17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 14 NİSAN 2020 SALI EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İnternet Yaşamdır PROF. DR. OSMAN COŞKUNOĞLU 22. VE 23. DÖNEM MILLETVEKILI Üç yıl önce kaybettiğimiz, ülkemizde “internetin babası” diye anılan Mustafa Akgül bundan 20 yıl önce “İnternet yaşamdır” sloganını ortaya atmıştı. O zamanlar, hatta yakın bir zamana kadar bu sloganın aslında çağımızın bir gerçeğinin saptaması olduğunun farkına pek varılmamıştı. Evlere kapandığımız şu günlerde ise yaşamın hemen her boyutunun internet tarafından desteklendiğini, hatta internet sayesinde mümkün olduğunu hemen herkes anladı. Ülkemizde internet daha çok ve yaygın olarak sohbet için kullanılıyordu. Okulların kapalı ve insanımızın evde durduğu şu günlerde ise eğitimden bakkaliye alışverişine, iş toplantılarından dünyanın ünlü müzelerini gezmeye kadar hemen her ihtiyacımızı internet üzerinden karşılayabiliyoruz. 1319 Nisan İnternet Haftası. Hafta boyunca ilgili STK’ler tarafından yapılacak etkinlikler de internet üzerinden olmak zorunda. Bunlar arasında, sosyal ağlarda #İnternetYaşamdır ve #İnternetHaftası2020 etiketi (hashtag) ile yapılacak bilgilendirici ve katılımcı paylaşımlar da var. Bu paylaşımlarla, gerek internetin pek bilinmeyen zenginlikleri ve bunlardan nasıl yararlanılacağı, gerekse ülkemiz internetinin sorunları üzerine somut bilgiler sunulacak. Toplumumuz yaygın şekilde bu paylaşım kampanyasına katılırsa, salgın krizinin yarattığı veya su üstüne çıkardığı bazı fırsatlar değerlendirilmiş olur. Krizin fırsatları Hemen her kriz, tehditler yanında fırsatlar da yaratır. COVID19 salgınının yarattığı sağlık ile ilgili tehditlerin yanı sıra, salgın öncesi de var olan ama yeterince dikkat çekmeyen bazı sorunlar ve olanaklar da kriz sırasında ortaya çıkıyor. Hem bu sorunların üstüne gitmek, hem de daha önce farkında olmadığımız olanakları değerlendirmek önümüzde duran fırsatlardır. İnternet bağlamında önemli bir örnek, online eğitim ile ilgili ortaya çıkan sorundur. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un yaptığı açıklamadan, K12 öğrencilerinin yaklaşık yüzde 20’sinin internete erişiminin olmadığını öğrendik. Yaklaşık 4 milyon öğrenci evlerinden EBA (Eğitim Bilişim Ağı) üzerinden yapılan İnternet Haftası’nda, internetin bize sunduğu zenginlikleri daha iyi öğrenip değerlendirirken, daha iyi, ucuz, özgür ve yaygın internet altyapısı ve erişim talebimizi tüm toplum olarak güçlü bir şekilde haykırmalıyız. Konuyla ilgili Mansur Yavaş’ın 7 Nisan tarihli tweeti eğitime internetten katılamıyor. Bu büyük kitle, varsa evlerinde, sadece televizyondan izleyebilecek dersleri. Etkileşimli olarak katılamayacak. Aslında, bu ciddi sorun diğer ülkelerde, hatta ABD ve İngiltere’de de ortaya çıktı. Ancak bu ülkeler etkin şekilde sorunun üstüne gitti. ABD’de telekomünikasyon sektöründe düzenleyici kuruluş FCC’nin (ülkemizdeki, Bilgi Teknolojileri Kurumu benzeri) “Amerikalıları Ağa Bağlı Tutun” girişimine internet servis sağlayıcıları olumlu yanıt verdi ve kablosuz erişim alanları (hotspots) kurarak ihtiyaç sahiplerine ücretsiz internet erişimi sağladılar. İngiltere’de de dijital konularla ilgili bakanlığın girişimiyle, erişim veya ödeme sorunu olan öğrenciler için internet servis sağlayıcılar yeni ve uygun olanaklar sağladı. İngiltere’de önemli ve güçlü bir gözetleyici STK olan “Ofcom” bile bu yapılanları övdü. Bu eğitim örneğinde, sorun sadece internete erişim olanağı ve fiyatı değil. Yoksul ailelerin bilgisayar sahibi olmaması da bir sorun. Bunun da üstüne gidildi. Örneğin, Boston belediyesi dezavantajlı ailelere bilgisayar temini için bir kampanya açtı. Hem telekomünikasyon hem de bilgisayar firmaları bu kampanyaya önemli katkılar sundu. Yukarıda belirttiğim örnek çözümler, sadece anlık bir yara bandı olma ötesinde sorunların köşeli bir şekilde tartışılmasını ve kalıcı çözümlerin üretilme çabalarını da yarattı. Yani, zaten var olan sorunların bu sal gın krizi sürecinde belirgin bir şekilde ortaya çıkmasını, o sorunlara kalıcı çözümler yaratma fırsatı olarak değerlendiriliyor birçok ülkede. Toplumsal baskı şart Ülkemizde ise eğitim bağlamında zaten var olan, şimdi ise iyice su yüzüne çıkan internete erişim sorunu çözme yönünde bir anlayış hükümette dolayısıyla telekomünikasyon sektöründe görülmüyor. Örneğin, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın hem telekomünikasyon hizmeti hem de internet servis sağlayıcısı olan Türk Telekom, Türkcell ve Vodafone firmalarından indirimli internet erişim ücreti talebi bile kabul görmedi. Diğer bir örnek de zaten dünyada giderek geri kaldığımız fiber optik internet altyapısı sorunu. Bu da deprem sırasında çarpıcı olarak ortaya çıkmış olduğu halde çözüm adımları atılmamıştı. Önümüzdeki günlerde internet kullanımı yoğunlaştıkça, yetersiz altyapı sorunu kendini gösterebilir. Örneklerini verdiğim ülkelerin telekomünikasyon firmaları veya devlet yönetimleri, toplumun dezavantajlı kesimine karşı ülkemizdekilere göre daha mı duyarlı? Örnekler öyle gösteriyor, ama bu durum onların iyi niyetli olmasından kaynaklanmıyor. Üzerlerindeki toplumsal baskı ve talep, onları böyle davranmaya zorluyor. Katılımcı demokrasiyi özümsemiş toplumlar güçlü ve etkin bir şekilde taleplerini ortaya koyuyor ve hem firmalar hem de hükümetler üzerinde baskı oluşturabiliyor. Ülkemizdeki çok ciddi eksik budur. Burada, ülkemizde toplumun çoğunluğunun yeterince farkında olmadığı bir garabeti ortaya koymam gerekli. Telekomünikasyon sektörünün önde gelen firmaları, onları düzenlemekle görevli devlet kuruluşu yani, BTKve hükümet iç içe girmiş durumdadır. Örneğin, Türk Telekom’un yönetim kurulu başkanı aynı zamanda Ulaştırma ve Haberleştirme Bakan yardımcısıdır. Aynı kişi, bundan önceki BTK başkanıydı! Durum buyken, toplumsal talep ve baskı ağırlıklı olarak, devletin ve sektörün tüm iplerini elinde tutan hükümete yöneltilmeli. Sektör büyük ölçüde hükümetin güdümünde görünüyor. Ayrıca, telekomünikasyon firma cirolarından alınan paylardan oluşan Evrensel Hizmet Fonu’nda biriken, büyük bir kaynak var. Bugünkü parayla yaklaşık 20 milyar TL olduğu tahmin edilen bu kaynağı harcama yetkisi hükümette. Dezavantajlı yurttaşlarımızın yararlanabileceği yatırımları finanse etmesi gereken bu fon, maalesef şimdiye kadar doğru yerlere harcanamadı. Sonuç ve öneriler Şu anda hepimizin kafasında kısa ve uzun vadede ne olacağı soruları var. İçinden geçtiğimiz ve geleceği belirsiz bu sıkıntılı süreci daha olumlu veya olumsuz yaşamak? (Şu anda yazın sonlarını yaşayan güney yarımküredeki durum, ülkemizdeki yaz ayları ile ilgili olumlu beklentiyi kuşkuya düşürüyor.) Bu soruların yanıtını, bizim şimdiki davranışlarımız belirleyecek. İnternetin sunduğu zenginlikleri toplum olarak nasıl ve ne ölçüde değerlendirdiğimiz; sorunları fırsata dönüştürmek için yapacağımız talepkâr katılımcılığın gücü ve etkisi belirleyecek. İnternet Haftası boyunca, #İnternetYaşamdır ve #İnternetHaftası2020 etkiketleriyle yapılan paylaşımları izleyerek bilgilenmek ve destek olmak gerekiyor. Hem salgın krizi sürecini olabildiğince daha iyi yaşamak hem de sonunda daha iyi, çağımızın daha da gerisinde kalmamış bir Türkiye’ye uyanmak amacıyla internetimize sahip çıkmak, katılımcı demokratik baskı ve talepleri güçlü bir şekilde haykırmak gerekiyor. Çıldırtan çelişkiler ve çare! Koronavirüsle mücadele için, doğru bir kararla, Sağlık Bakanlığı bünyesinde Bilim Kurulu kuruluyor... Fakat Kurul’un kararları onay için, bakanlık da aşılarak, Cumhurbaşkanlığı’na sunuluyor ve oradan onay alınmadan ne ilan edilebiliyor, ne de uygulamaya konulabiliyor. “Koronavirüsle en iyi savaş, evden çıkmamaktır; kendinizi izole edin” deniyor... İnsanlar evden çıkmaya, işe gitmeye mecbur bırakılıyor. “Dışarı çıkan ve kalabalık içinde olan herkes maske takmalıdır” deniyor... Maske satışı yasaklanıyor. Gönüllü olarak, bedava maske dağıtan STK mensuba kadınlar gözaltına alınıyor. Üstelik aradan günler geçmesine rağmen haber verilen dağıtım bir türlü gerçekleştirilemiyor. Başka ülkeler vatandaşlarına, işçilere, esnafa ve işletmelere, bir bölümü nakit olmak üzere mali ve ekonomik yardımlar yaparken, vatandaşlardan bağış isteniyor... Ama bağış toplayan belediyelerin kampanyaları engelleniyor, banka hesaplarına el konuyor. Ayrıca belediyelerin aşevlerini desteklemek için açtıkları hesaplara da el konuyor. Uzmanların önerileri üzerine 30 büyükşehire ve Zonguldak’a, sadece hafta sonu için yasak geliyor ve gece 12’de başlayan yasak sadece iki saat önce, gece 10’da ilan ediliyor. Bu yüzden, sokağa çıkma yasağını son anda öğrenen ve hazırlıksız yakalanan halk paniğe kapılıyor, üst üste yığılarak dükkânlara doluşuyor, böylece hastalığın bulaşma olasılığı çok artıyor. 65 yaş üstüne ve 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getiriliyor... 20 yaşın altındaki çalışanlara, (sanki onlar hastalanmazmış gibi) işe gitme izni veriliyor. 65 yaş ve üstüne kolonya ve maske yollanacak deniyor... Ne gelen oluyor ne de giden. Hafta sonu, cuma gecesi saat 10’da, büyükşehirlerde ve Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı ilan edildiği günün akşamı, Sağlık Bakanı basın toplantısı yapıyor. Ama saat akşam 7 dolayında basın toplantısı yapan Sağlık Bakanı, tek satırla bile bu yasaktan söz etmiyor. (Belki de haberi yok?) Hafta sonu ilan edilen sokağa çıkma yasağını, son dakikada açıklayarak panik yaratan ve tecridin ciddi biçimde ihlal edilmesine yol açan İçişleri Bakanı, krizi yönetemediği gerekçesiyle, sorumluluğu üstüne alarak istifa ediyor. Toplum hiç de alışık olmadığı bu sorumlu tavrı olumlu karşılarken, istifa kabul edilmiyor ve yine bir düş kırıklığı daha yaşanıyor. Bütün bu çelişkilere ek olarak, hem kaynak yetersizliğinden şikâyet ediliyor... Hem de halkın karşı olduğu, gereksiz ve çok maliyetli “Kanal İstanbul” gibi projelere devam ediliyor. HHH PEKİ, ÇARE NEDİR? Çare, krizi yönetemediği artık iyice belli olmuş olan “Tek Kişi Yönetimi” modelinden vazgeçmektir: 1) Bilgi akışı ve karar alma mekanizmaları şeffaflaştırmalıdır. 2) Muhalefet partileri ile uzlaşmayı ve işbirliğini gerçekleştirecek bir biçimde Meclis devreye sokulmalı, işlevsel kararlar için çalışması sağlanmalıdır. 3) Hizmetler açısından başta büyükşehir belediyeleri olmak kaydıyla, bütün belediyelerle yakın işbirliği yapılmalıdır. 4) Ülkedeki uzmanları bağrında barındıran meslek kuruluşları ile her düzeyde eşgüdüm sağlanmalıdır. 5) Hem Koronavirüsle mücadele için gerekli olan kaynakları, hem de ekonomik çöküntüyü önlemek amacıyla topluma enjekte edilecek parayı bulmak için, lüzumsuz harcama ve yatırımlar kısılmalı, bütçede kuruluşlar ve kalemler arası para aktarmaları gerçekleştirilmelidir. HHH UNUTMAYIN: 1) Zararın neresinden dönülse kârdır... 2) Doğru kararların verilebilmesi için zaman hiçbir zaman çok geç değildir... 3) Tarih bugünleri de yazacak! Marx’tan esinlenen kapitalistler NEOLİBERALİZMİN ÇÖKÜŞÜ PROF. DR. NURŞEN MAZICI SİYASET BİLİMCİ 1848’de yayımladıkları menifestoda Marx ve Engels, “Dünya işçileri birleşiniz, zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yoktur” demişlerdi. Aradan geçen 172 yılda dünya işçileri, kapitalizme yenik düşerek birleşemedikleri gibi,1990’larda SSCB’nin dağılmasıyla serbest piyasa ekonomisi (SPE) modeli, kapitalistleri daha acımasız ve vahşi yaptı. Böylece işçiler SPE modeliyle 20. yüzyılda kazanlıkları tüm sosyal haklarını yitirerek siyasetin çeperlerine savrulurken, robot ve digital teknolojinin gelişmesiyle asgari ücretli ve yasal güvencesiz işlerini de kaybetme noktasına geldiler. Devletpiyasatoplum ilişkisi Ekonomi bilimi, kısıtlı kaynaklar ile hangi malın, kimin için, ne miktarda üretileceği ve kimler tarafından tüketileceği sorularına ve fiyatın oluşum mekanizmasını algılamaya çalışan bir bilim dalıdır. Kapitalist sistem ise daha fazla sermayenin birikmesine, biriken bu sermayenin üretime dönüştüğü ve emek sermayesine dayanan bir sistem olmakla birlikte SPE’ye geçişle gelir dağılımının, çevre sorunlarının, uzun çalışma saatlerine dayalı emeğin sorunlarının göz ardıedildiği bir reel politikaya dönüşmüş ve artık şirket kapitalizmine dayalı üretim ve satış temelli bir ekonomik sistem, yürürlüğe girmiştir. İtaatkâr birey Dolayısıyla, SPE’si modelinin siyasal yönetim biçimi neoliberalizmde, devletpiyasatoplumbirey ilişkisini yeniden kurarken, devleti yalnızca bu ilişkileri koordine eden bir aktör olarak konumlandırılmaktadır. Devlet, pek çok işlevini özel sektöre veya sivil topluma terk etmekte, yönetme iddiasında olan ama sorumlu olamayan bir yapıya dönüşmekte ve bu da demokrasinin içini boşaltmaktadır. Gerçekte iktidarın merkezileşmesini ve gözetim toplumunu yaygınlaştırarak devletin güvenlik boyutunu ön plana çıkarmaktadır. Neoliberal devlet, vatandaşların eğitim, istihdam, sağlık vb. gibi kamu hizmetlerini devletten bekleme ya da talep etme haklarını or tadan kaldırmaktadır. Devlet, her türlü sorumluluğu bireye yüklemektedir. Dolayısıyla da vatandaş için geçerli olan yeni paradigma, etkin, rekabetçi ve itaatkâr bireydir. Toplumsal adaletsizlik Ne var ki devletin eğitim, sağlık gibi kamu hizmet alanlarından çekilmesiyle birlikte toplumda eşitsizlikler artmakta, küreselleşmenin başat ideolojisi olan neoliberalizm, dünyada yoksulluğun artmasına ve toplumsal adaletsizliğin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Bu yüzdendir ki COVID19 salgını, neoliberal politikaların öncülüğünü yapan başta ABD, Kanada, Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere sağlık, eğitim, barınma, istihdam gibi yurttaşın sosyal güvenliğini dışlayan SPE modeliyle ülke yönetiminde zorlanmaya başlamışlar ve zorunlu olarak sosyal devlet politikası izleyeme yönelmişlerdir. Devlet hazinesinden bu sorun için ayrılan fonların miktarı, bu görüşün en iyi kanıtlarındandır. COVID19 salgınından önce dünyada sekiz kişinin mal/para varlığı dünya nüfusunun yüzde 75’ininkine ulaşmış, sosyal hak ve gü vencesi olmayan ve gelir düzeyi yoksulluk sınırında olan milyarlarca insan, yalnızca beslenme ve barınma gereksinimlerini bile zorlukla karşılar duruma gelmişti. Böylelikle düşük emeğe ve vergi muafiyetlerine sahip olan neoliberal kapitalistlerin ürettikleri başta inşaat ve otomotiv sektöründeki mallar alıcı bulamayınca, SPE modelinin daha fazla yürütülemeyeceği, tekrar gözden geçirilmesi talebi, neoliberallerden gelmemişti. Acı bir deneyim Salgından sonra, işte tam da bu noktada, çığrından çıkmış, adeta freni patlamış kamyon gibi ilerleyen SPE’yi değiştirmek isteyen neoliberallerin kapitalizme karşı birleşebilmişlerin hız ve sayısında artış olacağı kanısındayım. Çünkü, neoliberalizme sırtını dayayarak aşırı zenginleşen büyük şirketlerin ve onun önünü açan neoliberal devlet politikası izleyen siyasetçilerin, işçilerden farklı olarak, “saadet” zincirlerinden başka kaybedecek çok şeyleri, hatta her şeyleri olduğu, SPE modelinin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra acı bir deneyim olan salgınla pekişmiş görünmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle