23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 27 HAZİRAN 2020 CUMARTESİ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN DİZİ 4 TÜRKIYE’NIN ÖNDE GELEN HUKUKÇULARI CUMHURIYET’E VERILEN CEZALARI DEĞERLENDIRIYOR Nefessiz bırakma girişimi! TURGUT KAZAN ESKI İSTANBUL BAROSU BAŞKANI Neredeyse halkın haber alma hakkını engelleyici ve ifade özgürlüğünü/eleştiriyi tümden yasaklayıcı bir çizgi izleniyor. Üstelik ilan kesme süresi olarak da kesinlikle ayrımcı ve öldürücü davranılıyor. Bugün pek bilinmez ama Basın İlan Kurumu (BİK), kaynağını anayasadan alan (md.29) ve gerçek gazeteciliği desteklemek amacıyla oluşturulan bir kurumdur. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 29.12.2011 günlü (2011/177) kararında aynen bu değerlendirme yapılıyor. Önce sürekli yayınların devlet imkânlarından eşitlik ilkesine uygun yararlanmaları gerektiği vurgulanıyor. Ve devamında, BİK’e tanınan yetkilerin “yayın özgürlüğünü engelleyici olamayacağının” altı çiziliyor. Sonra, yine AYM’nin 16.01.2020 gün ve 2016/73997 başvuru sayılı kararında, “BİK’e verilen resmi ilanları kesme yetkisi kullanılırken dikkatli bir değerlendirme yapılması, basın özgürlüğü ile kamu düzeni arasında denge kurulması gerektiği dile getiriliyor. AYM’nin 09.01.2020 gün ve 2016/5653 başvuru sayılı kararında da “basın özgürlüğünün tesisinde ekonomik imkânların bulunması/sağlanması koşuluna” vurgu yapılıyor. Ve BİK’e tanınan reklam kesme yetkisinin bir yaptırım değil, etik açıdan niteliği artırmaya yönelik düzenleme olduğu, bu nedenle denge kriterinin çok sıkı şekilde uygulanması, anılan müdahale biçiminin son çare olarak görülmesi hayati önem taşımaktadır deniliyor. Aslolan korunmasını sağlamak Ayrıca, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin (Y4HD) “Yasa yararına bozma” başvurusu üzerine verdiği 03.07.2018 gün ve 2018/5254 sayılı kararında da aynı yaklaşımın paylaşıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanı’nın şikâyetçi olduğu, “İftar Yemeği” haberi nedeniyle Sözcü gazetesine verilen 5 gün ilan kesme kararına itiraz edilmiş. Bu itirazı hakem sıfatıyla inceleyen asliye hukuk mahkemesi, “haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı, eleştiri niteliği taşıdığı, hakaret kastı olmadığı” gerekçesiyle, “Sözcü gaze tesine verilen resmi ilan ve reklamların 5 gün süreyle kesilmesi” kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Adalet Bakanlığı, bu kararın yasa yararına bozulmasını isteyince Yargıtay Başsavcılığı, sorunu Yargıtay’a taşımış. Ve Y4HD, AİHM’nin ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarına atıfla “bir siyasetçi özel şahıstan farklı olarak, her sözünü/eylemini halkın yakın denetimine açar” değerlendirmesi yaparak, ilan ve reklamların 5 gün süreyle kesilmesi kararının hukuka aykırı olduğu sonucuna vararak, yasa yararına bozma isteğini reddetmiştir. İşte BİK’e tanınan yetki konusundaki hukuksal durum budur. Aslolan haber, düşünce, eleştiri ve görüşlerin yayımlanmasını engellemek değil, korunmasını sağlamaktır. Böyle bir yapı bağımsız davranamaz Oysa, özellikle son günlerdeki BİK kararlarında, bu hukuksal temele hiç uyulmadığı apaçık anlaşılıyor. Neredeyse halkın haber alma hakkını engelleyici ve ifade özgürlüğünü/eleştiriyi tümden yasaklayıcı bir çizgi izleniyor. Üstelik, ilan kesme süresi olarak da, kesinlikle ayrımcı ve öldürücü davranılıyor. Örneğin, ağza alınmayacak kadar çirkin, düzeysiz, küfür dolu yayın için AKİT gazetesine 3 gün ilan kesme, o sözlerden yalnız birini başlık yapan Cumhuriyet gazetesine 17 gün ve “Boğaz’da Kaçak Var” haberi nedeniyle Fahrettin Altun’un şikâyetlerinden birine 35 gün, diğerine 17 gün ilan kesme kararı veriliyor. Basına yansıyan haberlere göre, SÖZCÜ gazetesi ve KORKUSUZ gazetesine 22 gün, 19 gün ilan kesme kararı verildiğini öğreniyoruz. Böyle bir uygulamanın bırakalım denge arayışını, belli bazı gazeteleri nefessiz bırakıp susturma/öldürme girişimi olduğu açıktır. Zaten BİK Genel Kurulu’nun oluşumuna baktığımız zaman, bu uygulamanın nedeni kolayca anlaşılıyor. Bir kere büyük çoğunluğu Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Kurul üç gruptan oluşuyor. Örneğin, Hazine Bakanı’nın kardeşi Sabah gazetesi adına, RTÜK Başkanı hükümet adına orada. RTÜK Genel Müdür Yardımcısı yönetim kurulunda. Ayrıca ve asıl önemlisi, BİK, 2018 kararnamesiyle Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlanmış. Yani, Fahrettin Altun BİK’i denetleyen kurumun başkanı. Ve dahası var BİK Yönetim Kurulu başkanı olarak, İlan kesme kararı verecek kurulun başkanı Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı, İletişim Başkanlığı başkan yardımcısıdır. Kendisi ilan kesme kararı verecek kurulun başkanıdır. Elbet, böyle bir yapının bağımsız davaranabilmesi ve halkın haber alma hakkıyla, ifade/eleştiri özgürlüğünü koruyucu olabilmesi mümkün değildir. Nitekim, Boğaz’da kaçak haberleri için, Fahrettin Altun’un şikâyeti üzerine 35 gün/17 gün ilan kesme kararı verilebilmesi, böyle bir yapının eseridir. Dolayısıyla halkın haber alma hakkını, ifade ve eleştiri özgürlüğünü yaşanır kılabilmek ve gazetelerle/gazetecileri koruyabilmek için bu yapının değiştirilmesi temel bir demokrasi sorunudur. YARIN: PROF. DR. HIKMET SAMI TÜRK ESKI ADALET BAKANI RTÜK’ÜN CHP KONTENJANINDAN SEÇILEN ÜYESI OKAN KONURALP: Bunun adı nepotizm bağımlılığı n RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in Halkbank yönetimine atanmasıyla başlayalım isterim. Bildiğim kadarıyla yasa önceden buna izin vermiyordu, ya şimdi? RTÜK Kanunu’nun 38. maddesi, üst kurul üyelerinin çalışma koşullarına ilişkin esasları belirliyor. Bu maddeye göre, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümleri saklı kalmak koşuluyla ve asli görevlerini aksatmayan bilimsel amaçlı İPEK eser hazırlama, ders ve konferans verÖZBEY me gibi görevler hariç resmi ve özel ni telikte hiçbir görev alamıyorlardı. Ancak 375 sayılı KHK’nın 2013 tarihli bir ek maddesiyle işler değişiyor. RTÜK’ün de aralarında bulunduğu düzenleyici ve denetleyici kurumların üyelerine, kendi mevzuatlarına bağlı olmaksızın kamuya ait kurumlarda görev almalarının önü açılıyor. RTÜK Başkanı Sayın Ebubekir Şahin’in banka yönetim kurulu üyeliği bu KHK çerçevesinde. “Yasal” denilen, böyle bir siyasi düzenleme aslında. Ancak mevzuata uygunluk, bu tür görevlendirmeleri kamu vicdanı açısından her zaman doğru kılmıyor. Örneğin kamu bankalarının televizyon reklamlarındaki payı, medya sahiplerinin de kamu bankalarıyla aralarındaki kredi ilişkileri düşünüldüğünde alınacak kararlarda Sayın Şahin’in söz sahibi olacak olmasını sorunlu görüyorum. İşin teknik çerçevesi bu. Asıl soru ise “Neden eski bakanlar, eski belediye başkanları, eski olimpiyat şampiyonları, düzenleyici ve denetleyici kurumların üyeleri banka yönetim kurulu üyeliğine getirilir?” Yaşananlar yönetim krizi n Sizce? Liyakat, sadece “işin ehline verilmesi” değildir. Çünkü liyakat görevlendiren kişiyle birlikte, görevlendirilen kişiye de sorumluluk yükler. Örneğin, biri sizi ek bir makama atamak istiyor. Siz, “Bulunduğum makam benim için yeterlidir” diyorsanız bir liyakat örneği göstermiş olursunuz. Ya da “Ben uzun yıllar devlete bakanlık yaptım. Bu türden üyeliklere gerek yok. Teşekkür ederim” demeniz de bir liyakat göstergesidir. Sizi kim nereye atamak istiyor olursa olsun... Ben tüm yaşananları bir yönetim krizi olarak görüyorum. Sadece atanan kişiye bir ek gelir ya da yeni bir makam sağlamak için değil, bu görevlendirmeler. Sadece bir gazeteci olarak değil bir sosyolog olarak da söyleyebileceğim, “nepotizm” yani kayırmacılık siyasi iktidarı esir almış görünüyor. Elbette her dönemin kendi içinde bir “kayırmacılık” anlayışı vardı. Mevcut siyasi iktidar da uzun süre benzer adımları attı. Kendi kadrolarından isimleri, liyakatli, liyakatsiz uygun gördüğü yerlere atadı. Ancak şimdiki durum farklı. Yani, sadece kayırmacılık niyetiyle n RTÜK ve Basın İlan Kurumu eliyle yeni bir medya dili yazıldığını HER EV HABER söyleyebilir miyiz? Bazı yayın kuruluşlarına ağır BÜLTENINE DÖNER yaptırımlar uygulanıyor, ilan hakları kesiliyor, gazeteciler hapse atılıyor. Sanılıyor ki doğru söyleyen ler susturulduğunda hâkimiyet oluşacak. Sorun her şeye rağmen gazetecilik yapma ya çalışanların olması değil, ülkede bir kü çük azınlık dışında gazetecilik yapılmıyor oluşu. Bunun üzerinden bir hakimiyet ala nı yaratılamaz. Hâlâ birileri, her türlü baskı ya rağmen gazetecilik yapmaya çalışıyor sa orada “Basın özgürlüğü kalmamıştır” de mek yanlış olur. Her şeye rağmen özgürlü ğünü savunan, bunu da haberleriyle, duruş larıyla ortaya koyan gazeteciler, basın ku ruluşları olduğunu unutmamak lazım. Ör neğin Cumhuriyet, BirGün, Evrensel, Söz cü, Karar, Milli Gazete ve diğerleri bu çile yi neden çekiyor? Bakın, sosyal medya ara cılığıyla da olsa onlarca isim son derece ni telikli gazetecilik örnekleri sergiliyor, basın özgürlüğünü savunuyorlar. Özgürlük ala nı küçüldü mü, küçüldü ama yeniden büyür. Büyüyor da zaten. Tüm yayın organları bas kı altına alındığında masalarımızdaki sohbe ti ne yapacaksınız? Bir annenin, işsiz çocu ğu ile işsiz kocasını buluşturduğu yemek masasındaki sohbeti ne yapacaksınız? İşten atılan bir gencin, işsiz bir başka gençle soh betini ne yapacaksınız? Her ev birer haber bültenine döner, döndü de zaten. NECATİ SAVAŞ Okan Konuralp yapılmıyor; bir noktadan sonra kayırmacılığın esiri olunduğu için de bu adımlar atılıyor. Mevcut yönetim sistemi de bu karşılıklı bir bağımlılık ilişkisini güçlendirdi. Bir nevi “nepotizm bağımlılığı” ile karşı karşıyayız. Rekabet ve kıskançlık var n Nasıl bir bağımlılık bu? Kayırılan kişiler, daha çok kayırılmak, daha çok ayrıcalık sahibi olmak istiyor. Olanla yetinilmiyor, yetinilemiyor. Kayıran irade de daha önce kayırdığı kişiler dışında yeni bir ilişki kurmak istemiyor. Yani birbirlerine karşı o kadar ciddi güvensizlik oluştu ki, eldeki makamların önemli bölümü dar bir kadro için kullanılıyor. Elbette, “Yüzde 50 artı 1” de önemli bir etken olsa gerek. Nihayetinde tek bir oyun dahi önemli olduğu bir sistem. Haliyle, herkes önemli ama bazıları daha önemli. Sonuç olarak da içe doğru bükülen bir kayırmacılık yaşanıyor. Kayırmacılık bağımlılığı... Yapmadan edemiyor. Kamuoyuna yansımasa bile özellikle siyasi iktidar çevrelerinde de bu türden atamalara yönelik tepki var. Kimi tepkiler “O kayırılıyor da ben neden kayırılmıyorum” düzeyinde. Yani rekabet ve kıskançlık var. Ancak tepkilerin hatırı sayılır bir bölümü, “Bu türden atamalar doğru değil” şeklinde. n Peki, siyasi iktidarı destekleyen medya açısından tabloyu liyakat ve kayırmacılık açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Kamuoyu oluşturmakta eski maharetleri yok. Bu tespiti yalnızca konuyla ilgili çalışmalar yürütenler söylemiyor, kendileri de itiraf ediyorlar. Siyasi iktidarın hatalarından biri, ana akımı da kapsayacak şekilde medyayı sadece kendisini destekleyen bir yapıya dönüştürmek oldu. Bu gerçekleştiğinde yani medya ile varoluşsal bir bağımlılık ilişkisi kurulduğunda yapılan gazetecilik olmaz, olan yavan bir propagandadır. Siyasi iktidarı iyi, muhalefeti kötü göstermek için her şeyi yaparsınız. Örneğin, ekonomik sıkıntı içinde bulunanlara, işsizlere “Ekonomi tıkırında” derseniz bir, iki ve nihayetinde inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Vatandaş, “Ekonomi iyi gitmediği halde ‘iyi’ diyorlar. Öyleyse, muhalefet için söyledikleri de doğru değildir” diyerek şüphe duymaya, sorgulamaya başlar. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki özellikle kentli modern muhafazakârlar, gençler bu sorgulamanın merkezinde yer alıyor. YANLIŞI NASIL DÜZELTECEKLERINI BILMIYORLAR n Şunu merak ediyorum: Ülke TV’de bir prog ramda Sevda Noyan’ın skandal sözleri sonra sı RTÜK’te ne yaşandı... Evet, yayıncı kurulu şa müeyyide uygulanmasına hükmedildi... Ama hatırlıyoruz ki RTÜK Başkanı önce “Büyütüle cek bir şey yok” dedi. Söylediklerimin somutlaştığı noktadır Sevda No yan örneği. Siyasi iktidarı destekleyen bir kanal da, hukuk devletinde kabul edilemeyecek bir de ğerlendirme yapıldı. Sonrasındaki süreç bir kriz yö netimiydi, yönetemediler. Bir süre “Şimdi ne ya pacağız? Ne yapmalıyız” sorusuna yanıt bulamadı lar. O kadar dokunulmaz kıldılar ki kendilerini, ha liyle gerçekten dokunmak gerektiğinde, “nasıl” do kunacaklarını bilemediler. Tartışma, programın ya yımlanmasından bir hafta sonra başladı. Yani aslın da kimsenin haberi yok programdan, izlenmemiş. O arada geçen bir haftada, kanal yöneticileri de dahil, hiç kimsenin programda söylenenlerin vaha metinin farkında olduğunu düşünmüyorum. Farkın da olsalar, yayından yaklaşık bir hafta sonra başla yan tartışmalara hazırlıklı olurlardı. Çünkü dediğim gibi, o kadar dokunulmaz kıldılar ki kendilerini, ha taların da farkına varamıyorlar, yanlışı yanlış olarak kabul edip, nasıl düzelteceklerini de bilemiyorlar. n Peki, sonrasında nasıl büyütülmesine ka rar verdiler? En önemlisi kamuoyu tepkisi tabii... Ancak da ha çok iktidar kamuoyundan gelen tepkiler belirle yici oldu. Siyasetin yüzde 51’lik denkleminde son derece önemli bir kesim var ki AK Parti dışına doğ ru kümeleniyor. Çeşitli nedenlerle AK Parti ile bağı zayıflayan bir küme. Gerek kanaldan yapılan özür açıklaması, gerekse de sizin de deyiminizle “bü yütme” kararı, bu kümeye yönelik bir mesaj ola rak alındı. Bir nevi “Gereğini yapıyoruz. Merak et meyin” mesajı. Ancak bir faydası olmadığı görülü yor. Siyasi iktidara yakın isimlerden, iktidara yakın medyada çalışan arkadaşlardan gelen mesajlardan gördüğüm de bu. Özel likle muhafazakâr gençler çok tep kili bu türden yayıncılığa. Yakın arkadaşları seküler, komşusu yardımsever, hayranlık duydu ğu üniversitedeki hocası son derece hoşgörülü ve özgürlük çü. Hal böyle olunca ailesine ait geleneksel aidiyetinden kopuyor. Hatta birçoğu ailesini de dönüştü rüyor. Sevda Noyan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle