25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 gorus@cumhuriyet.com.tr 29 HAZİRAN 2019 PAZARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERHAN EREN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER KÖİ sözleşmeleri ve bütçe hakkının gaspı PROF. DR. DURAN BÜLBÜL Bütçe hakkı, günümüz demokrasisinin en önemli kilometre taşlarından biridir. Yeni vergiler koymak isteyen Kral John’a karşı çıkan yerel soylular arasında 1215 yılında imzalanan Magna Carta ile ilk defa kralın, sınırsız kabul edilen vergi koyma yetkisi sınırlanmıştır. 1769 yılında ise, kralın ancak parlamento onayı ile vergi koyabileceği hüküm altına alınmıştır. Fransız Devrimi ile demokratik merkezî devlet kavramı önem kazanmış ve devletler teker teker meclis onayıyla kabul edilen bütçenin uygulanmasına geçmiştir. Bu tarihsel olaylardaki amaç, kralın hesap vermeksizin, keyfi vergi toplamasını ve harcama yapmasını engellemektir. Magna Carta’nın öncesine dönüş. Bütçe hakkının en temel tanımı devletin tüm gelir ve harcamalarının, halkın temsilcilerine sunulması, uygun görülürse onaylanması ve devlet organlarının bu bütçenin çizdiği sınırlar içinde gelir toplaması ve harcama yapmasıdır. Uygulanan bütçe ise, ertesi yıl kesin hesap kanunu olarak yine halkın temsilcilerinin önüne gelir ve incelendikten sonra onaylanır. Ülkemizdeki uygulamada ise, bütçe süreçleri halk temsilcilerinden bilgi saklama çabasına dönüşmüştür. TBMM çatısın altında Plan Bütçe Komisyonunda yapılan görüşmeler, bakanların soruları geçiştirildiği ve sadece rakamların okunduğu görüşmelerden öteye geçememektedir. Genel Kuruldaki bütçe görüşmeleri ise parmak indirip kaldırmaktan ibaret hale gelmiştir. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) sözleşmeleri özelinde bakıldığında ise, İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkede KÖİ sözleşmeleri terk edilmekte, yeni ihaleler yapılmamakta ve eski sözleşmeler yüksek tazminatlar nedeniyle iptal edilememekte, bitmesi beklenmektedir. Bunun en temel sebebi, maliyetlerin yüksekliğidir. Devletin kendi yapması halinde uzun vadede daha ucuza maledilecek projeler, maliyetin uzun yıllara yayılması hayali ile özel sektöre yapılmış ancak uzun vadede bu maliyetler katlandıkça katlanmış ve sürdürülemez hale gelmiştir. Cumhurbaşkanlığınca yayımlanan Kamu Özel İşbirliği Raporu – 2018 isimli raporun altıncı sayfasında, tüm dünyada imzalanan KÖİ proje sayı ve tutarının 2012 yılında zirve yaptıktan sonra, 2018 yılında neredeyse %70 oranında azaldığı, yani dünya ülkelerinin bu KÖİ projeleri demokratik sistemi sadece bütçe hakkı açısından değil, siyasi sorumluluk açısından da zedelemektedir çünkü KÖİ projelerinin siyasi faturasını sözleşmeyi imzalayanlar değil, borç yükü sürdürülemez hale gelince iktidarda olanlar ödemektedir. 2020 yılı yatırım programında devlet hastanes yatak mal yet (TL) 2020 yılı yatırım programında şeh r hastanes yatak mal yet (TL) Şeh r Hastaneler projes toplam yatak sayısı 2020 yılı f yatları le şeh r hastaneler n n yıllık toplam yatak mal yet (TL) 600.000 981.044 42.103 41.304.895.532 25 yıllık mal yet (TL) (%12 enflasyon varsayımı le) 5.507.341.573.513 25 yıl boyunca ödenen tutarın USD karşılığı 790.149.436.659 Şeh r hastaneler ne ödenen yıllık tutar le her yıl yapılab lecek devlet hastanes yatak sayısı 68.841 KÖİ KAPSAMINDA YAPILAN 24 ŞEHİR HASTANESİNİN ÜLKEMİZE MALİYETİ modeli artık terk ettiği açıkça görülmektedir. 2019 yılı bütçe görüşmelerinde sağ lık bakanı, şehir hastanelerinin artık KÖİ modeli ile değil, devlet tarafından yapılacağını açıklamıştı. Bu açıklama, KÖİ modelinin ne kadar yanlış olduğunun itirafıydı aynı zamanda. Bu itirafa rağmen mevcut sözleşmelerin iptali ile ilgili olarak bir adım atılmadı. Dolayısıyla, devletin hatalı olduğunu kabul ettiği bir model halen uygulanmaya devam ediyor. Tam bir sır perdesi Şehir hastaneleri, köprü, otoyol ve havalimanları başta olmak üzere pek çok proje ile akıllara kazınan (KÖİ) sözleşmeleri kamuoyu için tam bir sır perdesi. Sadece adı tam olarak bilinen bu projeler ile ilgili olarak geri kalan neredeyse hiçbir bilgi kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Hâlbuki bu sözleşmeler ile bütçeden şirketlere 25 yıla kadar sürelerle ödeme taahhüdü veriliyor ve sözleşme fesih hakkı, yüksek tazminatlar nedeniyle, neredeyse kullanılamaz hale getiriliyor. Böylece, kimsenin bilmediği sözleşmelerle, halkın cebinden şirkete ödenen tutarlarla ilgili olarak TBMM’ye ve kamuoyuna bilgi verilmeden ödemeler yapılmaya devam ediliyor. KÖİ projeleri demokratik sistemi sadece bütçe hakkı açısından değil, siyasi sorumluluk açısından da zedelemektedir çünkü KÖİ projelerinin siyasi faturasını sözleşmeyi imzalayanlar değil, borç yükü sürdürülemez hale gelince iktidarda olanlar ödemektedir. Bugün imzalanan 25 yıllık bir sözleşmeden kaynaklanan yüksek tutarlar, kartopu gibi bütçe üzerinde giderek artan bir yük oluşturmaktadır. Bu yük artık sürdürülemez hale gelince de ülkenin borç krizi yaşaması kaçınılmaz hale gelmekte ve bunun faturasını o anda iktidarda olan siyasiler ödememektedir. KOİ’nin sonuçları hesaplanmalı KÖİ sözleşmelerinin, ülkemiz mevzuatına göre, bütçeye imtiyaz sözleşmesi ya da finansal kiralama sözleşmesi olarak kaydedilmesi gerekmektedir. Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 24 ve 25’inci maddeleri, bu sözleşmelerin detaylarının bilanço dipnotlarında gösterilmesini emretmektedir. Kamu özel işbirliği sözleşmesi imzalayan Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü Devlet Hava Meydanları İşletmesi ve Savunma Sanayisi Başkanlığı bilançolarında KÖİ sözleşme bilgilerine en ufak yer verilmemiştir. Yönetmelik hükmüne aykırı bir şekilde KÖİ sözleşme detaylarını paylaşmayan bu kurum yöneticileri hakkında gereği yapılmalı ve hızlı bir şekilde bu bilgiler kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Ayrıca şeffaf bir ülkede olması gerektiği gibi, KÖİ sözleşmelerinin tüm ödeme detayları, garanti şartları ve tutarları ile fesih şartları da açıklanarak bunların bütçe üzerinde yarattığı yükler hesaplanmalıdır. Sonuç olarak, mega projeler olarak adlandırılan ve her fırsatta reklamı yapılan işlerin, bütçeye maliyetinin bilinmediği bir ülkede bütçe hakkından bahsetmek mümkün değildir. Hayat bizi sosyal devlete çağırıyor GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ CHP HALKLA İLIŞKILERDEN SORUMLU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI Covid19 salgını ile birlikte milyonlarca insanın yalnız sağlığının değil ekonomik hayatının da tehdit altında olduğu bir döneme girdik. Salgın, piyasanın insafına terkedilmiş sağlık sistemi başta olmak üzere, gelir dağılımındaki devasa boyutlara ulaşan adaletsizliği, sosyal güvenlik sistemlerinin yetersizliğini, işsizliği ve işsizliğin yol açtığı sosyal yıkımı, kısaca mevcut ekonomik sistemi daha fazla sorgulatır hale getirdi. Milyonlar, neoliberal politikaların yıkıcı etkisini bu dönemde çok daha yakıcı bir biçimde hissetti. Dünyanın salgın sonrasında siyasi ve ekonomik olarak yeni bir hal alacağı konusunda geniş bir mutabakat söz konusu. Önümüzde iki seçenek var; Ya eşitlikten, özgürlükten, dayanışmadan yana bir hayat kuracağız ya da Covid19 sırasında kaçınılmaz olarak devreye sokulan sıkı denetim politikalarını sürekli hale getirerek daha yoksul ve daha baskıcı bir dünya yaratacaklar. Eşitsizlikler büyüyor Covid19, dünyanın ekonomik krizlerle test edildiği, eşitsizliklerin büyüdüğü, Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasındaki sosyal adalet makasının giderek açıldığı bir dönemde kapımızı çaldı. 1980’lerin başından itibaren, devleti küçültmek, kamu iktisadi teşekkürlerini özelleştirmek, sermaye hareketlerini serbest bırakmak ve kuralsız bir piyasa hakimiyetini sağlamak üzerine kurulan neoliberal politikalar, daha fazla işsiz, daha fazla yoksul, daha fazla eşitsizlik üretmişti. Uygulamaya konulan esnek istihdam modelleri ile sendikalar zayıflatılmış, örgütlü hak arama mücadeleleri neredeyse tarihe karışmış, çalışan sınıflar savunmasız bırakılmıştı. Parayla alınamaz bir temel hak olan sağlık, Covid19 var olan çelişkileri daha da derinleştirdi. Sosyal devletin ne denli önemli, insanlar için vaz geçilmez bir hak olduğu belirgin olarak ortaya çıkardı. Ortaya çıkan bir başka şey de neoliberalizmle birlikte hayatımızı belirleyen “her insan kendi bacağından asılır” anlayışının aslında ne kadar geçersiz olduğuydu. özelleştirmelerle parası olanın daha fazla yararlanabildiği bir sisteme dönüştürülmüştü. Devletin güvencesi altında olması gereken parasız ve bilimsel eğitim özelleştirmelerle eşitsizlikleri ve “paran kadar hizmet” dönemi sosyal adaletsizlikleri büyütmüştü. “Bu böyle gitmez” endişesi Yalnız emekçiler, işsizler ve yoksullar değil dünyanın en zenginleri bile sorgular olmuştu sistemi. Bu yılın başında Davos’ta 50’ncisi gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’na “Bu böyle gitmez” endişesi hakimdi. Çelişkiler derinleşti Covid19 var olan çelişkileri daha da derinleştirdi ve bir sosyal devletin ne denli önemli, insanlar için vaz geçilmez bir hak olduğu belirgin olarak ortaya çıktı. Ortaya çıkan bir başka şey de neoliberalizmle birlikte hayatımızı belirleyen “her insan kendi bacağından asılır” anlayışının aslında ne kadar geçersiz olduğuydu. Milyonların işsizlik, yoksulluk ve açlıkla imtihan edildiği bu dönem dayanışmacı, ötekini koruyup kollayıcı bir yaşam tarzının insan doğasına daha uygun olduğunu gösterdi. ILO uyarıyor Uluslararası Çalışma Örgütü ILO, COVID19’un yarattığı ekonomik krizin, yaklaşık 25 milyon yeni işsiz daha yaratacağını öngördü. Ve bu çapta bir küresel işsizliğin, başta çalışanlar olmak üzere, korumasız ve düşük ücretli işlerde çalışanları, yaşlıları, sosyal güvencesi olmayanları ve kadınları derinden etkileyeceğine dikkat çekti. Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Para Fonu IMF Başkanı Kristalina Greogieva, salgının toplumlun en savunmasız kesimlerini daha çok etkilediğini belirten bir yazı kaleme alarak “100 milyona yakın kişi aşırı yoksulluğa düşebilir” uyarısı yaptı. Greogieva, bu salgının gelir eşitsizliğinde önemli bir artışa neden olacağını da açıkladı. Türkiye’de 8 milyon işsiz Türkiye’de kurmaca istatistiklerle desteklenen pembe bir tablo çizilmesi gerçeği değiştirmiyor ne yazık ki. Gelecek bize huzur da refah da vadetmiyor. İşsizlik ve beraberinde gelen yoksulluk ekonomik bir problem olmaktan çıkıp sosyal bir problem haline geliyor. Avrupa İstatistik Kurumu’nun (EUROSTAT) 2019 verilerine göre Türkiye zaten gelir düzeyi adaletsizliğinde Avrupa’da ikinci sırada yer alıyor. DİSK Araştırma Merkezi DİSKAR’ın “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu”, şubat ayında geniş tanımlı işsizlik sayısının 8 milyon 427 bin olarak ölçüldüğünü bildiriyor. Raporda ümidini kaybeden işsiz sayısının bir önceki yıla göre 486 bin artarak 1 milyon 107 bine yükseldiğine dikkat çekiliyor. İnsan onuruna yaraşır bir hayat Kapitalizmin mevcut haliyle sürdürülebilir olmadığı aşikar. Şimdi geleceği eşitlikten, özgürlükten, sosyal adaletten, dayanışmadan yana şekillendirmek isteyenlerin, insan emeğinin ve alın terinin sömürülmediği, insanın barınma, sağlık, eğitim, çalışma hakkı başta olmak üzere temel ihtiyaçlarının güvence altına alındığı güçlü bir sosyal devletin inşası için el ele vermesi gerekiyor. Yaşam bizi yoksulluğu ve toplumsal dışlanmayı engelleyen, herkesin insan onuruna yaraşır biçimde yaşadığı sosyal bir devlete çağırıyor. Anayasa bir kere daha delinirse... Geçen hafta önemli bir yazı dizisine başladık.. Türkiye’nin önde gelen anayasa hukukçuları, Cumhuriyet’e yönelik baskıyı değerlendirdikleri yazılarında “Anayasa ihlal ediliyor mu” sorusunun yanıtını verdiler... Basın İlan Kurumu, 1950’li yıllarda resmi ilanların iktidarı destekleyen gazetelere verilmesindeki adaletsizliğe bir tepki olarak 1961’de kanunla kuruldu, ancak bugün o kuruluş felsefesinden hızla uzaklaştığını görüyoruz. Öyle bir hale geldi ki Basın İlan Kurumu’nun gazetemize, BirGün’e, Evrensel’e ver uuum(GBGz(sAÜkumtA(taasÖauCReeuAüinyaaşnnnlPeıtknueznaynklzHBaurtekC(myDaSgsaaayBoaEaianlDyaUö)iaşamashTfnnSsaımkiusku).rzşrüuadesadaeimkDYruÖriraonSkİHaaimsHürTBarUırakznYUtH.)ueücunauaedboızİakuğu)tebrşıkknune,iğuvekkuukhulrbTPnen(kulaar(r(ku(EBuiuKrEPİrk)nEhuz((PsolMsuMa(rEsmıuiAUk)BomİkofUknssMiuU.kiuzaiyitPkfazTrAmDğtarA.zKirmdrBBoANaamnlADİoradaHaMoans.nzaubbnfranaurMğKBna.M.ruo(a(loınei)yYaloAıSDBly)usığASartu)BaBürvaauruoaslk(.lruauaBhşsuaYagPsvBuFkarTşkaenuocaıHr(aaatktaKukyAoMıraaşsnz(BsotüaKrglEkufnny,ıııgana)sml)aBı.asİtaıhYşuaıBS)OnuDk)anayikkmİtsaauiaytıaran)eyPYDşğu.dKsenuOoMakmeHalmaoaıartarn)nknetieğmHnkuitıuhşslıua)uri diği cezalar doğrudan ba * Hukukçular, soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır. sın özgürlüğünü etkileme ye, yurttaşın haber alma hakkını kısıtlamaya başladı. İktidarı eleştiren televizyonların RTÜK’ten aldığı ağır cezalar basına yönelik baskının bir başka boyutunu oluşturuyor... Biz bir kez daha tarihe not düşelim... İngiltere’nin ünlü Oxford Üniversitesi’ne bağlı olarak, dünya basını üzerinde araştırmalar yapan Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü’nce “Türkiye’nin en güvenilir gazetesi” gösterilen Cumhuriyet bugün büyük bir baskı altındadır... Basın İlan Kurumu, 1 Haziran 2020 tarihinde gazetemize yönelik resmi ilan ve reklamların bu kez 17 gün süre ile her 34 kişiden birisinin oyunu alan ana muhalefet partisi CHP’nin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun kamuoyuna yönelik açıklamasını manşetine taşımış!.. Suçumuz büyük!.. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun şikâyetçi olmuş, Basın İlan Kurumu da faturayı kesmiş!.. Cumhuriyet bir “çardakşömine yıkım haberi” yaptı, yer yerinden oynadı. Ülkenin ana muhalefet partisinin İstanbul İl Başkanı konuyla ilgili açıklama yapmış. Sahi!.. Ne yapacaktık? Ülkeyi yönetmeye talip mu kesilmesine karar verdi. İlan halefet partisinin İstanbul İl kesme cezası toplam 88 gü Başkanı’nın kamuoyuna yöne ne ulaştı. Hukukçularımız bu lik yaptığı açıklamayı görmez karara da itiraz etti, sonucunu den mi gelecektik? “Kaftan bekliyoruz... cıoğlu açıklamasında Fahret Peki... “17 günlük resmi ilan tin Altun’u eleştirmiş, ayıp et ve reklam kesme cezası uygu miş” diyerek o cümlelere san lanan haberin içeriği nedir?” sür mü uygulayacaktık!.. diye merak ettiyseniz hemen Cumhuriyet belgelere da açıklayayım... yanan haberlerine korkmadan 15 Nisan 2020 tarihinde devam ediyor, devam ede Cumhuriyet, “CHP: Dolandı cek. Türkiye’nin önemli anaya rıcılık” manşetiyle çıktı. Cum sa hukukçularının seri yazıları huriyet ne yapmış? Bu ülkede bu hafta da sürecek... HIÇBIRINIZ MASUM DEĞILSINIZ!.. Şu Sivas’ın elinde 33 aydınımızı diri diri yakmalarının üzerinden koca 27 yıl geçmiş!.. Bu hafta Madımak katliamında yaşamını yitirenleri gazetemizin sayfalarında yazılar, haberler, yazı dizimizle anacağız... 1993’ün 2 Temmuz’unda Sivas’ta insanlarımız diri diri yakılırken bu ülkenin tüm insanları bir şeyler yapabilirdik!.. Bir şey yapabilseydik Gazi’de insanlarımız ölmezdi!.. Eğer bir şeyler yapabilseydik Gezi’de çocuklarımız ölmezdi!.. Eğer bir şey yapabilseydik Soma’da 301 madencimiz göz göre göre ölmezdi!.. Yapmadık, yapamadık!.. Sonra ne mi oldu!.. Bir cemaat ülkeyi ele geçirdi... Sandıkta halkın oylarıyla iktidar olan parti, koskoca ülkeyi bir cemaate teslim etti... Öyle böyle değil... Yargısını, ordusunu, Emniyet’ini, eğitimini... Daha sonra ne mi oldu!.. Ülkeyi ele geçiren cemaat, ülkeyi teslim aldığı iktidara darbe yapmak istedi... Laik, demokratik Cumhuriyetin simge si Gazi Meclis’i bombaladı!.. Ve düşünebiliyor musunuz!.. 2020 yılında bu ülkenin topraklarındaki bir yerel gazete, Madımak Oteli’nde 33 aydın ve yazarın katledilmesi davasında aldığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından affedilen Ahmet Turan Kılıç’ı “Hoş Geldin Ahmet Dede” manşetiyle karşıladı. Manşeti atan gazetenin sahibi AKP’den milletvekili olmak için aday adayı olan bir isimdi!.. Daha birkaç gün önce... Şimdilerde Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi olan Bülent Arınç, FETÖ’yü kastederek “Kendilerini bu kadar gizleyen çok kötü, çok hesaplı bir örgütle karşı karşıyayız. İnsanlar bir yönüyle eğitime, bir yönüyle maneviyatına bakarak bunlara inandılar. Bunların karanlık yüzlerini maalesef çoğumuz göremedik. Masum değiliz hiçbirimiz” açıklamasını yaptı... Evet.. Doğru söylüyorsunuz!.. Hiçbiriniz masum değilsiniz!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle