15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Haber EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN 9 1 NİSAN 2020 ÇARŞAMBA SOVYET RUSYATÜRKİYE EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ALEV COŞKUN Dünkü yazımızda, planlama kavramı, Atatürk’ün devletçiliğe yönelişi ve genel olarak devletçilik politikasının ortaya çıkışındaki etkiler üzerinde durulmuştu. Bugün, 1930’larda devletçilik politikasını gerçekleştirmek ve gözlem yapmak amacıyla İnönü’nün Rusya gezisi üzerinde durulacaktır. Sovyet Rusya ile o günün koşullarında çok önemli sonuçların elde edildiği bir anlaşma imzalandı. Mali kaynaklar kadar önemli diğer bir gereksinme, kurulacak fabrikalar için teknoloji ve uzman yardımı da imzalanan bu kredi anlaşmasının kapsamı içindeydi. Böylece, Türkiye’nin sanayileşmesi için hem kaynak hem bilgi sağlanmış oluyordu. İnönü’nün Rusya gezisi ve kredi antlaşması Devletçilik ilkesi, 1931 yılın da parti kurultayında programa girdi. Devletçilik ilkesinin par ti programında yer almasından sonra bunun uygulamada bir pla na bağlanmasının gerekliliği tar tışılıyordu. Sovyet yöneticileri de Tür kiye’deki gelişmeleri dikkat le izliyor ve ısrarla Başbakan İnönü’nün Moskova’yı ziyaret etmesini istiyorlardı. Başbakan İnönü, Sovyet Rusya’ya yaptığı gezi sırasında Türk ve Sovyet yetkililerle. (Sol başta gözlüklü Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, en sağ başta Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya). Başbakan İsmet İnönü, 25 Nisan10 Mayıs 1932 tarihlerinde beraberinde CHP Genel Sekreteri, Dışişleri Bakanı, milletvekilleri, gazeteciler ve kimi uzmanlardan oluşan bir heyetle Rusya gezisine başladı. Türk başbakanı ve beraberindeki kurul, bir Türk gemisiyle İstanbul’dan Odesa’ya gitti. Oradan Moskova’ya geçildi ve büyük bir törenle karşılandı. Moskova’da resmi kurumlar ve kimi fabrikalar ziyaret edildi; Sovyet ekonomisinin genel ilkeleri ve plan çalışmaları hakkında bilgi alındı. Sovyet başkentinde İnönü, Dışişleri Bakanı Molotov ve Sovyet lideri Stalin ile görüşmeler yaptı. Gündem konuları; ticari ilişkiler ve planlama çalışmaları için teknik ve mali yardımdı. Görüşmeler sonunda o günün koşullarında çok önemli sonuçların elde edildiği bir anlaşma imzalandı. Anlaşmanın özeti şudur: Sovyet Rusya, Türkiye Cumhuriyeti’ne 8 milyon altın (dolar) tutarında kredi vermeyi kabul ediyordu. Bu kredi faizsiz olacak, 20 yıl içinde eşit taksitler ve mal karşılığı tarım ürünleriyle ödenecekti. Sovyet Rusya, Türk Sanayi Planı’nın hazırlık çalışmaları için Türkiye’ye uzman göndermeyi de kabul ediyordu. Sovyetler’le görüşmeler sonunda koşulları çok olumlu bir kredi anlaşmasının imzalanması, aslında öngörülen sanayi planının mali kaynaklarının çok önemli bir bölümünü karşılamaya yetiyordu. Başbakan İnönü, Sovyetler Birliği Plan Dairesi yöneticileriyle de uzun görüşmeler yaptı. Beş yıllık ekonomik planı ilk kez Sovyetler yapmıştı. Sovyet Plan Dairesi, yardımcı olmak üzere Türkiye’ye bir kurul yollamayı kabul etti. Böylece, mali kaynaklar kadar önemli diğer bir gereksinme, ku Osmanlı’dan, Cumhuriyet’in ilk kuruluşundan 1930’lara kadar halkın gereksinme duyduğu üç temel ürün olan un, şeker ve pamuklu kaput bezine, halk arasında “üç beyazlar” adı verilmiştir. Bu üç temel ürün, Anadolu’nun temel ihtiyaç maddeleriydi ve bu ürünlerde kıtlık çekiliyordu. rulacak fabrikalar için teknoloji ve uzman yardımı da imzalanan bu kredi anlaşmasının kapsamı içindeydi. Türkiye’nin sanayileşmesi için hem kaynak hem bilgi sağlanmış oluyordu. Başbakan İnönü’nün 15 gün süren bu uzun Sovyet Rusya gezisi kuşkusuz Batı dünyasının da dikkatini çekmişti. Geziden dönüşünden sonra Batılı diplomatlar Ankara’da, İnönü ile görüşmek için sıraya girdiler. Acaba Türkiye ne yapacaktı? Yoksa Türkiye yönünü mü değiştiriyordu? Sovyetleşecek miydi? Olağanüstü bir anlaşma Sovyet Rusya dönüşü, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi, Başbakan İnönü ile görüşürken Sovyet Rusya’dan 8 milyon dolar faizsiz kredi alındığını, ödemelerin tarım ürünleriyle ve takas sistemi içinde yapılacağını bir kez daha teyit ettiğinde, İnönü’ye bunun “müstesna”(olağanüstü, ayrıcalıklı) bir şey olduğunu söylemekten kendini alamadı. İnönü gezisiyle ilgili olarak CHP grubunda bilgi verirken Sovyet Rusya ile “sarsılmaz, samimi bir dostluk” politikası izlenebileceği kanısında olduğunu belirtmişti. İnönü ile Moskova’ya giden he yetteki teknik nitelikli uzmanlardan bir grup Rusya’da bir süre daha kalarak özellikle tekstil sanayii konusunda incelemelerini sürdürdüler, Türkiye’de kurulacak tekstil sanayii için gerekli makinelerin %90’ının Sovyet Rusya’dan sağlanabileceğini saptadılar. Sovyet Rusya’dan gelen heyetler Başbakanın Rusya gezisi dönüşünden hemen bir ay sonra, 11 Haziran 1932 tarihinde, Rusya Fizik ve Matematik Bilimleri Enstitüsü Müdürü Vlasdislav Vago’nun başkanlığında bir uzmanlar kurulu Ankara’ya geldi. Bu kurulun ana görevi, bir iyi niyet göstergesi olarak Sovyet hükümetince, Türkiye’ye armağan edilen tarım makinelerini Türk yetkililere teslim etmek ve bu makineleri gerekli yerlere kurmaktı. (Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri Sovyet Arşiv Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, s.200) Sovyet Uzmanlar Kurulu, ülkenin koşullarını incelemek, fabrika kuruluşu için değişik seçenekleri değerlendirmek için Türkiye’de geniş kapsamlı bir geziye çıktılar, gittikleri yerlerde resmi görevliler, belediye başkanları, ticaret ve sanayi odaları yetkilileri ve halk tarafından sıcak bir ilgiyle karşılandılar. Sovyet Uzmanlar Kurulu Başkanı Orlov, yurt gezileri ve çeşitli kesimlerde yaptığı temaslardan sonra Ankara’ya dönüşünde Başbakan İsmet İnönü ile uzun bir görüşme yaptı. İnönü anılarında “yetenekli ve güçlü bir uzman olduğu kadar, güven veren onurlu bir insan” olarak nitelendirdiği Prof. Orlov’la yaptığı görüşmeleri şöyle özetliyor: “Sovyet kurulunun başı, plan uygulamasında gerekli makinelerden bize neleri verebileceklerini ve neleri veremeyeceklerini, kendi veremediklerini bana açıkça söylemişti. Sizin ihtiyacınız olan şu kalitede makineyi biz veremeyiz, bunu dışarıdan falan yerden alacaksınız demiştir. Sovyet Uzman Heyeti daha önemli olarak, bize demir ve çelik sanayiine girmek lüzumunu telkin etmiş, bu yola götürmüştür.” (İnönü, Hatıralar) Türkiye’nin İlk Sanayi Planı daha sonra Afet İnan tarafından “Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Planı 1933” başlığıyla yayımlandı. 1) Dokuma sektörü (pamuk, yün, kendir) 2) Maden sektörü (Demirçelik, kömür, bakır, kükürt) 3) Selüloz sektörü (Selüloz, kâğıt, karton, suni ipek) 4) Seramik sektörü (Şişe, cam, çimento) 5) Kimya sektörü (Süperfosfat, sodkostik, klor) Günün koşulları gereği seçilen bu beş temel sektörün anlamı “üç beyazlar” olarak adlandırılan tüketim ürünlerinde olan gereksinmede yatmaktadır. Kısaca bu noktaya değinelim ve açıklığa kavuşturalım. Üç BeyazlarBeş Beyazlar Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk kuruluşundan 1930’lara kadar halkın gereksinme duyduğu üç temel ürün olan un, şeker ve pamuklu kaput bezine, halk arasında “üç beyazlar” adı verilmiştir. Bu üç temel ürün, Anadolu’nun temel ihtiyaç maddeleriydi ve bu ürünlerde kıtlık çekiliyordu. Bu üç temel ürüne çimento ve kâğıt da eklenince “beş beyazlar” adı verilen temel gereksinme ürünleri ortaya çıkar. Osmanlı’da 19131914 yıllarında bu ürünler toplam dışalımın yüzde 53.4’ünü oluşturmaktaydı. Cumhuriyetin kuruluşunun 4’üncü yılında 1927’de bu oran yüzde 50.9 ve 1932’de hâlâ yüzde 31.2 düzeyindeydi. Başbakan İnönü ve beraberindeki heyetin, Sovyet Rusya’dan dönüşüne dair 11 Mayıs 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı Sovyet Tetkik Kurulu’nun çalışmaları sürerken, 1933 yılı kasım ayında Türkiye’nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı üzerinde son düzeltmeler yapıldı, plan tamamlandı ve 1934 yılında uygulamaya konuldu. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’yla kurulması öngörülen sektörler beş ana grupta toplanmıştır. (Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, İş Bankası Yayını, 1981, s.105106.) Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın (BBSYP) hedefi aslında aşağıdaki tabloda belirtilen beş beyaz ürünün “ithal ikamesi”ni sağlamak amacıyla bu temel maddelerin üretilmesini gerçekleştirecek fabrikaları ülke içinde inşa etmek, böylece bu temel ürünler nedeniyle açık veren dış ticaret dengesini düzene sokmaktır. Yarın, birinci beş yıllık plan üzerinde durulacaktır. SÜRECEK Biz bize yeteriz de... Size yeter mi? Önceki gün akşamüstü kesintisiz “son dakika”lardan biri şuydu: Erdoğan kabine toplantısından sonra ulusa sesleniş konuşması yapacak. Saatlerce bu “son dakika” duyuruldu. Kabine toplantısı saat 15.00’te başladı. Erdoğan, saat 20.45’te kameraların önüne geçti. Konuşmanın birinci bölümünde mevcut duruma ilişkin Sağlık Bakanı’nın yaptığı açıklamaları pazartesi günü Erdoğan yapmış oldu. İkinci bölümde ise biz bize yeteriz diye başlayıp yardım toplama kampanyasını duyurdu. Kendisi de 7 maaşını verdi. Bu para Saray’ın birkaç günlük gideri! Konunun bu boyutu bir yana... Dünyanın salgından etkilenen ülkelerinin neredeyse tamamı, devletin halka yapacağı yardımları, bütçeden ayrılan payları açıkladı. Rekor ABD’de: 2 trilyon dolar. Avrupa ülkelerinde de en düşük İspanya: 200 milyar Avro. Erdoğan ilk günlerde 100 milyar lira kaynak aktarıldığını duyurmuştu. Bunun hangi kesimlere aktarıldığını da TOBB Başkanı ile gülümseşerek ifade etmişti. Önceki akşam ise şu ilan edildi: Devlet bütçesi diye bir şey yok. Kim para verecek durumdaysa kesenin ağzını açsın. Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesinin bile bütçe açığı kapatmak için kullanıldığı bir ortamda buna çok da şaşırmamak gerekir. Öyle anlaşılıyor ki devlette para olsa bile, krizden etkilenenlere verecek para yok. HHH Afet dönemlerinde yardımlaşma sadece bizde değil dünyada da başlıca yöntemlerden biridir. Elbette toplumsal dayanışma duygusunu güçlü tutmak gerekir. Yardımlaşma da bunun unsurlarından biridir. Ancak yaşadığımız günler afet ortamından farklı. Devletin devlet olduğunu, kurumlarının ayakta olduğunu göstermesi gereken günler. Böyle bir dönemde halka deniyor ki: Birbirinize yardım edin... Devlete yardım edin! Üstelik böyle bir yardım kampanyasını, işlevi gereği başlatmış olan belediyelere de “Sen yardım toplayamazsın, ben toplayacağım” diyorsunuz! Onların yardımı paylaşacağı insanlar başka ülkenin insanları mı? Bu, en hafif anlatımla aczin ifadesidir. “İtibardan tasarruf edilmez” deyip uçak filoları kuracaksınız, sonra da çıkıp “Biz bize yeteriz, yardım edin” diyeceksiniz. Biz bize yeteriz de... Size yetmemiz zor! Biz bize yeteriz de... Size yetiştirmek zor! Biz bize yeteriz de... Toplananların nereye gideceğini bilmek zor... Biz bize yeteriz de... Bizim bizim için verdiğimiz yardımların kimin için kullanılacağını bulmak zor... Gerçekten bizim bize yeteceğimize inanıyorsanız, buna göre siyaset üretmek istiyorsanız, 2020 yılı bütçesini yeniden yapın. Mevcut koşullara, gereksinimlere göre düzenleyin. HHH Bir söz vardır: Yönü belli olmayan gemiye, hiçbir rüzgârın faydası olmaz... İşte böyle bir dönemdeyiz. Her şey bir yana açıklanan verilere güven duymak zor. Bir iktidar düşünün ki, tarihin en önemli salgınlarından biriyle karşı karşıyayız, Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB) dışlıyor. AKP, salgın nereye bulaşırsa bulaşsın, benim iktidarıma bulaşmasın diyor. Yardım kampanyasını da kendisine yönelebilecek olası eleştirileri ötelemek için kullanıyor. Şimdi bu yardım kampanyasını eleştiren, yerli ve milli olmamakla, Türkiye’nin birliğini, beraberliğini istemeyenlerin ekmeğine yağ sürmekle suçlanacak. Yok öyle şey... Krizi çözmek değil yönetmek üzere adımlar atılıyor. Geçmişteki temel sorunlara bakış da öyle olmadı mı? Yoksulluğu çözme, yönet... Eğitim sorununu çözme, arka bahçe üret... Komşularla sorunları çözme, yönet... Hatta yeni sorunlar da üret ki ilgi oraya kaysın... Yeter artık...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle