu yüzden sorunlar çözülemiyor... Ülkenin bu ekonomik yapısı ve sistemi sonsuza kadar süremez. Faizler inanılmaz, rekabet yok... Ülkem maalesef çok uzun zamandır kötü yönetiliyor.” Lübnan’daki potansiyeli, sosyal kalkınmada öncü olabileceğini, bir zamanlar kalifiye insan yapısına sahip olduğunu belirttikten sonra, o nitelikli insanların bugün Avrupa’da, Amerika’da, Avustralya’da çalıştıklarını vurguluyor: “Çünkü doğdukları ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik şartları çok bozuldu ve onlar dünyanın her yerine kaçmak zorunda kaldılar.” Hısım akraba kayırıcılığı Gençlik hareketinden, ülkenin karanlığa gömülmesine isyan eden gençlerden söz ediyor Maalouf: “Yozlaşmaya, rüşvete, nepotizme yani hısım akraba kayırıcılığına karşı haykırıyorlar; siyasal sistemin ve beceriksiz sorumluların değişmesini istiyorlar. Lübnan’da hâlâ, özellikle gençler arasında kendi rekabetçi yeteneklerini ülke için kullanmak isteyen çok kaliteli insanlar mevcut. Ülkeleri onlara bu imkânı vermediği için umutsuzlar. Bu son şokun insanları uyandırmasını ve ülkeyi yeniden inşa etmeye sebep olmasını ümit ediyorum.” Soruları yanıtlarken ülkede liyakatin hiç ama hiçbir önemi kalmadığını her fırsatta yeniliyor Amin Maalouf... Dini aidiyetler sistemi Lübnan’daki yönetim sistemine ilişkin söyledikleri şöyle: “Bütün cemaat ve tarikatların yönetimde temsil edilmesinin sağlanması tabii ki meşru ve iyi ama bana göre demokrasi bu değil. 20’den fazla topluluk ve cemaat var ve bunların her birinin kendi tarihi, kültürü, yolu, kendi korkuları var. Hepsinin kendini Lübnan vatanına ait hissetmesini sağlamak gerekiyordu.” Ancak bunun yerine her cemaate bir kota verilmiş. Bunun sonucu şöyle: “Bütün mevkilerin cemaat liderlerine ait olduğu donmuş, kilitlenmiş bir yapıya dönüştü. Ülke, cemaat liderlerinin koalisyonuna dönüştü. Demokrasi bu değil.” “Bir yere adam alınırken artık yeteneğe ve liyakate bakılmıyor, o kişinin hangi cemaat veya tarikata bağlı olduğuna bakılıyor. Üstelik o cemaatte bile o göreve en layık ve yetenekli olan değil, cemaat şefiyle en yakın siyasi ve dini ilişkisi olan seçiliyor. Bu, demokrasinin çöküşü demek.” Amin Maalouf’u dinlerken gözyaşlarımı tutamıyorum... Acaba neden (!)...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle