19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 10 HAZİRAN 2020 ÇARŞAMBA EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: EMİNE BİLGET DİZİ CUMHURIYET, MESLEK ÖRGÜTLERININ SESI OLUYOR 19 ‘Tesadüf değildir’ TMMOB VE ODALARIMIZA YÖNELİK SALDIRILAR BAŞARISIZLIĞA UĞRAMAYA MAHKÛM! GAZI İPEK ELEKTRIK MÜHENDISLERI ODASI YÖNETIM KURULU BAŞKANI Ülkemizin uzun bir dönemden beri içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz, 2020 yılı başından beri yaşadığımız Covid19 salgınıyla birleşerek bir sağlık krizi ve dahası derin ve öngörülemez Mersin’de bir ekonomik ve siyasal kriz haline gelmiştir. Dünyada tüm ülkelerin ve devletle yapımı süren Akkuyu rin önünü göremediği ve çaresiz kaldığı, yüzyılda bir yaşanan böylesine bir kriz ortamında; sosyal devlet Nükleer Santralı’na anlayışına sahip birçok ülke yönetimi, halkını koruma altına alarak “yaşam hakkı”nı her şeyin merkezine ko karşı çıkan çevreciler, yarak “Sen sağlığını düşün, gerisi be direnişi nim işim” diyerek güven vermiş ve gerekli ekonomik ve toplumsal destekleri sağlamıştır. Bizde ise siyasi ik fotoğraf sergisine tidar, toplumun beklentisinden uzak tamamen sermayeden yana ekonomik dönüştürmüştü. paketler açıklamış, bununla da kal l DHA mamış, Kanal İstanbul Projesi ihale si gerçekleştirilmiş, sit alanları ve ta rımsal alanlarda yapılaşmaya geçit 4 veren düzenlemeler yapmıştır. ‘Ahlaki bulmuyoruz’ En son da, Diyanet ile Ankara Barosu arasındaki tartışmayı bahane ederek meslek örgütlerinin ve baroların kuruluş yasasını değiştirmek istemektedir. Yıllardan beri, ikide bir gündeme getirilmesine ve denemeler Bir kez daha altını çiziyoruz: Ülkemizin Akkuyu’da yapımı süren nükleer santrala, Ilısu gibi Hasankeyf tarihini yok eden barajlara, Karadeniz’in doğal dengesini bozan HES’lere, Ege Bölgesi’nde incir, zeytin gibi tarımsal ürünleri tehdit eden plansız jeotermal santrallara ya da Alpu’da ACILEN YENIDEN yapılmasına alıştık. İnsanların evleri verimli araziler üzerinde kurulmak istenen kömür yakıtlı ne kapatıldığı, birliğe ve dayanışmaya ihtiyaç duyulan böylesine olağanüstü bir dönemde, bu girişimi her şeyden önce ahlaki bulmuyoruz. Sermayenin ve egemenlerin isteği doğrultusunda, bu ülkenin geleceğini temsil eden yüz binlerce üyeye sahip, 66 yıllık bir kurumsal yapının kuruluş yasalarının oldubittiye getirilerek değiştirilmek istenmesi, kurumlardan görüş almak yerine yandaş mühendis, mimar ve şehir plancılarından görüş alarak, önce etkisizleştirme ve gide kamulaştırma termik santrallara ihtiyacı yoktur... kiye sermayesi, 1980’lerden beri uy gulana gelen özelleştirme çabaları nı, serbestleşme politikalarıyla ustaca birleştirmiş, anayasa ve yasalar değiştirilerek ülkemizdeki her türlü ulusal ve toplumsal kurumun tasfiyesi ile sonlandırılmıştır. Bu tasfiye görevi için, 100 yıldır cumhuriyet ve laiklikle hesaplaşmak isteyen siyasal İslam kadrolarının seçilmesi tesadüf değil. Mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak, enerjiden sanayileşmeye, bilim ve teknolojiye, tarımdan kentleşmeye, madencilikten ulaşıma ve çevreye kadar uzanan geniş bir alanda üretim, planlama ve hizmetler alanında görev yapılmakta ve bu alanda izlenen politikalar ile ilgili görüşlerini söy rek tasfiye etme çabalarının bedelini ağır biçimde ödeyeceklerdir. Bu toplum ve ülke, bu tür ihanet girişimleri Neoliberal saldırılar İlginçtir ki, Cumhuriyeti kuran kad lemekte ve takipçisi olmaktadır. TMMOB ve bağlı odalarıyla Elekt rik Mühendisleri Odası (EMO) bugü ni karşılıksız bırakmayacaktır. roların, çağdaş medeniyet olarak Batı medeniyetini hedef göstermesi ve bir ne dek, kamu varlıkları, doğal ve tarihi alanlar, tarım arazileri, ormanlar, Odaları ele geçirme planı Siyasal iktidar bugüne dek genel kurullarda demokratik yollarla ele geçiremediği, azınlıkta kaldığı meslek odalarını, yasal düzenlemelerle parçalamayı, dağıtmayı ve sonuçta ele geçirmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla hazırlanan yasa değişikliğinin haziran ayında Meclis gündemine gelmesi beklenmektedir. Ülkeler ve toplumların üzerinde birleştiği nokta, “Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğidir.” Emperyalizm tüm dünyayı, doğayı, çevreyi ve insanlığın geleceğini yok etme noktasına taşımıştır. Ekonomik sömürü; talan, rant ve bunun siyasal ve askeri mekanizmalarının da desteğiyle dünyayı yaşanamaz hale getirmiştir. Kapitalizmin tek ve mutlak yönetim anlayışı olduğuna insanlığı ikna etmek istemektedirler. Bu konuda ilk kırılma, 2008’deki küresel ekonomik krizle yaşanmıştır. Bugün yaşadığımız kriz ise sınır ötesi olup herkesin kaderini ortaklaştırmıştır. Küresel ortak bir sorunla karşı karşıyayız. Adım adım... Ülkemiz açısından da kısa bir tarihsel araştırma yaptığımızda bugün, güçsüz ve güçsüzleştikçe saldırganlaşan siyasal yapının davranışlarının nedenlerini anlayabiliriz. Emperyalizm çağında kapitalizmin tekelci karakteri, 20. yüzyılın başından itibaren ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası, siyasal, ekonomik, as Gazi İpek keri olarak tüm dünyayı sarmalamış ve denetim altına almaya başlamıştır. Ülkemiz de bu gelişmelerden nasibini almıştır. BM, NATO, Dünya Bankası, IMF üyelikleri ile entegre olmuştur. Özellikle küreselleşmenin başlamasıyla birlikte, insanlığın gelecek umutlarının yeşerdiği sosyalist uygulamaların da başarısızlıkla sonuçlanması, emperyalist kapitalistlerin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırdıkları inancını doğurmuştur. Bağımlı toplum Ülkemizde de 12 Eylül faşist askeri darbesi, kapitalist dünya ile bütünleşmesi için yapılmıştır. Türkiye, “Dışa Açık Ekonomik Büyüme Modeli” ile dışa bağımlı bir tüketim toplumuna dönüştürülmek istenmiştir. Özelleştirme girişimleri ve sonraki gelişmelerde adım adım amaçlarını gerçekleştirdiklerini görüyoruz. 1990’lı yıllarda TürkiyeAB görüşmeleri, 1994 ekonomik krizinin baskısı altında, Türkiye’nin Gümrük Birliği Antlaşması ile tek taraflı bir bağımlılıkla sonuçlanmıştır. Amaç da budur. Ülkemizin askeri, ekonomik ve siyasal bağımlılığı, kültür emperyalizmi ile de birleşmiştir. GATS ve MAI antlaşmaları da bu sürecin başka bir ayağını oluşturmuştur. 2001 ekonomik krizini de ustaca kullanan uluslararası sermaye ve Tür çok temel kanunları Batı’dan almasına rağmen, Batı yönetimleri, ülkemizdeki Kemalist ve ulusalcı kadrolar yerine, sağcı muhafazakâr kadroları tercih etmişler ve onlarla iş tutmuşlardır. Tüm kurumları dizayn etmek isteyen egemenler ve tekelciler, hizmet alanında var olan kurumları da hedef tahtasına koymuşlardır. 1950’li yıllarda ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişmelerine paralel olarak kurulan ve kalkınmanın ana dinamiklerinden birisi olan bu kurumlar, 2000’li yıllarda, bugün bu sermayenin önündeki engel olarak görülmektedir. Günümüzde yeni liberal düzen, plansız, piyasa ekonomisine endeksli ve sermayenin önündeki bütün engelleri temizlemek istemektedir. Her alanda plansızlık hâkim kılınmak istenmekte, meslek örgütlerinin yürüttüğü kamusal hizmetlerin de serbestleştirilerek piyasaya sunulması ve rant alanlarına dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Siyasal iktidarın işbaşında olduğu son 18 yılda neoliberal saldırılar tepe noktasına ulaşmıştır. Bu nedenle, 20 yıldır TMMOB ile ilgili denenmeyen yöntem kalmamıştır. Anayasal olarak “Meslek Alanını Düzenleme ve Denetleme” görevini yerine getirirken mesleki görevlerini, ülke çıkarları ile birleştirerek yerine getirmektedir. Bunlarla uğraşmasını engellemek, asli görevlerini yapmak yerine ticari bir müesseseye dönüştürmek ve muhalif kimliklerinin tasfiyesi planlanmaktadır. su kaynakları, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin korunmasında mesleki açıdan gerekli değerlendirmeyi yaparak kamu yararına uyarıcı işlev görmüş, kamu zararını önleyici adımlar atmıştır. Rehinli hisseler Bu alanda en önemli örneklerden biri Türk Telekom özelleştirmesidir. 2005 yılında Türk Telekom’un yüzde 55 hissesini 21 yıl 2.5 aylığına 6.5 milyar dolara devralan OTAŞ, bu parayı yine Türk Telekom’un hisselerini rehin ederek aldığı krediyle ödemiştir. Ancak aradan geçen sürede şirket kredi borcunu kapatmadığı için rehinli hale gelen Türk Telekom hisseleri, 2018 yılında krediyi veren 3 banka tarafından kurulan ortak girişim şirketine devredilmiştir. Yaşanan süreç, EMO’nun gerek dava açarak hukuki platformlarda, gerekse basın açıklamaları ve raporlar hazırlayarak yürüttüğü mücadeleye rağmen yapılan özelleştirmenin yanlışlığını kanıtlamış ancak kaybeden ülkemiz olmuştur. Türk Telekom’un özelleştirilmesi, kamunun gelir kaybına, yurttaşların işsiz kalmasına, yönetim ve altyapı zafiyetine yol açmıştır. Enerji alanında 20 yıldır uygulanan serbestleştirme politikaları nedeniyle her isteyene lisans verildiği, doğal ve kültürel ortamı yok sayan, can suyunu bile gözetmeyen, sonra da üretim yapamayan HES’lerin yapıldığı bir dönem yaşanmıştır. Alım garantisi... Sermaye grupları için kamu gücü dev reye sokulmuş, nükleer ve kömür sant rallarına alım garantisi sağlanmıştır. An Odalar itibarsızlaştırılmak istenmekte cakşişirilmiştüketimveihtiyaçtahminleri üzerinden siyasi tercihlerle gerçekleştirilen yatırımlar nedeniyle arz fazla sı oluşmuş, bu kez de satış yapamayan Meslek kuruluşları, meslek etiği ve bilimsel esaslar çerçevesinde hareket etmektedir. İktidarın beklentisi ise meslek kuruluşlarını itibarsızlaştırarak, koşulsuz itaat eden, etkisiz ve yetkisiz birer sivil toplum örgütüne dönüştürmektir. Odalarımızın saygın konumunu lekelemeyi, mesleki faaliyetlerimizi karalamayı hedefleyen girişimler bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da başarısızlığa uğramaya mahkumdur. Bizler, mesleğimizin sorunlarını ülkemizin, toplumun sorunlarından ayrı görmeyen bakış açımızla, bugüne dek izlediğimiz yolda mücadelemize devam edecek, TMMOB’nin susturulmasına, etkisizleştirilmesine izin vermeyeceğiz. 1954’ten bu yana 66 yıllık kurumsal kimliğimizin temel özelliğini oluşturan bağımsız, demokratik ve özerk yapımızı bozdurmayacağız. Elektrik Mühendisleri Odası olarak; TMMOB bütünlüğü içerisinde iktidarın kontrolsüz güç arayışında meslek örgütlerini hedef almasına karşı tüm örgütlülüğümüzle, mesleğimize, meslektaşlarımıza ve kamu yararına sahip çıkmayı sürdürecek ve her türlü platformda gereken mücadeleyi vereceğiz. TMMOB ve bağlı meslek odaları, baskılara ve saldırılara boyun eğmeyecektir. SÜRECEK santrallara kapasite mekanizmasıyla bir nevi alım garantisi sağlanmıştır. Enerji temel bir insan hakkıdır, bu nedenle ucuz, kesintisiz ve kaliteli bir şekilde kamu tarafından sunulmalıdır. Bunu sağlamanın tek yolu da enerji alanının, kâr hırsı ile hareket eden şirketlerce değil, kamu yararını hedef alan politikalarla yönetilmesidir. Ülkemizin daha büyük açmazlarla karşılaşmaması için özelleştirme uygulamalarına son verilerek acilen yeniden kamulaştırmalar yapılmalıdır. Basın davalarının değişen içeriği... T ele1 Ankara Temsilcisi ve Kulis programı yapımcısı İsmail Dükel ile OdaTV Haber Müdürü Müyesser Yıldız’ın gözaltına alınmasından sonra akla gelen ilk soru şu oldu: Ne tür bir suçlama ile karşılaşacaklar? Bu sorunun yanıtı beklendiği gibi önceki gün öğle saatlerinde AKP’nin yayın organlarından geldi: Askeri casusluk! Bu suçlamayı yakın geçmişten tanıyoruz. 2011 yılında “askeri casusluk” operasyonları yapılmış, İzmir Hava Radar Üssü’nden Gölcük Donanması’na kadar pek çok kurum hedef haline getirilmişti. İşin şakası yoktu; Türkiye Cumhuriyeti’nin gizli belgeleri düşman bir ülke lehine, Türkiye aleyhine alınmış ve kullanılmıştı. Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 328. maddesi söz konusu suçu böyle tarif ediyordu. Çoğu muvazzaf asker 56 kişi hakkında dava açıldığında şu yorum yapılmıştı: “Bir ülkenin ordusunda bu kadar casus varsa, vay o ülkenin haline!” Dava 5 yıl sürdü. 29 Ocak 2016’da Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi şu kararı verdi: Bütün sanıkların beraatına! Dükel ve Yıldız’a yönelik suçlamayı duyunca, aklımıza ilk bu dava geldi! Avukatların, savcılardan alamadıkları bilgileri AKP’nin yayın organlarından aldığını görünce de şunu düşündük: Geçmişteki benzer operasyonlarda da mahkeme, adliyeden önce medyada kuruluyordu. Medya mahkemesi gerekli görülen suçları ve cezaları ilan ediyordu! Neyzen misali... Aynı hamam aynı tas! HHH Bir kişi ömrü boyunca suç işlemeyeceği iddiasında bulunabilir. Bu iddiasını yerine getirebilir de... Ancak ömür boyunca hiç hâkim karşısına çıkmayacağını iddia edemez! Hiç beklemediği bir anda, aklından bile geçirmediği bir suçlama nedeniyle hâkim karşısına çıkabilir. Bu bağlamda gazetecilerin de dokunulmazlığı yoktur, elbette yargılanabilir. Temel istediğimiz şudur: Adil yargılama! Ne yazık ki bu ilkenin ortadan kalktığını görüyoruz. AKP iktidarından önce de gazeteciler yargılanırdı. Biz de pek çok haberimiz nedeniyle soruşturulduk, basın savcısına ifade verdik. Böyle bir durumda, sadece yazdığımız haberin doğruluğu ana kaygımız olurdu. Avukatlarımız, “Siz ifadenizi verin, biz sonrasına bakarız” derlerdi. Büyük çoğunluğunda daha mahkeme konusu bile olmadan “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilirdi. Bir konu hariç: Melih Gökçek davaları! Nedense davayı açan Melih Gökçek’se çoğunlukla kaybederdik. Yazı aramızda, Gölbaşı’na koyduğu fıskiyeler çamur püskürtünce, tuşumuz sürçmüş, “foskıye” demişiz! Davayı açtı, doğal olarak kazandı tabii! HHH AKP döneminde ise gazeteci davaları tümüyle içerik değiştirdi. Eskiden yazdığın haberin belgesi varsa, göğsünü gere gere “Haberim doğru, işte belgesi” derdin... Şimdi o belge “casusluk” suçu... O haber, “hükümeti devirme” suçu... O haberin kaynağı ile birlikte “terör örgütü üyesisiniz”... Üyelikten kötüsü var; üye olmamakla birlikte terör örgütüne hizmet etmek! Eskiden bir haberinizde suç unsuru varsa, savcı bunu kanıtlamak zorundaydı. Şimdi, savcı “suçunu” söylüyor, sen o suçu işlemediğini ispat etmeye çalışıyorsun! Eskiden, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi geçerliydi. Yani suçun işlendiğine dair kesin veriler yoksa, bu durum sanığın lehine değerlendirilirdi. Şimdi, şüpheden savcı yararlanıyor. “Bu şüpheli durum bile suçun işlendiğini göstermektedir” diyor! Ne kadar ileri gitmişiz! Bitmedi! AKP iktidara geldiğinde devlet güvenlik mahkemeleri (DGM) vardı. Hukuk devletinden yana olanlar yıllarca DGM’lerin kaldırılması için mücadele ettiler. AKP iktidara geldikten iki yıl sonra 2004’te “devrim” yaptı, DGM’leri kaldırdı. Yerine aynı işlevi daha kötü şekilde yerine getiren özel yetkili mahkemeler getirildi. Bütün kumpas davaları bu yolla açıldı. İki savcı üç hâkimle Türkiye’nin altını üstüne getirebiliyorsunuz! DGM’lerin yerini HGM’ler aldı; hükümet güvenlik mahkemeleri! Gabriel Garcia Marquez’in bir sözü var; “Gazeteci yaşadığı çağın tanığıdır” diyor. Türkiye’de ise gazeteci yaşadığı çağın sanığı! Elbet böyle gitmeyecek... CHP baskılar için komisyon kurdu CHP’li belediyelere yönelik yapılan baskılarla ilgili parti bünyesinde CHP genel başkan yardımcıları Muharrem Erkek ile Seyit Torun’un başkanlığında bir hukuk komisyonu oluşturuldu. Hukuk komisyonunun iktidarın CHP’li belediyelere uyguladığı hukuk dışı uygulamalar, engellemeleri tespit edeceği ifade edildi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla kurulan komisyonun CHP’li belediyelere yönelik gerçekleştirilen hukuk dışı uygulamalar, baskılar ve engellemelerle ilgili çalışma yapacağı ve tespit edilen sorunlarla ilgili hukuki süreçleri yürüteceği öğrenildi. l MAHMUT LICALI/ANKARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle