22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 22 HAZİRAN 2020 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERHAN EREN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Kasabanın Sırrı’nı yazmak / yazmamak ‘Her bugünün bir yarını var...’ 23.09.2018 HAMDI YAVER AKTAN YARGITAY ONURSAL DAIRE BAŞKANI Esprili ve ironik bir şekilde “bir kadının yaş gününü her zaman anımsamak, ama yaşını hiçbir zaman anımsamamak zorunda olduğu meslek olarak tanımlanır diplomatlık”. Aydınlanma düşünürü Kant’a göre en zararsız özgürlük, “insanın her konuda kendi aklını kamusal olarak kullanmak özgürlüğü”dür. Aklın kamusal kullanımı derken Kant, “bütün okur dünyası önünde” kullanılmasını kasteder. Görülüyor ki söz konusu özgürlük, basın özgürlüğünden başka bir şey değildir; yine Kant’a göre kamusal aydınlanmayı kısıtlamak ise insan doğasına karşı bir suç olacaktır. Hukuk devleti kavramının doğuşu ve giderek kamu hukuku belgelerinde temel ilkelerden biri haline gelmesi de bilindiği üzere aydınlanma felsefesi ile olmuştur. Buna düşünür Kant’ın katkısı yadsınamaz. Bir bakıma pozitif özgürlük anlayışının da başlangıcıdır. Devlet özgürlükleri tanımakla yetinemez, kullanılmasını güvence altına almakla yükümlüdür. Sözgelimi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasını engelleyenlere karşı, özgürlüğü kullanmanın sağlanması ve korunması için etkin önlem almak devletin görevidir. İnsanlığın acı tanıklığı Devletözgürlük ilişkisinde Hegel belki de daha öndedir. Hegel’e göre “devlet sadece yurttaşlarının özgürlüğe ulaşmalarını sağlamakla kalmaz; o bizzat özgürlüğün cisimleşmesidir. O bir değer ve bir erektir ve salt bireylerin gereksinimlerini karşılamanın bir aracı değildir... Hukuk felsefesi, devletin istikrarının temeli olarak yurttaşların zihnine dikkat çekmez” Özgürlüklerin kullanımı için düşünürler her ne kadar devlete yükümlülük düştüğünü, devletin özgürlüğün cisimleşmesi.... olduğunu felsefi olarak ileri sürseler de insanlık nelere tanık olmadı ki!? O nedenle devlete karşı bireyin korunması, devlet gücünün sınırlandırılması ve sağlanması için yargı organının tam bağımsız olması düşüncesi gelişmiştir. İnsanlık, insanların, yaptıklarından dolayı değil, kim olduklarından dolayı cezalandırılmalarına ne yazık ki tanık oldu! Dahası tutuklanan diyalektik felsefe yanlısı bir adamın, “kendisinin partiye karşı hiçbir suç işlemediğini, ancak onu casus ve iki taraflı çalışan biri olarak tutuklayan organların haklı (ve) suç işlememiş olsa bile yine de partiye düşman bir tabakadan olduğunu” söylemesi ve “günce tutmak yasadışı değildir... ama fark edilecek olursa Winston’un ölüm cezasına çarptırılacağı ya da en az yirmi beş yıl zorunlu çalışma kampına gönderileceği”nin kesin sayılması sadece edebiyat eserlerine mi özgüydü, yoksa hiç gerçek olmamış mıydı? Stalin sanığın adının yanına iki dikey çizgi koyduğu zaman, bu on yıllık mahkumiyet anlamına geliyordu yine de iki çizgililer şanslıydılar!... Tek çizgi olsaydı ne mi olurdu? İDAM! Geçen yüzyılın başlarında1922Sosyalist Devrimciler yargılanırlarken mahkeme heyetindekiler tarafsız davranamayacaklarını, ancak taraflılıkları “devrimin yararına”(!) olduğu sürece bu durumun sorun yaratmayacağını söylemişlerdi. Nazi Almanyası’nda da yargıçlar “Adolf Hitler’in şahsına sadakat yemini” etmemişler miydi? Maksim Gorki, Sosyalist Devrimcilerin davası cinayetle sonuçlanırsa, bunun daha en baştan alçakça bir cinayet olarak algılanacağını dönemin güçlü adamı Troçki’ye yazdığı mektupta bildiriyor ve adil bir yargılama istiyordu Sonuç değişiyor muydu? Elbetteki hayır! “Tutuklanacak ve düşman ilan edilecek kişi sayısı tutuklamalar başlamadan önce yukarıdan aşağıya bir silsile halinde .... bildiriliyordu. Bu anlayış çerçevesinde plana uygun miktarda (sayıda) tutuklama yapılması esastı.” Ama tükenmeyen aydınlar vardı: Varoluşçu düşünür J.P. Sartre 1945’te Modern Zamanlar’da aydın sorumlu Hukuk devletine, insan haklarına, demokrasiye bağlı bir ülkede eleştiri vazgeçilemez bir gereksinimdir. “Eleştiriyi yasaklayan veya kısıtlayan bir rejim totaliterizme veya başka bir tür fanatizme yol alıyor demektir.” Barış Terkoğlu Barış Pehlivan luğu üzerine yazarken Flaubert ve Edmont Concourt’u, komünün ardından gelen baskıdan sorumlu tutuyordu: çünkü “Engel olmak için tek satır yazmadılar” diyordu ve devam ediyordu: “Şunu diyebiliriz: Bu onların işi değildi. Peki ama Calas duruşması Voltaire’in işi miydi? Dreyfüs olayının kınanması Zola’nın işi miydi?” Aynı Sartre, Cezayir Savaşı sırasında kendi ülkesine karşı tutum alır. Tutuklanması istenir. Simone de Beauvoir’e göre tutuklanıp “zincire vurulmuş bir ülkede tek özgür adam” olmaktır isteği! Ne var ki gerçekten büyük Charles de Gaulle vardır!... Charles Desjordins adlı yurttaşa cevaben yazdığı mektupta Sartre için “O Fransa’dır, tutuklanamaz!..” der ve bu cevabıyla daha da büyür! Eleştiri ‘olmazsa olmaz’ Hukuk devletine, insan haklarına, demokrasiye bağlı bir ülkede eleştiri vazgeçilemez bir gereksinimdir. Liberal düşünür Isaıah Berlin bu yöndeki düşüncesini “topyekun kaos veya felaketi önlemek için fikir birliğine gerek duyulan umutsuz durumlar hariç, eleştiriyi yasaklayan veya kısıtlayan bir rejim totaliterizme veya başka bir tür fanatizme yol alıyor demektir” biçiminde açıklamaktadır. O nedenle düşünce özgürlüğü günümüzde en yüksek değer olmuştur. Katılınmasa da yok etme hakkı hiç kimseye tanınamaz. John Stuart Mill ne diyordu: “Bir kişi hariç bütün insanlık aynı görüşte olsa, tek bir kişi karşı görüşte olsa, insanlığın o kişiyi susturma hakkı o kişinin gücü yetse insanlığı susturma hakkından fazla değildir.” Edebiyata, biyografilere, düşünce ürünü yapıtlara/yazılara göndermelerle dolu yazımın sonuna geldim sayılır. Yargıya intikal etmiş konularda görüş açıklamalarının yapılamayacağını bilenlerdenim. Türkiye pratiğinde bu emredici anayasa/yasa kuralları aleyhe açıklamaları kapsamamaktadır.(!) Daha somut ve açık bir ifade ile aleyhe yazı yazılması olanaklı; hata müdafilerin bilmediklerini, alamadıklarını bazı “makbul sayılanlar”ın yazdıkları, aldıkları ortada! Kıyamet mi kopar? Soruşturma/kovuşturma yapılıyor mu? Bilinmiyor!.. “Kasabanın sırrı” haline gelmiş bilgileri yazdıkları ve yazmadıkları/açıklamadıkları için tutuklu gazetecilerin özgürlüklerine kavuşturulmaları yargı organının önünde durmakta. Sartre’ları, Zola’ları, Gorkileri vb. kısmen görmekteyiz; bir yurttaş olarak Charles Desjordins’lere yazılan mektup benzerini görsek ne olur: “Kıyamet mi kopar”? Geçmişte, bu toprakların gördüğü en kanlı bir örgütle mücadele edenlere bizzat devlet sahip çıksa fena mı olur? Aksine bir yaklaşımının o örgütün dolaylı olarak olsa da kırık kanadının iyileştirilmesi anlamına geleceği abartılı bir düşünce mi sayılır. Ne demişti Victor Hugo “... kartalın kırık kanadını iyileştiren onun pençelerinden Murat Ağırel Hülya Kılınç de sorumlu olurmuş.” Edebiyatla mı bitirsek: “Gecenin ar dından gün nasıl doğuyorsa adaletsizlik de bir gün son bulacaktır. Olumsuzlukların bittiğini de göreceğiz, ışığın ve mucizelerin doğuşunu da...” Yargı organına, El Greco’ya Mektuplar’dan bir cümle okumaya gerek var mı: “... kötü koşullarda adalet yerine getirilemiyorsa, adalet mekanizmasının başka zamanlarda işlemesi ne sağlar?” Diplomasi mesleğiyle uzaktan/yakından ilgisi/bilgisi olmayanın diplomatlığa özenen yazısı da ancak bu kadar anlaşılmaz olur, değil mi? Hoşgörüyle!... DİPÇE: 1 Henrik Berggren: Olof Palme (Çev. Turhan Kayaoğlu) İstanbul, 2012, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.145 2 Manfred Kuehn: İmmanuel Kant (Çev. Bülent O. Doğan) İstanbul, 2011 Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. s.291 3 Zvi Rosen: Bruno Bauver ve Karl Marx (Çev: Doğan Barış Kılıç) İstanbul, 2012, Notubene Yayını, s.271272 4 Gamze Öksüz: “Gulag Kamplarından Gelen Çığlık” Roman Kahramanları Üç Aylık Edebiyat Dergisi2018 Heyamola Yayınları Sayı : 35 s.74 5 Vasili Grossman: Her Şey Gelip Geçer (Çev. Ayşe Hacıhasanoğlu) İstanbul, 2013, Can Yayınları, s.107 6 George Orwell: 1984 (Çev: Celal Üster) İstanbul, 2018, Can Yayınları, Mini Kitap, S.26 7 Solomon Volkov: 20. Yüzyıl Rus Kültür Tarihi (Çev. Sabri Gürses) İstanbul, 2018, Alfa Yayınları, s. 165 8 Andre Pitzer: Vladimir NabokovYazarın Gizli Tarihi (Çev. Yiğit Yavuz) İstanbul, 2014, İletişim Yayınları, s.126 9 William L. Shirer: Nazi İmparatorluğuDoğuşu, Yükselişi ve Çöküşü (Çev. Rasih Güran) İstanbul, 1968, Ağaoğlu Yayınevi s.384 (Resim) 10 Pitzer, age: s.127 11 Fatih Keskin: “Roman Türünün Gelmiş Geçmiş En Bahtsız Baş Karakteri” Roman Kahramanları Üç Aylık Edebiyat Dergisi, Sayı:35 12 Denis Berthulet: Sartre (Çev: Zehra İlkgelen) İstanbul, 2009, İthaki Yayınları. s. 469 13 Özdemir İnce: Charles de Gavile ve Sartre, Cumhuriyet, 31 Mart 2019 14 Isaiah Berlin: Isaiah Berlinle konuşmalarsöyleşi: Ramin Jahanbegloo (Çev. Zeynel Kılınç) İstanbul, 2009, Yapı Kredi Yayınları, s.61 15 John Stuart Mill: Düşünme ve Tartışma Özgürlüğü üzerine (Çev. Cem Ataş) İstanbul, 2019, Can Yayınları, s.12 16 Victor Hugo: 1793 Devrimi (Çev. Alev Er) İstanbul, 1996, Pencere Yayınları, s. 238 17 Necip Mahfuz: Cebelavi Sokağının Çocukları (Çev: Leyla Tonguç Basmaç) İstanbul, 2010, Kırmızı Kedi Yayınevi, s.453 18 Nikos Kazancakis: El Greco’ya Mektuplar, (Çev. Ahmet Angın) İstanbul, 2019, Can Yayınları, s.287 Gazetecilik “öngörü” işidir... Bilgi sahibi olmadan “öngörü” olmaz!.. Siyasi iktidar koskoca ülkeyi bir cemaate eliyle teslim edip “kandırıldım” diyerek “milat” koyduktan sonra, “Ben döndüm, artık cemaati desteklemiyorum, iktidar gibi bizi de kandırmışlar” diyen insandan “fikir adamı, gazeteci” olmaz!.. Olsa olsa her dönemin “satılık kalemi” olur!.. Cemaat güçlüyken “cemaat yalakası”, iktidar güçlüyken “iktidar yalakası”, muhalefetin iktidara yürüdüğünü gördüğünde de “muhalefet yalakası” olanların işi değildir bu meslek... Ne hikmetse bu ülkede her dönemin adamı olan bu dönekleri, yalakaları, iktidarıyla muhalefetiyle tüm partiler el üstünde tutar!.. Şimdilerde büyük çoğunluğu yine TV ekranlarına çıkıyor. Değil evlerinden çıkmayı, evlerinin perdelerini bile açamayacak gazeteci kılıklı cemaatçi dönekler, liboşlar, yetmez ama evetçiler, dinciler hâlâ demokrasi havarisi kesiliyorlar!.. Ve hâlâ yüzümüze bakarak “ama... ama... ama...”larıyla utanmadan yalan söylüyorlar!.. HHH Çok uzağa gitmeyeceğim... Şimdilerde televizyon ekranına çıkanlar, kandırıldıkları dönem FETÖ liderinin, onun kulu kölesi olmuş savcıların elini ayağını öperken, 10 yıl önce kaybettiğimiz İlhan Selçuk 21 Şubat 2009 tarihinde “Pencere”den şöyle sesleniyor: “Zekeriya Öz adını artık bilmeyen yok... Meşhur Ergenekon Savcısı... Dün bizim gazetenin birinci sayfasında “Düzeltme ve Cevap” başlığı altında Öz’ün şu iki tümcesi yayımlandı... Birinci tümce: “.. Cumhuriyet gazetesinin 8.10.2008 tarihli ilk sayfası ile 8. sayfasında yer alan ‘Savcı Hakkında Yeni İddialar’ ve ‘Savcının Karanlık 4 Yılı’ başlıklı yazılarla ilgili düzeltme ve cevabımdır.” İkinci tümce: “... Şahsım ile alakalı iddiaların tamamı gerçekdışıdır. Bu asılsız isnatlara, yürütmekte olduğum bir soruşturma nedeniyle maruz bırakıldığım, tüm kamuoyu ve tarafınızca gayet iyi bilinmektedir.” Ne anladınız?.. Zekeriya Öz neye “cevap” veriyor?.. Neyi “düzeltiyor”?.. Belli mi?.. Bay Zekeriya’nın iki tümcelik yazısı 2 bin 450 sayfalık iddianamesinden de daha beter olmuş... Ne yazık ki Zekeriya Öz bu mantıkla ya da mantıksızlıkla hiçbir yere varamaz; savcımızın geleceği pek parlak görünmüyor... Ergenekon’da birinci iddianame bir hukuk faciası... İddianamede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuku değil, AKP iktidarının guguku geçerli... Ya ikinci iddianame ne zaman çıkacak?.. Diyorlar ki: Zamanlama, ayarlama, koordinasyon tamam... Nasıl?.. 2’nci iddianame, AKP’nin işine yarasın diye, yerel seçim öncesi piyasaya sürülecek... 1) Ergenekon tertibi daha ilk aşamasında çıkmaza saplanmış, daha şimdiden çökmüş, adaletsizlik ve hukuksuzluk anıtına dönüşmüştür... 2) 2 bin 450 sayfalık iddianame ve 400 klasörlük dava, hukuk ve yasalarla bağdaştırılması olanaksız bir romanın hiç bitmeyecek tefrikası içeriğindedir... 3) Yeni iddianameler de ilk iddianameye dayanacakları için daha şimdiden içi boşalmış bir davanın yeni ürünleri olmaya mahkumdurlar... 4) Tutukevlerinde iddianameleri ve davaları bekleyen, kimlikleri toplumca çok iyi bilinen ve tanınan zanlılar daha ne kadar süre demir parmaklıklar arkasında tutulabilirler?.. Zekeriya Öz, Cumhuriyet’e ne anlama geldiği belli olmayan iki tümcelik “tekzip” yolluyor... Oysa oturup kendisini gün geçtikçe daha çok sarıp sarmalayan koşulları düşünmeli... Savcı Öz’ün hukuku ve yasaları hiçe sayıp çiğneyen uygulamalarına karşı, sayıları gittikçe artan Ergenekon sanıkları da elbette haklarını yasal yollardan arayacaklardır... Her bugünün bir yarını var...” HHH FETÖ kanlı darbe girişiminde bulundu!.. Terör örgütü lideri hâlâ ABD’de!.. Savcı Zekeriya Öz ülkeden kaçtı!.. İlhan Selçuk, herkesin Fethullah Gülen’i, Zekeriya Öz’ü alkışladığı bir ortamda iktidar erklerinden korkmadan, kalemini satmadan tüm ülkeyi cemaat tehlikesine karşı uyardı. Onu ölüme sürükleyenleri deşifre etti... O, 2015’te ülkesinden milyon dolarla kaçan savcı için, altı yıl öncesinden 2009 yılında “geleceği pek parlak görünmüyor” diye yazan isimdi!.. Evet... Başta da belirttiğim gibi, “gazetecilik bir öngörü işidir...” Kimileri cemaat güçlü iken “cemaatin yalakası”, “zamanın oyuncakları” olur... Kimileri yaşama veda eder, yol göstermeyi sürdürür... Dün Hacıbektaş’ta O’nu, İlhan Abi’yi büyük bir özlemle andık... Yolu yolumuzdur... Kim dönerse dönsün, biz dönmeyiz bu yoldan!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle