16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 NİSAN 2020 CUMA EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN olaylar ve görüşler 80. YILDÖNÜMÜNDE hâlâ AYDINLIK KÖY ENSTİTÜLERİ Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ 19231946 “Devrimci Cumhuriyet Dönemi”, eğitim ve kültür dünyasında toplumu ortaçağdan, yeni çağa taşımak adına yoğun arayışların yaşandığı ve hayata geçtiği dönemin adıdır. Mustafa Necati dönemi ve Dr. Reşit Galip dönemi de çok önemli eğitimkültür atılımların yapıldığı yıllardır. 1936 yılının Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’dır ve 40 bin köyün 35 bini okulsuz ve öğretmensizdir, Cumhuriyet çare aramaktadır. Mustafa Kemal, askerliğini başarıyla yapmış köy kökenli çavuş ve onbaşıların altı aylık kurslardan geçirilerek “eğitmen öğretmen” olarak yetiştirilmesi önerisini yapar. Bu proje Köy Enstitülerine giden yolculukta çok önemli bir kilometre taşıdır. Tonguç’un köy incelemeleri ve gözlemleri sonrası 11.06.1937’de TBMM’de kabul edilen ve Resmi Gazete’de 3639 No ile yayımlanan Köy Eğitmenler Yasası’nın ilk maddesi “Nüfusları öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin öğretim ve eğitim işlerini görmek, ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri istihdam edilir” şeklindedir. Yasanın birinci maddesinden anlaşılacağı gibi eğitmen öğretmenden eğitim öğretim hizmetleri dışında modern tarım ve hayvancılığı da köye taşıması da beklenilmektedir. ‘Taklit değil, Türkçe buluş’ 1938’in Milli Eğitim Bakanı HasanÂli Yücel, bakanlığın tüm basamaklarında görev yapmış felsefe eğitimi almış ve Mustafa Kemal’i çok iyi anlayan bir eğitim ve kültür adamıdır. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, dönemin tüm düşünürlerin eğitime bakışlarını ve uygulamalarını Türkiye koşullarına sentezleyen kuramcı ve uygulayıcıdır. Tonguç emeği ile şekillenen Eğitmen Kursları, Köy Öğretmen Okulları deneyimleri ardından 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri Yasası TBMM’de ka bul edilir. Yücel, TBMM’nde yaptığı konuşmada enstitüleri “Köy Enstitüleri ilkesi, bu pratik ilke tamamıyla bizimdir. Taklit değildir, Türkçe buluştur” ifadeleri ile tanımlar. Yasanın birinci maddesi “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere tarım işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Milli Eğitim Bakanlığı’nca Köy Enstitüleri açılır” ile ifade edilir. Görüldüğü gibi amaç yine köye sadece öğretmen değil, köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmektir. 19401947 kuruluş süreci sonrası ülkedeki siyasal iklimin değişimi ile Yücel ve Tonguç görevlerinden ayrılmış ve enstitülerin özgün kazanımları tek tek terk edilmiştir. 1950 yılında karma eğitime son verilmiş ve Köy Enstitüleri 1954 yılında ilköğretmen okullarına dönüştürülmüştür. Kazanımı çok Köy Enstitüleri, nüfusun yüzde seksen beşinin köyde ortaçağ koşullarında yaşadığı, okuma yazma oranının çok düşük ol duğu köylere uygarlığı, teknolojiyi ve aydınlanma düşüncesini, “eğitim hakkını” köyün kendi çocuklarıyla taşımayı amaçlamıştır. Enstitü düşüncesi bu anlamda ilerici, hümanist bir Tonguç tasarımıdır. Kuruluşunun 80. yılında Köy Enstitüleri düşünsel olarak günümüzün arayışlarında “eğitim hakkı, nitelikli eğitim ve insanlaşma, özgürleşme, toplumsallaşma” penceresinden zengin bir deneyim olmaya devam etmektedir. Türkiye, aydınlık geleceğini eğitim alanında yapacağı reformlarla gerçekleşecektir. Bu eğitim reformunda temel amaç, akıl ve bilimin rehberliğinde, evrensel pedagojinin kazanımlarıyla ülkenin tüm çocuklarına “nitelikli eğitim” vermektir. Bu arayışta en önemli referans, Köy Enstitülerinin “insan, sanat, demokrasi” merkezli eğitim sistemidir. Günümüzde ilerici siyaset kurumunun ve yerel yönetimlerdeki dostlarımız kent varoşları ve kırsalda eğitim hakkından yararlanamayan toplum kesimleri için enstitü düşüncesinden esinlenecekleri pek çok kazanımın olduğu açıktır. Anılarına saygıyla Yerel yönetimlerin, içinde bulunduğumuz ülke koşullarında eğitim sorunlarını gündemlerine almaları artık bir zorunluluğa dönüşmüştür. Ayrıca siyasal iktidar olmaya hedef alan siyaset kurumu enstitülerin güncel karşılığı olacak şekilde “Kent Enstitüleri” veya “Meslek Enstitüleri” gibi adlarla büyük kent çeperlerinde ve kırsal bölgelerde çocuklarımızın tüm boyutlarıyla gelişimini sağlayan “yeni okul” projeksiyonunu mutlaka gündemlerine alacaklardır. Tüm bu uygulamaları yaparken enstitü düşüncesinin düşünsel temellerini, özünü kaybetmemek ve enstitü düşüncesini piyasanın reklam aracına dönüştürmemek esas olmalıdır. Köy Enstitülerinin 80. kuruluş yıldönümünde, bizlere enstitü aydınlığını armağan eden kurucuları Yücel, Tonguç ve 17 bin 300 Köy Enstitülü eğitimci kahramanının anılarına saygıyla... Bir başka çağın okulları Erdal Atıcı Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Bugün, kuruluşunun 80. yılında, ülkemizdeki can yakıcı korona salgını nedeniyle kapandığımız evlerimizde kutladığımız Köy Enstitüleri, Atatürk’ün yarattığı devrimci ruhla çalışan; özverili, ülkücü yöneticilerin üstün çabalarıyla kurulmuş, gelişmiş, başarılı olmuş ve geleceğe bırakılmış, özgün, pırıltılı, en önemli eğitim mirasımızdır... Bu noktada, başta eğitimle ilgili fikirleriyle yol gösterici olan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü, Hasan Âli Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u, bu kurumlarda görev almış müdürleri, öğretmenleri ve bu okullarda yetişen 17 bin 341 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen, 1599 sağlık memurunu da saygıyla anmanın bir vatanseverlik borcu olduğunu da belirtmeliyiz. Büyük özlem Köy Enstitülerinin kuruluşunda ve işleyişinde görev alan kahramanlar, birer dava adamıydı ve davalarını bu dünyadaki bütün değerlerin üstünde tuttular. Yoktan var edilen bir ülkenin yerden kalkmasının her aşamasında yüksünmeden ve bir çıkar gözetmeden görev alan bu kuşağın, Cumhuriyetin birçok eserinde alın teri ve emeği vardır. Bu emek öyle görmezlikten gelinecek, küçümsenecek, kolay kolay unutulacak kadar da basit değildir. Köy Enstitülerinde eğitimin ana ilkesi; “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim”dir. Ders, bina yapmak, ağaç dikmek, tavuk yetiştirmek, hastalıkla savaşmak, makine kullanmak, kooperatif yönetmektir. Öğrenci hem hayatı, hem zorluklarla savaşmayı, hem de bilgiyi kültürü, iş içinde öğrenecektir. Köy Enstitülerinde iş, ahlakın da kaynağı sayılıyordu. Köy Enstitüleri eğitim tarihine; çok önemli miras bırakmıştır. Birçok ülke bu mirastan yararlanmış, hâlâ yararlanmaktadır. Köy Enstitülerin kuruluşunun üstünden 80, kapatılışının üstünden 66 yıl geçmesine rağmen, bugün hâlâ o ışıklı okulları özlemle arıyoruz. Bunun en büyük nedeni; enstitülerde uygulanan; üretkenliğe yönelik iş ve teori eğitiminin birlikte yapılamamasının yanı sıra, bugün öğrencilerimizin hâlâ; sanat, edebiyat, müzik ve kültürel çalışmalardan yeterince yararlanamamasıdır. Köy Enstitüleri eğitim tarihine çok önemli miras bırakmıştır. Birçok ülke bu mirastan yararlanmış, hâlâ yararlanmaktadır. Biz de bu zengin mirastan yararlanıp, çoğu ilkelerini yeniden yaşama geçirebiliriz diye düşünüyoruz... Ne yapılmalı? Köy Enstitüleri ihmal edilmiş geniş kitleyi hedef almıştı, bugün, yalnızca çocuk işçi sayısının 2 milyona dayandığını düşünürsek, geniş kitlenin eğitimi hala ihmal edilmektedir. İvedilikle bölge koşullarını, köykent farklılıklarını, fırsat ve olanak eşitsizliği göz önünde bulundurularak yeni programlar ve sınav sistemleri oluşturulmalıdır. Çocuklara yalnız ezbere ve hafızaya dayalı eğitim verilmemelidir. Köy Enstitülerinde olduğu gibi öğrenciler okumaya, düşünmeye, düşündüklerini söylemeye, sormaya ve sorgulamaya yöneltilmelidir. Köy Enstitüleri demokrasinin öncü kurumuydu, öğrenciler yönetime katılırlardı. Bugün demokrasiyi yaşatmak ve geleceğe taşımak istiyorsak, ilkokuldan üniversiteye, bütün okullarda öğrenciler yönetime ve karar alma süreçlerine katılmalıdır. Köy Enstitülerinde öğrencilere kendi çıkarlarından önce toplum çıkarları öğretilmiştir. Bugün ise çocuklar, kendi çıkarlarını düşündükleri bir yarışma sisteminin içinde yetiştirilmektedir. Koronavirüsün yeniden ortaya çıkardığı, eğitimin temel ilkelerinden biri olan “her yerde eğitim” ilkesi bundan böyle de uygulanmaya devam etmeli, artık okulları yaşama taşımak, yaşamı okullara taşımak bir zorunluluk olmalıdır. İş eğitimi her alanda mutlaka yaşama geçirilmelidir. İşlevsel eğitim Köy Enstitülerinde olduğu gibi öğrencilere bedenini, bilincini, duyarlılıklarını, ahlakını, duygularını olgunlaştıran bir eğitim verilmelidir. Köy Enstitülerinde olduğu gibi eğitim yaşamsal ve işlevsel olmalı, gençleri yaşama hazırlamalı, yaşamı sevdirmeli, yaratıcılığını artırmalı, iş sahibi yapmalıdır. Köy Enstitülerinde olduğu gibi eğitim, ulusal, bilimsel, laik, demokratik, parasız ve karma olmalıdır. Kız öğrencilerin eğitiminde pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. ATATÜRK ‘Tekalifi Milliye’yi anlatıyor4 Sıcak gündem dolayısıyla zorunlu olarak ara verdiğim “ATATÜRK “TEKÂLÎFİ MİLLİYE”Yİ ANLATIYOR” yazılarıma, Atatürk’ün Meclis’e Başkomutanlık önergesini verdikten sonra neler olduğunu anlatan sözleriyle devam ediyorum. HHH Başkomutanlığıma Yapılan İtirazlar Efendiler, bu önergem, güya bana güvendiklerini belirterek öneride bulunanların gizli niyetlerini açığa çıkarmalarına yol açtı. Derhal itirazlar başladı. Bir defa, “Başkomutanlık unvanını veremeyiz” dediler. “O, Büyük Millet Meclisi’nin manevi şahsiyeti içindedir. Başkomutan vekili denilmelidir.” İkinci olarak, “Meclis’in yetkisini kullanmak gibi bir ayrıcalığın verilmesi asla söz konusu olamaz” görüşünü ileri sürdüler. Ben, padişah ve halifeler tarafından verilegelmiş köhne bir unvanı takınamayacağımı; yapacağım görev fiilen başkomutanlık olduktan sonra bu unvanı olduğu gibi vermekten çekinmeye yer olmadığını belirterek, görüşümde ısrar ettim. Durum, Meclis’in gördüğü ve açıkladığı gibi olağanüstü olduğuna göre, benim de alacağım kararlar ve yapacağım uygulamaların olağanüstü olması gerekeceğine kuşku yoktu. Düşüncelerimi ve kararlarımı hızlı ve kesin bir biçimde gerçekleştirmek ve uygulamak zorunluluğu vardı. Bakanlar Kurulu’ndan, Meclis’ten izinler isteyerek gecikmelere yol açmaya durum uygun olmayabilirdi. Bütün ülkeyi ve ülkenin bütün kaynaklarını kapsaması gereken emir ve genelgelerim için, her işin bakanından veya Bakanlar Kurulu’ndan görüş ve izin almak, benim yapacağım Başkomutanlıktan beklenen yararları sağlayamazdı. Onun için kayıtsız koşulsuz emir verebilmeliydim. Bunun için de, Büyük Millet Meclisi’nin yetkisi, bana aktarılmalıydı. Bunu, başarı için zorunlu görüyordum. Onun için bu noktada da ısrar ettim. Salâhattin Bey, Hulusi Bey gibi bazı milletvekilleri, Meclis’in, yetkisini bir kişiye vermekle işlevsiz kalacağından, milletten aldığı vekâleti başkasına devretmeye yetkisi bulunmadığından ve esasen orduya komuta edecek kişiye Meclis yetkisinin verilmesinin söz konusu olamayacağından ve buna gerek bulunmadığından söz ettiler. Meclis’in yetkisini kullanabilecek bir kişiye, milletvekillerinin kişisel olarak güven duymamaları olasılığından da söz edenler oldu. Ben, bu görüşlerin hiçbirini reddetmedim. Hepsini doğru bulduğumu belirttim. Meclis’in bu noktayı çok dikkatle ve önemle değerlendirip incelemesini söyledim. Yalnız, kendileri için korkanların telaşlarına yer olmadığını söyledim. Sorun 4 Ağustos’ta bir karara bağlanamadı. (Emre Kongar Seçkisiyle NUTUK, ss. 141142) HHH Sevgili okurlarım, görüldüğü gibi “TEKÂLÎFİ MİLLİYE”, bugünle mukayese edilmesi asla olanaklı olamayan, Kurtuluş Savaşı’nın en kritik anında verilen bir Başkomutanlık yetkisi sonrasında çıkarılan emirlerdir. Bu yazı dizisinde, Atatürk’ün bunu nasıl anlattığını aktarıyorum. Arkası var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle