25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 15 HAZİRAN 2020 PAZARTESİ TASARIM: BAHADIR AKTAŞ DİZİ Koronavirüsten hayatını kaybeden sağlık teknisyeni Cuma Kurt’un oğlu Umut: Hastaneye yürüyerek gitti, sonra kaybettik RAKAM DEĞİL İNSAN 5 İPEK ÖZBEY MUSTAFA K. ERDEMOL Geride bırakacağız bu salgın günlerini elbette ama geride “bıraktıklarımızın” acısını da hep hissedeceğiz. Bir Filizkıran Fırtınası gibi girdi yaşamımıza koronavirüs. Sevdiklerimizi kaybettik ki daha acı ne olabilir? Umut Kurt, babası sağlık emekçisi Cuma Kurt’u yitirdiklerine inanamıyor... Umut, Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü’nde çalışan bir sağlık emekçisi olan babası Cuma Kurt’u yitirdi bu hastalıktan. Öncesi, sırası ve sonrasında yaşadıklarını son derece olgun, acısını içine gömerek anlattı bize. Sağlık sorunlarıyla boğuşan bir aile oldukları için babasının sağlığına dikkat ettiğini, buna rağmen nasıl hastalandığını anlayamadıklarını belirtiyor öncelikle. Hatta öyle ki “Bu salgın en son bize gelir diyorduk” diyor. Bunu söylemeyenimiz var mı? Nedense birçok musibetin hedefi olmayı pek yakıştırmayız kendimize. Toplumsal rahatlığımızın en berbat yanıdır bu. Kapımızı çalana kadar da durumun ciddiyetini anlayamayız genellikle. Kendimizi tuhaf bir korunak içinde hissetmemizin belki başka zamanlar yararı da oluyordur ama şimdi bunu içinde bulunduğumuz kaos ortamlarında önlem almayı engelleyici bir tutuma dönüştürdüğümüz kesin. Umut da babası da bilinçli insanlar. Yörede eğitime önem veren, aydın bir aile olarak biliniyorlar, dolayısıyla Umut’un “En son bize gelir diye düşünüyorduk” demesi bir boşvermişlikten değil, alınması söylenen önlemleri almış olmalarından kaynaklanıyor. Bu nedenle hâlâ şaşkın o ve aile bireyleri. Çünkü babası da tüm ailesi gibi sağlığına mümkün olduğunca dikkat eden biriydi söylediğine göre. Üstelik bir sağlık çalışanı olarak salgının sonuçlarından az çok haberdardı da. Çok dirençliydi babam, hâlâ inanamıyorum Umut’u en çok şaşırtan, babasında hastalığın tek bir belirtisinin bile görülmemesi. Babalarının kaybından sonra annede ve bir ablada da hiç belirti göstermeden yer etmiş hastalık. Babasında bir ara önce hafif sonra gittikçe şiddetlenen sırt ağrıları olmuş önce. 6 Nisan’da gittikleri hastanede tomografisini çekip eve göndermek istemişler. “O sırada nefesi kesildi babamın. Oksijenle kendine getirebildiler. Sonra on gün yoğun bakıma aldılar” diye anlatıyor Umut yaşananları. Adeta bizlerle oyun oynayan görünmez bir güç var sanki. Şakalaşıyor gibi. Yoğun bakımdan hayli iyi olarak çıkması sevindirmiş aileyi. Akciğer kapasitesinde yükselme görülmüş, kandaki oksijen seviyesi yükselmiş. Bu iyiye işaret demek tabii ki. Sevinmişler. Babalarını eve götürmeye hazırlanırken yitirivermişler aniden. İşte bizimle oyun oynayan, kendince belki de şakalaşan güç dediğim bu. Mezarötesi ya da metafizik anlayışlara itibar ettiğimden değil, insan bedeninin dalgalanmalarının bu tür “oyunlar” oynadığını bilerek söyledim bunu. Bedenimiz de bize oyun oynayabilir. İşte böyle. Umut o nedenle “Hâlâ inanamıyorum. Yerinde duramayan, sadece grip olan, dirençli bir adamdı babam. Hastaneye yürüyerek gidip ölmüş olmasına inanamıyorum” demekte çok haklı. Doktorlar, ciğerlerinin tükendiğini söyledi “Bir gün ekmek alayım dedim, ‘Sen gitme, ben giderim, benim bün Çocukları, onları kızerkek ayrımı yapmadan büyüten babalarını özlüyorlar. ‘ÖLSEYDİ DUYARDINIZ!’ Sağlık çalışanlarımızın birer kahraman olduğu elbette doğru. İstisnalar var ama. Böyle bir istisnayla karşılaşmış Cuma Kurt’un ailesi. Umut’un bir ablası ebe. Doktor bir arkadaşı var. Kimseden bilgi alamadıkları için onu aramışlar. Verdiği tepki “Neden beni rahatsız ediyorsunuz” olmuş doktorun. “Haberimiz yok o nedenle aradık” dendiğinde verdiği yanıt çok acımasızca: “Ölseydi duyardınız”. Bunun arkasında siyasi bir gerekçe aramıyor Umut. Karşıt görüştekilerin bile sevdiği bir adamdı çünkü babası. Hayat ölümden sonra da var elbette. Kalanlar için özellikle. Dünyevi hesap kitapla artık işi kalmamış olan Cuma Kurt emeklilik hakkı olmasına rağmen çalışmayı sevdiği için emekli olmamış. Umut başvurmuş emekliliği için. Hâlâ yanıt almış değil. Hâlâ maaşı bağlanmamış ailesine. Geriye yaşanmışlıklar kalıyor. Sonradan önemli olduğu anlaşılan kimi alışkanlıklar hatırlanıyor. “Yer sofrasında beraber yemek yerdik. Şimdi ayrı yiyoruz” diyor Umut. Ruh hallerini olum Umut Kurt suz olarak çok etkilemiş baba kaybı. Aynı zaman da salgın da. Ama Umut tüm bu yaşananlara rağmen insanların rahat davranmalarına anlam veremiyor. Diyarbakır’da neredeyse maske takan yok sokaklarda dediğine göre. Oysa Diyarbakır’da tam 23 bin kişi sözümona karantinada. Salgının alıp gittiği yakınlarımızın acısını yaşamanın yanı sıra toplumsal duyarlılıkta hassas olmamak acı sonuçlar doğuracak bir durum oysa. Umut bir de bunun kavgasını veriyor kendi çapında. Babası hep aklında. yem sağlam’ dedi. Doktorlar ise çekte neden öldüğünü bilmek elbet ‘Bünyesi çok zayıftı, ciğerleri tüken te hakları. miş’ dediler. Ama hiç öksürmedi. Can sıkan ayrıntılar var. Gömül Nefesı kesilmedi, ateşi çıkmadı. Ba düğü mezarlıkta yanında yatanların bam 15’inde vefat etti, 18’inde böb hepsi Cuma Kurt’tan daha yaşlı in reğime sancı girdi benim. Tek böb sanlarmış. Mezarlıkları ayırmışlar. rekliyim ben. Tomografimi çekmedi “Bu, topraktan bulaşan bir şey de ler. Sonra sürüntü testi aldılar nega ğil ki. Neden babamı sahipsizmiş gi tif çıktı. Bir daha girdim, yine nega bi gömdüler” diyen Umut şöyle an tif çıktı. Ciğerlerim de latıyor: “Mezarlıkta ye temiz” diyerek kendi ni gömülmüş biri var yaşadıklarını anlatı dı. Covidliler diye ayır yor Umut. mışlar mezarlığın bir Sahipsizmiş Çok iyilik yapan bölümünü. Ama Covidli olmayan, kanserden gibi gömdüler Cenazesine bile gidemedikleri babalarının ölümünde hastane ihmali var mı diye de düşünüyor. Benzeri durumu yaşayan, yani testi negatif çıkıp da ha biriydi. Hâlâ arayanlar var. Demokrattı benim babam. Kızerkek ayırmadan büyüttü bizi. Erkek çocuğu olmanın o bilinen ayrıcalığını öldüğünü bildiğim biri de var orada. Yanlış mezarlığa gömüldüğü belli. İnançlı bir aileyiz. Babamın mezar yerini değiştireyim dedim ama kabir azabı çeksın istemedim.” yatını kaybedenler var, Umut da biliyor bunu ama yine de kafasın yaşamadım ben. Maço bir kültür yoktu bizde... Yas kültürünü yaşamadık da ihmal kuşkusu du Yaşamayan bilmez ruyor öyle. Haklı sayı elbette ne büyük acı ol labilecek iddialar di duğunu. Ama aile me le getiriyor. “Babamın tanetle karşılamış üç testi de negatif çık ölümü. Umut’un kız tı. Üçüncü testtin sonucu vefatın kardeşi hiç ağlamamış dan sonra negatif geldi” diyor örne örneğin, tutmuş kendini. “Yas kültü ğin. Dahası yazılan raporda “doğal rünü yaşayamadık, her akşam rüya ölüm bulaşıcı hastalık” olarak be larımızda. Kötü bir dönem bizim ve lirtiliyormuş. “Nedir” diye aradığın aslında herkes için” diyor Umut. da ‘yanlışlıkla yazıldı’ demişler ama Giden temiz bir adamdı. Umut’un hâlâ düzeltilmemiş. Babalarının ger deyişiyle “çalmayan, çarpmayan bir OKUMAYI SEVERDI DEMOKRAT BİR İNSANDI Babasının hak arama mücadelesini örgütlü yapan biri olmasına rağmen bireysel olarak da yardımcı olduğunu söylüyor Umut, acısını biraz olsun hafifleten, yerini babasından duyduğu gurura bırakan iyi sözler duymuş ardından. Umut’un “Çok iyilik yapan biriydi. Hala arayanlar var. Ankara Keçiören Sağlık Koleji’nden nakil yapıp Diyarbakır Atatürk Sağlık Meslek Lisesi’nden mezun oldu. Ankara’dan okul arkadaşları aradılar sürekli ölümünden sonra. Bir kadın aradı, babam bir seminer için Elazığ’dan dönerken otogarda her nedense parası olmayan kadına üzerindeki paranın yarısını vermiş. Memur maaşıyla geçinen, dört çocuklu bir adamdı oysa” dediği Cuma Kurt ancak 2003’te bir ev, 2011’de bir araba sahibi olabilmiş. Kızerkek ayırmadan büyüttü Umut 87 doğumlu. Artvin Harita Teknikerliği Bölümü’nden mezun, halen Dicle Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Kız kardeşi felsefe örğencisi. Okumayı seven, eğitime önem veren bir aile. Babaları da öyleymiş. “Demokrattı benim babam. Kız erkek ayırmadan büyüttü bizi. Erkek çocuğu olmanın o bilinen ayrıcalığını yaşamadım ben” diye gururla anlatıyor Umut. “Maço bir kültür yoktu bizde” deyişi kadınlar için cehenneme döndürülmüş bir ülkede her erkekten duyulacak bir söz değil. Zoruna giden şeyler de olmuş Umut’un. Diyarbakır Sağlık Müdürlüğü yöntiminden, hem ölümünden önce hem de ölümünden sonra Fırat Bey dışında arayıp soran bile olmamış. Öldüğü gün twitter’da mesaj yayımlamış müdürlük. Ölen bir başka arkadaşları için başsağlı mesajı varken, babasıyla ilgili olarak “geçici bir çalışan”mış gibi ifadelerle sadece öldüğünü duyurmuşlar. “Neden böyle yaptılar anlamadım” diyor Umut. devlet memuru”ydu. Hak arama mücadelesinin de içinde olan, KESK’e bağlı SES’te sendikal çalışmalar yürüten biriydi. Farklı düşündüğü insanlarla bile iyi ilişkiler kurmayı becermiş ender insanlardan biri oluşunun kanıtı, hijyen dikkatinin gündemde tutulduğu bir ortamda 30 araçlık konvoyla sendikacı arkadaşlarının mezarlığa kadar gidip onu yalnız bırakmamaları. DAHİLİYE PROFESÖRÜ CEMİL TAŞÇIOĞLU YARIN ‘Bilimin şahane yükselişi’, toplumbilimsiyasette yeni dönem mi? Tüm gözlerin bilim insanlarına çevrildiği bir dönem yaşıyoruz. Ekranlar, gazete ve internet sayfaları, sosyal medyanın neredeyse tümü insanlığı esir alan görünmez bir “düşman”ın hemen her alanda halen yapmakta olduğu en büyük tahribatla ilgili haberlerle dolu ve bu “düşman”dan kurtuluşun tek adresi olan bilim insanlarının konuşma zamanları... Bir umut var mı? Ve bilimin çok ender yakaladığı “yıldızının parladığı” bir anda mı yaşıyoruz, yoksa düşman gidince bilim de tahtından inecek mi, eski yerine... Yoksa bilimin nesnelliği, araştırma, soru sorma ve çözme kapasitesinden bu vesileyle insan toplum ve siyaset nasiplenecek mi? Cumartesi günü Herkese Bilim Teknoloji dergisinin internet üzerinde yeniden başlayan konferansında ana konumuz buydu. Cem Say, Mustafa Çetiner ve Tevfik Uyar’ın katılımıyla bu soruya yanıt aradık, ayrıca bilim dünyasına nesnel sorular yönelttik. Cem Say iyi bir paralellik kurdu, 1999 depremini anımsattı, o dönem ve sonrası da medyanın her hali uzun süre deprem ve yerbilimcilerle dolmuştu. Halkın ruhsal sağlığı da derinden sarsıldığı için, tıbbın o alan uzmanları da depremcilerin yanlarında boy göstermişti. Hangi dersi alabiliyoruz? Peki, 1999 ve sonrasından insana, topluma ve siyasete ne miras kaldı? Bunu es geçtik konferansta, fakat şimdi baktığımızda belki de fazla bir şey değil diyeceğiz, bazılarımız da koskoca bir hiç diyecek. Depremden çıkarılacak ana ders, “deprem öldürmez, bina öldürür”dü. Binaları depreme dayanıklı yapacaksın, hayatta ve sağlıklı kalacaksın. İkinci ders ise afete (her türlüsüne!) hazırlıklı olacaksın... Bu konuyu da hayatının odak noktasına oturtan Mikdat Kadıoğlu hâlâ sırtında taşıyor. Türkiye, deprem ve diğer afetlere karşı organize olmuş bir devlete topluma dönüştü mü sorusu beklesin. Yanıtı onda. İstanbul muhtemel büyük depreme ne kadar hazır, hazır mı, yanıtı Mustafa Erdik ve diğer bilimcilerimizde. Genel durumu ve kanaati söyleyeyim: Hayır. Keşke ‘Tanrı’nın dili’ olsa! İnsanlarımız tüm bu tartışmalardan ne öğrendi, mesela konutu seçerken depremi dikkate alıyor mu? Bu soruyu bireye indirgemek oldukça saçma olur. Çünkü insanların seçme olanakları genel yapı durumuyla ve iktidarın bu konudaki bütüncül sağlam yapı politikasıyla sınırlı. Eğer bu yoksa, eksikse ekonomik koşullar elverişli değilse, birey çaresiz kalır. Evet, birey, İstanbul hâlâ çaresizliğe kelepçelenmiş durumdadır. Kabul edilmiş bir yazgıya dönüşüyor durum. Ve sorumlu olanlar da bunu Tanrı buyruğuna havale ediyor! “Kaderini o çizdi”. İnsan bu durumda “keşke Tanrı’nın dili olsa da konuşsa” demesin mi? Tüm sorumlulukların üstlenicisi olarak! Bilimin çaresizliği mi? Bilim, bir virüs karşısında neden çaresiz? Karizmayı çizdirmiyor mu? Mesela yılda sadece ABD’de kanser araştırmalarına 6 milyar dolardan fazla harcanıyor. Sonuç çok çok kısmi. Üstelik 100 yıldır üzerinde çalışılıyor... Pek çok hastalık da öyle.. Aşı meselesine gelince, hop diye olmuyor. Önümdeki listeye bakıyorum, en son aşı olarak 19832006 arası üzerinde çalışılan Rotavirüs aşısını görüyorum. Yani bugüne kadar eldeki aşıların ortalama kesinleşme süreleri 29.5 yıl. Virüsün ilk yayıldığı zamanlar çok bilmiş ünlü mü ünlü bazı “yazar”lar ve müminleri ortalığı kasıp kavuruyorlardı: Virüsü emperyalist zenginler, Rockefeller falan, laboratuvarda ürettiler, zaten aşıları da hazır, milyarlarca insanı hastalandırıp para kazanacaklar. Ama kendilerinin bu yalanlarla iyi para kazandıklarını görüyoruz! Ve gerçekler karşısında şimdilik bittiklerini ve komplolarıyla çöpe atıldıklarını da. HHH İnsanlık yarattığı büyük bir artı değeri tıp araştırmalarına harcıyor. Doğru olan da bu zaten... Sağlık ve uzun yaşamak için. Fakat canlı hayat böyle bir şey, derin bilinmezliklerle dolu ve konferansa katılan bir tıp mensubunun deyişiyle, araştırmacıların uğraştığı konu çok derinlikli ve çok çok katmanlı, çok etkileşimli canlılığın olağanüstü halini görüyoruz burada.. HHH Gelelim başlığımıza: Toplum, insan ve siyaset.. Yeni koronavirüsün yarattığı tahribattan, kendisi için toplum için öğreneceği ve hayata geçireceği ne var? Cam fanusta yemek Pandemi nedeniyle kapalı oldukları için ciddi ekonomik kayıp yaşayan kafe ve restoranlar, tüketiciyi çekebilmek için hijyen tedbirlerini yüksek tutmaya çalışıyor. İstanbul Beyoğlu’nda Haliç’e bakan bir restoran, müşterilerini cam fanus içerisinde ağırlamaya başladı. Kahvaltı ve akşam yemeği konseptleriyle hizmet veren işletmede cam fanuslar, her müşteriden sonra havalandırılıp dezenfekte edildikten sonra yeni misafirlerine hazırlanıyor. İşletmenin yöneticisi Oğuzhan Par, “Tüm servis personelimiz ve garson arkadaşlarımız siperlik kullanıyor” diye konuştu. l Ekonomi Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle