24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 23 MAYIS 2020 CUMARTESİ EDİTÖR: ALPER IZBUL TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN HABER Muhalefet ve ekonomik çıkış reçetesi V irüsün birçok alana etkisi var. Ekonomi de bunlar arasında. Üretmeyen, ranta dayalı, özelleştirmelerle cepten yiyen ve faturayı vergilerle, zamlarla halka kesen bir ekonomik program iktidarda. Yıllardır uygulanan model tükenirken üstüne bir de virüs geldi. İşsizlik, pahalılık gibi sorunlar, birçok sektörün tutunmakta zorlanması gibi gelişmelerle birleşiyor. Sonuç olarak virüsün ekonomik etkilerini önümüzdeki aylarda daha fazla hissedeceğimiz kesin. İktidarın buradan çıkış için bir reçetesi var mı? Görülmüyor. Programı aynı: baskıcı bir rejim altında, hak temelli örgütlenmelerden bağımsız kılınmış emeğin sömürülmesine, kamusal kaynakların iktidar etrafındaki sermaye koalisyonunun krizini gidermek için pay ve ihale edilmesine dayalı özelleştirmeci model bu. Köklü değişim gerekiyor. Muhalefetin tam da bu noktada başka bir ekonomik modeli önermesi, örmesi zorunlu. Nitekim belediyeler bu anlamda önemli bir işlev görüyor. İktidarın sindirme, yok sayma ya da engelleme faaliyetlerinin altında, belediyelerin alttan alta oluşturduğu bu yeni dayanışmacı modelin görülmesini bastırma arayışı yatıyor. Muhalefet blokunun elindeki büyükşehir belediyeleri, artan yoksulluğa karşı olağanüstü döneme özgü dayanışma pratikleri, modelleri geliştiriyorlar. “Askıda fatura” gibi uygulamalar bunun açık örneklerinden birisi. Diğer yandan, yine muhalefet belediyeleri arasında da bir işbölümü oluşuyor. Örneğin tarımsal üretimin güçlü olduğu şehirlerden diğer büyük metropollere ulaşacak şekilde, doğrudan üreticiden tüketiciye ucuz gıda maddesi temin edilmesine dönük faaliyetler artıyor. Tarım ve hayvancılık alanında kooperatifleşme modelleri de gelişiyor. Üretimden koparılan, kentlere işçi olarak yığılmak zorunda bırakılan yurttaşlarımıza, köylerinde kalma, üretme ve ürettiğini doğrudan tüketiciye ulaştırma şansı sağlayan girişimler belediyeler aracılığıyla yayılıyor. Bunlar önemli, güzel gelişmeler; demek ki büyükşehir belediyeleri, hem yoksul yurttaşla orta tabaka yurttaşları; hem kendi belediyeleriyle diğer belediyelerin üretimtüketim zincirlerini hem de kendi şehirlerindeki köylü ile kentliyi, üretici ile tüketiciyi yeni bir dayanışma modeli ekseninde birbirine bağlayan bir motor görevi görüyor. Daha fazlası yapılabilir; ancak doğru zemin budur. Bütün bunlar olurken, belediyeler başka bir dayanışma modelini yerel düzeyde örgütlerken, muhalefetin de kamusal kaynakların kullanılmasından vergi politikalarına, üretimden tutalım da sosyal haklara kadar geniş bir alanı kapsayan ulusal siyaset alanındaki çıkış programı önerisini bu yerel modellerle uyumlu hale getirmesi, dilini bu deneyimlere göre kurması gerekiyor. “Kaynaklarımız sınırlıyken, engellerle karşılaşırken bile bunları başarıyoruz; iktidar olursak o geniş kaynaklarla neler yaparız, düşünün” mesajı daha çok işlenmeli artık. Daha fazla kooperatifleşme, daha fazla dayanışma, daha fazla işçi hakları, daha fazla tarımda ve hayvancılıkta kendine yeterlik önerisi... Bütün bu olgu ve modeller, turizmden sanayiye kadar birçok ulusal endüstri alanına uygulanabilir; diline tercüme edilebilir rahatlıkla. Dünya yeni bir döneme giriyor; neoliberal sistemle bu dönemi göğüslemek olası değil. Daha cesur, daha kamucu çözümler seslendirmek zorunlu. 16 maddenin ruhu Bunu niye yazdım? 18 Mayıs’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin bu süreçten çıkış için önerdiği 16 maddeyi açıkladı. İnceliyorum, bu buhrandan önce de önerilen, genel hatları ve dili itibarıyla Kemal Derviş Ali Babacan ekonomik programına geri dönüşü çağrıştıran bir reçeteden ötesini göremiyorum. Bu hattı çoktan geçtik. Dünya da geçiyor. Sorunları sadece kamunun şeffaf olmamasına, üst kurulların ekonomiyi yönetmemesine, liyakat ilkesinin esas alınmamasına bağlamaktan öte şeyler söylemek gerek. Elbette yolsuzluklar engellensin, elbette liyakat esas alınsın. Ancak, dağıtılan kaynaklar ve kadrolardan öte, bu kaynak ve kadroları yaratacak, üretecek, bölüştürecek yeni modelin kendisini tartışma zamanı gelmedi mi? İşte belediyeler ve koymaya başladıkları olumlu deneyimler önümüzde. Dayanışmacılık, kooperatifler, üreticiden tüketiciye pahalılıkla mücadele yöntemleri… Bütün bunlar ulusal ekonomiye genelleştirilebilir. Ana muhalefet partisi, geniş yelpazedeki muhalefet partileriyle hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, yeni bir anayasa gibi konularda ittifakını siyasal düzeyde sürdürmeli; ancak ekonomik çözümsüzlükler karşısında Derviş Babacan çizgisinin 20 yıldır tekrarlanan ekonomik analiz ve çözümlerinin seslendiricisi olmanın ötesine geçmeli şimdi. Kemal Bey 19 Mart’ta Cumhuriyet’te çıkan yazısında, kalın kalın harflerle Halkçılık vurgusu yapmış ve bunu demokrasinin temeli olarak işaretlemişti. Kesinlikle doğruydu; halkçılık bizde halk egemenliğinin siyasal düzeydeki ifadesi olarak gelişmişti. Ancak iktisadi olarak da vurgulanmalı; şartlar uygun. Bu vesileyle tüm okurlarıma iyi bir bayram diliyorum. OLAYLARIN ARDINDAKİ GERÇEK n Baş tarafı birinci sayfada AKP siyasal iktidarının basını sus turma yolundaki bir uygulaması olarak kamuoyuna duyuruldu. Bununla da kalmayacaktır. Bu olay, AKP’nin basın özgürlüğünü engellemek, muhalefet yapan basını baskı altına almak, ekono mik kıskaç altında bırakmak yönünde bir örnek olarak anılacaktır, böylece dosyaya girmiştir. Siyasal tarih gösteriyor ki ego şişkinliğinin psikolojik etkisine giren danışmanlar, siyasal iktidarların kötü puan almasına neden olurlar. Bu gazete, 96 yıldır Cumhuriyet ilkelerini, aydınlanma devrimlerini savunuyor. Kuralların tam uygulandığı demokrasi ve hukuk devletini savunuyor. Geçen hafta, tek parti döneminde, DP döneminde, darbeler döneminde, askerler döneminde gazetemize verilen kapatma cezalarının anlatıldığı bir yazı dizisi yayımlandı. Şimdi AKP’nin ekono mik cezaları başladı. Bunlar da tarihin sayfalarında yerini alacak. Basın İlan Kurumu, böylece basını baskı altına alma yönünde uyguladığı cezalarla, AKP’nin tarihe olumsuz olarak geçmesini sağlamaktadır. Bu konuda sağduyulu ve daha gerçekçi davranmaları, bağlı oldukları siyasal iktidarın lehine olur. Basın hukukunda “görünen gerçek” adını alan bir kavram vardır. Görünen gerçek, arsa üzerinde izin alınmadan yapılan “tadilat”lardır. Bu olayı ister bir bakan, ister bir milletvekili, isterse bir milyarder, kim yaparsa yapsın, bütün dünyada bir haberdir. İletişim Başkanı Altun, kendisini bu kuralın dışında tutamaz. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın özel “dokunulmazlığı” olamaz. Bunun bir kolay yolu şudur: Bir kanun hükmünde kararname yayımlanır ve “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun, kanun üstüdür, onun yaptığı işlerde kanunun zorunlu kıldığı izinleri almasına gerek yoktur” denir. O zaman iş kolaylaşır. Basın da cezalardan, kovuşturmalardan ve iddianamelerden kurtulur. Demokrasi ve hukuk devleti kolay kurulmuyor. Önce uygulayıcıların hukuka ve temel hak ve özgürlüklere saygı göstermeleri gerekiyor. Denge ve Denetleme Ağı’nın Demokrasi Talebi Raporu’nda çarpıcı sonuçlar yer aldı: Öncelik: Adalet ve eşitlik Denge ve Denetleme Ağı, 2010’dan bu yana 266 bin kişiyle yaptığı yüz yüze görüşmeler sonucunda “Türkiye’de Demokrasi Ta lebi Raporu” hazırladı. Top lumun yarısından fazlası nın yargının siyasallaştı ALICAN ULUDAĞ ğına, iktidarların savcı ve hâkimlere baskı uyguladığına inandığı belirtilen ra pora göre, 100 kişiden en az 61’i yargı nın tamamen siyasallaştığı görüşünde. KONDA’nın 20102019 yılları arasın da her ay ortalamada 2 bin 781 ve top lamda 266 bin 993 kis¸iyle yüz yüze görüs¸erek gerçekleştirdiği araştırma nın sonuçları üzerinden hazırlanan ra porda; veriler hukukun üstünlügˆü, yar gı bagˆımsızlıgˆı, es¸it vatandas¸lık, ifade özgürlügˆü, yerel yönetimler ve örgüt lenme özgürlügˆü bas¸lıkları altında ele alındı. Raporun “sonuç” bölümünde, şu değerlendirmeler yapıldı: u Toplumun neredeyse tamamı ada letin herkesin eşit olması ve haklının haksızın ayırt edilmesi anlamlarına gel diği, kanunların anayasaya uygunluğu nun denetlenmesi gerektiği, hüküme tin işlemlerinin yargının denetimine ta bi olması gerektiği konularında hemfi kir. Ancak uygulamada bu ilkeler doğ rultusunda hareket edildiği konusun da çekinceleri var. Örneğin hâkim, sav cı ve polislerin işlemlerinde karşıların dakinin kim olduğuna göre farklı dav ranabildiğini, özellikle de karşısındaki nin iktidarın adamı olup olmadığına ve ya zengin mi fakir mi olduğuna göre ay rımcılık yaptığına inanıyor. Bunun yanı sıra hâkimin kimliğinin, yani etnik köken, cinsiyet, örtünüp örtünmediği gibi özelliklerin yargıya olan güveni etkileyebileceği düşünülüyor. u Toplumun yarısı anayasa sürecinin esasen halkın görüşleri toplanarak ve değerlendirilerek yapılması gerektiği görüşünde ve temel yasaların oluşturulmasında aktif olmak istediğini gösteriyor. Toplum anayasada en fazla adalet ilkesinin, ardından eşitlik ve özgürlük ilkelerinin vurgulan ması gerektiğini belirtiyor ve devletin bekası en sonda geliyor. Toplum aynı zamanda devletten vatandaşların kimliğinden ötürü maruz kaldıkları baskılara karşı korumasını ve tüm özgürlükler ve tercihleri karşısında tarafsız kalmasını talep ediyor. u Toplumun bir kısmı eşitliksizler, ayrımcılık ve baskılardan dolayı eşit vatandaş gibi hissetmiyor. Etnik köken, din ve cinsiyet kimlikleri eşit vatandaşlığın benimsenmesinde engel oluş TOPLUMUN YÜZDE 61’İ BÖYLE DÜŞÜNÜYOR: Hükümet yargıya baskı yapıyor Toplumun yarısından fazlası hükümetin savcı ve hâkimlere baskı uyguladığına inanıyor ve bu oran zaman içinde artmış. Hatta 2017’deki bir bulguya göre yargı sisteminin doğru çalışıp ça lışmadığına dair bir soruya cevaben yine toplumun yarısından fazlası “yargı tamamen siyasallaştı, iktidarın kararlarına göre hareket ediyor” cevabını tercih ediyor. turabiliyor. Özellikle Kürtler, Aleviler ve Müslüman olmayanlar ile eşcinsellerin, toplum nezdinde eşit vatandaşlar olarak değerlendirilmesi ve onlara eşit haklar tanınması konularında bazı çekinceler ve alınacak epey mesafe olduğunu belirtmek mümkün. u Geleneksel medya hem yaygınlığını hem de güvenilirliğini yitirmiş durumda. Sosyal medya 2010’da toplumun kısıtlı bir kesiminin kullandığı bir araçken, artık toplumun neredeyse dörtte üçü kullanır hale geldi. Gazetelerin siyasi iktidarın yanlışlarını yazmalarının demokrasinin gereği olduğuna inanan çoğunlukta bir miktar düşüş olsa da, önermeyi “kesinlikle doğru” bulanlar yüzde 31’den yüzde 68’e zıplamış. İnternet ve sosyal medyadaki bir diğer sorun doğru habere erişim ve yalan haberle ilgili. u Siyasi partilerin ve adayların kampanyalarını eşit ve adil ortamda yürütebildiklerinden, yani seçimlerin adil olduğundan yana toplumun yarısının şüpheleri var, ancak altıda bir siyasi partilere güvendiğini belirtiyor. Toplumda siyasi parti üyeliği de çok düşük. u Eşitlik, adalet, haklarını elde etme talebi de cevaplar arasından öne çıkıyor. Bununla beraber şeffaf yönetim daha da altı çizilen bir mesele olarak belirlenecek gibi görünüyor. Seçim sonrası belediyelerin çalışmalarının yakından takip ediliyor olması, katılımcılık için belediye ve halk arasında karşılıklı talep olması belki de yeni bir döneme girdiğimizi gösteriyor. l ANKARA Basın meslek örgütlerinden BİK’in Cumhuriyet’e rekor ilan kesme cezasına tepki: Bu cezayı derhal kaldırın Basın İlan Kurumu’nun (BİK) Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Fahrettin Altun’un şikâyeti üzerine, vakıf arazisine kurulan çardak ve şöminenin yıkılmasını haberleştiren Cumhuriyet’e 35 gün resmi ilan kesme cezası vermesine basın meslek örgütleri sert tepki gösterdi. Meslek örgütleri, “özerklik” uyarısında bulundukları BİK’e “Eleştirel gazeteciliğe gözdağı anlamına gelen cezayı derhal kaldırın” çağrısında bulundu. ‘Susturmak istiyorlar’ BASIN KONSEYI BAŞKANI PINAR TÜRENÇ: Cumhuriyet gazetesi, Altun’un, Boğaziçi İmar Yasası’na aykırı işlemini kamuoyuna duyurduğu için, devletin gücü kullanılarak ağır yaptırımlarla susturulmak istenmektedir. BİK, Cumhuriyet’e 35 gün süreyle ilan kesme cezası vererek özgür ve bağımsız basının üzerinde “iktidar sopası” olduğunu bir daha göstermiştir. Hatırlatmak isteriz ki, BİK’in etik kurallar, tarafsızlık ilkeleri gereği, ispatlanmış gerekçelerle hareket etmesi gerekir. TÜRKIYE GAZETECILER SENDIKASI GENEL BAŞKANI GÖKHAN DURMUŞ: İletişim Başkanı’nın yaptığı inşaatın belediye ekipleri tarafından yıkılması bir haberdir. Siyasi bir çekişmenin parçası değildir. Neyin haber olup olmadığını değerlendirmek BİK’in işi değildir. Cumhuriyet gazetesine verilen ceza özerk olması gereken kurumların özerkliğini nasıl yitirdiğini göstermektedir. BİK derhal bu TGC: Eleştirel gazeteciliğe gözdağı veriyor Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu, Basın İlan Kurumu’nun gazetemize 35 gün resmi ilan kesme cezası, RTÜK’ün ise Halk TV’nin 5 programına 129 bin liralık para cezası vermesiyle ilgili açıklama yaptı. Açıklamada şöyle denildi: “Eleştirel yayın yapan medya kuruluşlarına giderek artan sayıda yayın durdurma, resmi ilan kesme ve para cezaları verilmesi rutin bir uygulamaya dönüşmüştür. Yayın durdurma, para ve resmi ilan kesme cezalarıyla eleştirel yayın yapan ku ruluşların ekonomik olarak zayıflatılıp kapanmalarına neden olacak bir yaklaşım sürdürülmektedir. Eleştirel medyaya bedel ödetilmekte, iktidara yakın medyanın şiddeti öven ve destekleyen açıklamaları görmezden gelinmekte ve cezasızlık yaklaşımı uygulanmaktadır. Israrla bir kez daha diyoruz ki; gazetecilik suç değildir. RTÜK ve BİK’i bir kez daha kararlarında tarafsız davranmaya, anayasaya, basın ve düşünceyi ifade özgürlüğüne saygılı olmaya davet ediyoruz.” cezayı ortadan kaldırmalı ve talimatlara göre değil yönetmeliklerine göre faaliyetini sürdürmelidir. ÇAĞDAŞ GAZETECILER DERNEĞI GENEL BAŞKANI CAN GÜLERYÜZLÜ: Cumhuriyet’i, hukuksuz davalar ya da açıktan tehditlerle susturmak isteyip de susturamadıklarını görenler, belli ki amaçlarına maddi baskılarla ulaşmak istemektedir. BİK ceza kesme yeri değildir, aksine basın organları ile gazetecileri maddi olarak desteklemekle yükümlü bir kamu kurumdur. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve hiç kimse dokunulmaz değildir, Fahrettin Altun da dahil. Yetkilileri hukuksuz işlemlerine son vermeleri konusunda uyarıyoruz. SINIR TANIMAYAN GAZETECILER ÖRGÜTÜ TÜRKIYE TEMSILCISI EROL ÖNDEROĞLU: Son yıllar bize gösterdi ki demokratik, özerk kurumsallaşmanın bo zulup politik otoriter hiyerarşinin hizmetine sokulması adaletin değil kayırmacılığın yolunu açar. Sulh Ceza Hâkimliği’nin gazetecilik dersi vermeye yeltenerek kopyala yapıştır kolaycılığıyla sansür kararı aldığı bir haberle ilgili şimdi de BİK “etik otorite” olarak tüm imkânları seferber etmiş görünüyor! Bu ve buna benzer hukuka aykırı, dize getirme amaçlı müdahalelerin son bulmasını talep ediyoruz. ULUSLARARASI BASIN ENSTITÜSÜ TÜRKIYE PROGRAM KOORDINATÖRÜ RENAN AKYAVAŞ: Gerçeklere dayalı haberciliğin, Türkiye’de bazı yetkilileri rahatsız ettiği için cezalandırılmaya çalışılması tüm basın özgürlüğü ilkelerinin ihlali anlamına geliyor. İletişim Başkanlığı’na direkt olarak bağlı BİK’in haberin Basın Ahlak Esaslarını ihlal ettiğini açıklaması kurumun saygınlığına büyük darbe indiriyor. l Haber Merkezi BARO BAŞKANLARI: Hukuk devletiyle bağdaşmıyor Basın İlan Kurumu’nun gazetemize verdiği 35 gün resmi ilan kesme cezasına hukukçular da tepki gösterdi. İstanbul, Ankara ve İzmir Barosu başkanları demokratik hukuk devletiyle bağdaşmayan cezanın Cumhuriyet’i susturmaya yönelik olduğuna dikkat çekti. İSTANBUL BAROSU BAŞKANI AVUKAT MEHMET DURAKOĞLU: Halkın haber alma özgürlüğünün ifadesi olan basın hürriyeti herhangi bir kişi için, üstelik kamuya mal olmuş bir kişi için yurttaşlarına haber verirken, muhatabı da sadece gazete ve o kişidir. Böyle bir ilişki içerisinde gerçekten kanuna aykırı bir durum söz konusu ise kişinin tekzip hakkı kullanmasından, şikâyet hakkı kullanmasına kadar pek çok müeyyide basın kanunda yer alıyor. Bunun karşılığında bir devlet kurumunun devreye girmesi suretiyle kişisel olarak ortaya çıkan bir tartışmanın kamuya mal edilmesi ve cezaya dönüştürülmesi bir hukuk devletinde, demokratik devlette asla kabul edilemeyecek bir sonuçtur. ANKARA BAROSU BAŞKANI ERINÇ SAĞKAN: Cumhuriyet bu şekilde ekonomik olarak yıpratılmaya, kapatma noktasına getirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca bir şekilde ekonomik bir baskı yaratılarak kendi üzerinde bir otokontrol yaratılarak özgürce haber verme hürriyetinden yoksun bırakma gayreti olarak yorumluyorum. Bizim yasalarımızda gerçeği yansıtmadığı iddia edilen haberlere ilişkin yasal yöntemler ve tekzip müessesi zaten vardır. Niyetin gazeteye dönük olarak gazeteyi ekonomik bir kaosa sürükleyerek halkın haber alma hakkını kısıtlamak olduğunu açıkça görüyoruz. ‘Art niyetin göstergesi’ İZMIR BAROSU BAŞKANI ÖZKAN YÜCEL: Cumhuriyet gerçekleri kamuoyunun gündemine taşıyor. Kararı veren kurumun haberde ismi geçen şahısla ilişkisi açıkken, bu kadar yüksek bir ceza verilmesi aslında art niyetle hareket edildiğinin göstergesi. l İSTANBUL/Cumhuriyet Koronavirüs Silivri Cezaevi’nde CAN ALDI! Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı, Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları’nda bir hükümlünün koronavirüs nedeniyle öldüğünü açıkladı. Savcılık cezaevinde toplam 82 hükümlü ve tutukluda koronavirüs tespit edildiğini belirtti. AĞIR HASTA TUTUKLU SABRI KAYA Tahliye edildikten saatler sonra öldü Osmaniye’de defalarca tahliye talebinde bulunulan hasta tutuklu Sabri Kaya, tahliye edildikten kısa süre sonra yaşamını yitirdi. Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan ağır hasta tutuklu Sabri Kaya, durumu ağırlaşınca önceki gün Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’ne sevk edildi. Kaya hakkında önceki gün tahliye kararı verildi. Sabri Kaya tahliye kararından birkaç saat sonra ise yaşımını yitirdi. 3 kez yoğun bakıma alınıp “Durumu iyi” denilerek, yoğun bakımdan çıkarılarak cezaevine tekrardan götürülen Kaya’nın avukatı İlhan Öngör yaptığı açıklamada “Anayasa Mahkemesi’nin infaz erteleme ve hastaneye yatırma tedavi edilmesi talebimize ambulans kapıda bekliyor gibi bir gerekçeyle reddetmesi sonucunda gelinen nokta budur. Kendi gözetimi altında bulunan Sabri Kaya’nın yaşam hakkını devlet koruyamamıştır” dedi. l Haber Merkezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle