24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 16 MAYIS 2020 CUMARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gökteki Yıldızlar! PROF. DR. SUAT GEZGIN YEDITEPE ÜNIVERSITESI AVRUPA ÇALIŞMALARI ENSTITÜSÜ İnsanlık tarihi, mitlerle doludur. Yüzyıllardır yaşadığı evreni ve dünyayı anlamlandırma çabasında olan insan, cevabını merak ettiği soruların, kurduğu hayallerin, yaşadığı tecrübelerin ayrıntılı bir resmini çizmeye çalışmıştır mitlerle. Birçok kültürün temelinde yer alan mitler, geçmişte insanlığın evrenin bilinmezliği karşısındaki tavrının bir ürünüyken, günümüzde insanlığın en temel düşüncelerini anlamamızı sağlayan bir anlatımlar bütünü olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanı, yaratıcı güçlerin, tanrıların, devasa canavarların, kahramanların dünyasında gezdiren bu olağanüstü hikâyelerde “kadın” imgesi çok sık kullanılmıştır. Mitlerin kültürlerin düşünüş temellerini oluşturduğu savından hareketle evrensel düzeyde, toplumların kadına bakışını anlayabilmek için mitlerdeki kadın imgesine göz atmakta fayda vardır. “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” Mustafa Kemal Atatürk Anaerkilden Ataerkile İnsanlık tarihinin ilk çağlarında etkin bir role sahip olan kadınlar, üretim faaliyetlerinde yer almaktaydı. Erkekler ise güç, kuvvet isteyen avcılık gibi işlerle uğraşıyorlardı. Kadının olağanüstü bir çabayla yaşamsal her türlü ihtiyacı karşılayabilecek tarzdaki üretim faaliyetleri, onun gücünün de bir göstergesiydi. Öte yandan kadının doğurganlığı da onu gizemli yapıyor ve bu nedenle kadınlar doğa ile özdeşleştiriliyordu. Nitekim ilkel çağlarda ana soyunun egemen olduğunu görüyoruz. Ne zaman ki taş devrinden tunç devrine geçildi, erkekler el araç gereçleri kullanmaya başladı, işte o zaman söz sahibi kadınların yerini, erkekler aldı. Ataerkil aile tipinin tarih sahnesinde yer almaya başlamasıyla kadın, doğurganlığı ölçüsünde değerli hâle geldi ve kadının yaşamında değişimler ortaya çıktı. Bu değişimleri de en iyi mitlerde görebiliyoruz. Yunan mitolojisinde, toplumu oluşturanlar yalnızca erkeklerdi. Bir gün Tanrılardan Prometheus, Zeus’tan ateşi çaldı ve insanlara armağan etti. Bunun üzerine öfkelenen Zeus, erkekleri cezalandırmak için kadını yaratmaya karar verdi. Hephaistios’a emir vererek balçıktan bir kadın figürü yapmasını istedi ve böylece Antik Yunan’da ilk kadın kabul edilen Pandora doğdu. Zeus, Pandora’yı dünyaya gönderirken ona bir kutu verdi ve bu kutuyu asla açmamasını söyledi. Ancak Pandora merakına yenik düşerek kutuyu açtı. İşte o andan itibaren kutunun içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başladı. Ne olduğunu anlayamayan Pandora, kutuyu kapattığında kutunun içinde yalnızca “ümit” kalmıştı ve insanlığın “ümitsizliği” artık kadının “ümitsizliği” olmuştu. Kadının erkekten sonra ve erkeği cezalandır Atatürk, devrimin merkezine kadınları koymuş; Kemalist devrim, kadınlara verdiği haklarla tüm dünyaya örnek olmuştur. ma aracı olarak yaratılması, kadının merakı yüzünden(!) kötülüklerin dünyaya yayılması... Kadın daha en baştan kaybedendi. Öte yandan Yunan mitolojisinde gökyüzü eril iken, doğa ve yeryüzü dişildi. Yani erkek göklerdeydi, tanrısal ve güçlüydü; kadın ise yeryüzündeydi, erkek kadını her daim yukarıdan izleyendi. Kadına biçilen “Kötü” rol İbrani mitlerindeyse dem’in ilk eşinin Lilith olduğunu görüyoruz. Tanrı’ya karşı gelen, başkaldıran bir kadın, Lilith. Mite göre, Tanrı, Havva’dan önce dem ile birlikte Lilith’i yaratmıştı. Lilith, dem’in kendisine eşit olduğunu düşünüyordu ve onun altında olmayı reddediyordu. dem ise ısrarcıydı ve bir gün bu ısrarlara dayanamayan Lilith çekip gitti. Gittiği yerde Kızıldeniz’in cinleri ile birlikte oldu, bir sürü çocuk dünyaya getirdi. Bunun üzerine Tanrı, Lilith’e geri dönmesi için meleklerini yolladı. Ancak Lilith dönmeyi reddetti ve Tanrı’ya başkaldırdı. Çok sinirlenen Tanrı, Lilith’in dönmesi için her gün onun bir çocuğunu öldürmeye başladı. Lilith de dem’in soyundan gelen çocuklara musallat olacağını söyledi. Birçok mitte ve inanışta kadın ayıplı, kabahatli ve günahkâr sayılmaktadır. Lilith mitine göre de “günahı yeryüzüne indiren” kadındır. Buna karşın az da olsa anaerkil motiflerin ağır bastığı; kadının özgür olduğu mitler de karşımıza çıkmaktadır. Kızılderili mitleri buna örnek gösterilebilir. Öyle ki bir Kızılderili atasözü şunları söyler: “Kadınların ezelden beri bildiği kâinatın dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere değişmeye başlayacaktır.” Aydınlanma kadınlarla mümkün İnsanlığın kökeniyle ilgili mitlerde kadın imgesine baktığımızda; kadının üreme işlevinin ön planda olduğunu ve üreme işlevi dışındaki özelliklerinin göz ardı edilerek erkekten aşağıda konumlandırıldığını görüyoruz. Erkek, gücü, iktidarı, mücadeleyi simgelerken kadın, erkeğin gölgesinde ve itaatinde yaşamını sürdüren, Tanrı’ya “başkaldıran”, erkeği “baştan çıkaran”, yeryüzüne “günah saçan” kişi olarak tasvir edilmektedir. Kısacası mitler, toplumdaki ataerkil düşünüşü besleyerek günümüze kadar taşımıştır. Yüzyıllar içinde cinsiyetçi söylemler oluşturarak bu söylemleri toplumun temel dinamikleri arasına yerleştirmiştir. Kadının her daim ötekileştirilmesi, ezilmesi çok kadim bir mesele ve çok eskilere dayanmakta; bugün karşı karşıya olduğumuz birçok toplumsal sorunun altında insanlığın başlangıcından miras kalan bu düşünceler yatıyor. Tarih sahnesinde her zaman arka planda kalan kadının, geleceği mitlerle çiziliyor ve “modern mitlerle” devam ettiriliyor. Bunun önüne geçmek içinse geçmişte insanlığın ortak hafızasına kazınan cinsiyetçi kodları kökten değiştirmek gerekiyor. Evrensel boyutta bir değişimle, dünya üzerindeki tüm kadınların hak ettiği değeri görebileceği, daha fazla söz sahibi olabileceği, değişim ve özgürlük ışığını yakıp tüm dünyayı aydınlatabileceği, her türlü baskıdan, şiddetten uzakta yakın bir gelecek temennisiyle... Unutmayalım ki kadınlar gökyüzündeki yıldızlardır, karanlığı ışıklarıyla aydınlatan... ‘Cambaza bak’mamalı İBRAHIM BERKSOY / MAKINE MÜHENDISI Türkiye’deki dar görüşlü iç siyasal gündem son derece sığ ve yapaydır. Oysa ülkenin “sosyal gündem”i, gereksiz iç siyasal çekişmeleri çoktan aşmıştır. Bu iki gündem arasında neredeyse uçurum var. Yıllar önce, 12 Mart Muhtırası (1971) öncesinde, muhtıraya da dayanak oluşturan meşhur bir söz vardı: “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı.” Sözün sahibi dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’tı. Türkiye’de sendikal hakların kısıtlanmasına yönelik girişimlere karşı 1516 Haziran 1970’teki büyük işçi direnişi sonrası söylenmiş bir sözdü. Bu sözün ardından yaklaşık 9 ay sonra “sosyal uyanış”ı bastırmak için otoriter bir “ara rejim”e girdi ülke. 24 Ocak darbesi 12 Eylül öncesinde de sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştı. 24 Ocak 1980’de emeği yoksullaştıran, kemer sıkmaya ve borç ekonomisine dayalı bir “ekonomik düzen” tesis edilmeye çalışıldı. Sosyal uyanışın yükselişte olduğu, onca eksikliklerine karşın demokratik toplum düzeninin kendisini korumaya çalıştığı, bol geldiği söylense de anayasal düzenin yürürlükte olduğu bir “siyasal ortam”da 24 Ocak 1980 tarihli ekonomik kararlar dikensiz gül bahçesindeymiş gibi itirazsız, direnişsiz uygulanamazdı. Bu yüzden ülke, 24 Ocak kararlarından yine yaklaşık 9 ay sonra “ara rejim”in de ötesinde “askeri darbe”ye maruz kaldı. Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığı bir ortamda 24 Ocak gibi borçlanmaya ve emeğin yoksullaştırılmasına dayalı kemer sıkma politikaları uygulana Böylesi kriz anlarında yönetebilmek, duruma vaziyet edebilmek adına otoriterlik eğilimleri belirginleşir, baskı ve yasaklamaların alanı genişledikçe genişler. Olan budur. mayacağı için o “acı reçete” halka askeri darbe ortamında içirilebildi. 12 Eylül askeri darbe ortamında “arazi temizlenmiş”, ülke dikensiz gül bahçesine çevrilmiş, tüm demokratik toplum düzeni (siyasal partiler, dernekler, sendikal faaliyetler, grevler, boykotlar vb.) kesin bir biçimde “tasfiye” edilmişti. İçinde bulunduğumuz salgın günlerinde yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada, özellikle de baskıcı, otoriter rejimlere benzeyen zengin ülkelerde (ABD, Brezilya, İngiltere, Japonya vb.), sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı. İŞKUR bürolarının önü uzayan işsiz kuyruklarıyla dolu. Mevcut ekonomik düzenler (kurulu düzenler) bu ağır salgın ortamının ortaya çıkardığı sefaleti göğüsleyebilecek kapasiteden oldukça uzak. Tam da bu nedenle, siyasal iktidarlar, salgının ortaya çıkardığı, artık gizlenmesi mümkün olmayan eşitsizliği, adaletsizliği, yoksulluğu, çaresizliği göğüsleyebilmek yerine “yönetebilmek” için giderek otoriterleşmekte. Salgının toplumsal etkisini, “sosyal uyanış”ı bastırabilmek için sürekli “yapay gündemler” icat ediliyor. Anlamsız darbe tartışmaları, ülkenin ana muhalefet partisini “tasfiye” planları, ülkenin anayasal kurumlarını (barolar, meslek odaları vb.) yetkisizleştirme, işlevsizleştirme çabalarının toplumdaki sosyal uyanışı baskılama ve ekonomik çöküntüyü, sefaleti bir şal gibi örtme amacıyla gündeme getirildiği besbellidir. Bir yanda gazetelerdeki işsizlik haberleri, İŞKUR bürolarının önündeki uzayan kuyruklar, iş cinayetleri, kadına yönelik şiddet, hapisteki gazeteciler, siyasetçiler, belediyelere keyfi olarak atanan kayyımlar gerçeği; öte yanda yapay gündem (muhalefeti toptan tasfiye planları, milli/gayri milli ayrımını derinleştirme çabaları, ötekileştirme, konjonktüre göre her dönemde yeniden tanımlanan “beka” meselesi vb.) arasındaki derin “uçurum”un biricik nedeni sosyal uyanışın, bir kez daha, ekonomik gelişmeyi aşmış olmasıdır. Sosyal uyanış, 31 Mart 2019 belediye seçim sonuçları ile kendisini açıkça göstermiştir. Bu uyanış, 23 Haziran 2019’da yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sonuçlarıyla birlikte kendisini iyiden iyiye hissettirmiştir. Gelecek dönemin siyasetini işte bu “sosyal uyanış” belirleyecektir. Bu artık açıkça görülmektedir. ‘Yönetememek ve otoriterleşme’ Yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada toplumsal çelişkilerin ekonomik kriz anlarında giderek keskinleştiğini herkes bilir. Büyük ekonomik kriz anlarında yöneticiler artık yönetemez hale gelir, yönetilenler de artık böyle yönetilmek istemezler. Böylesi kriz anlarında yönetebilmek, duruma vaziyet edebilmek adına otoriterlik eğilimleri belirginleşir, devlet şiddeti artar, baskı ve yasaklamaların alanı genişledikçe genişler. Olan budur. Salgın günlerinde ortaya atılan yapay gündemler, iç siyasal çekişmeler, yaşadığımız derin çelişkileri, yoksulluğu, işsizliği, emeğin değersizleştirilmesini, çaresizliği, sefaleti bir şal gibi örtmekten, “cambaza bak” demekten başka bir anlamı yoktur. www.cumhuriyetkitap.com i=&5ş1%&1<"3"$"ó+1+= "/+h9&5şh/&5ş1ş=%& 18.00 TL 10.80 TL 18.00 TL 10.80 TL 46.30 TL 27.78 TL 32.00 TL 19.20 TL 45.67 TL 25.00 TL 18.52 TL 11.11 TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle