19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
l Erdoğan Özer Türkiye İş Bankası Karikatür Yarışması “Birincilik Ödülü” (1980) EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 13 7 MART 2020 CUMARTESİ Damdan hayata baktığımda “8 Mart DAMDAKİ huriyet tarihindeki en karanlık dönemi Emekçi Kadınlar Günü”nün hemen ön MİZAHÇI bu!.. Gülmekten ve gülen insandan nefret cesinde sokaktan ge eden bir zihniyetin ne kadına dayak se Cihan DEMİRCİ “Karı gibi gülme” di si geliyor!.. Karısını, ye hem gülmeyi hem kız arkadaşını, sevgilisini evire çevire dö Kadına de kadını aşağıladığı, yani mizaha da şiddetin ven, ona işkence yapan ya da öldüren cani ve kadınlar kadar düşman olduğu, kör ce maganda bir yapı günden güne palazlanarak şiştikçe şişiyor!.. Kadı adı yok! haletin baş tacı edildiği bir dünya cehennemi epeydir bu coğ na şiddetin sıradanlaş rafya!.. tığı ve sanki olağan bir durum ha 18 yıllık bu ağır hasarlı dönem line geldiği korkunç bir dönem ya de, iş artık öylesine sapkın boyut şıyoruz!.. Son 18 yılda, iktidarın lara vardı ki, psikopat caniler öldü adına “Yeni Türkiye” dediği yer recekleri genç kızları, kadınları ar de, 16 bine yakın kadının öldürül tık katalogdan seçer gibi seçiyorlar, düğü gerçeği yüzümüze şaplak gibi hiç tanımadıkları kadınları bile rast vuruyor!.. Ülke adeta bir “Kadınlar gele seçerek öldürebiliyorlar! Mezarlığı”na döndü!.. “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” Kadını aşağılayan, onu yok sayan artık daha fazla anlam taşıyor. Ka bir zihniyetten güç bulan cehaletin dını zaten kaşık düşmanı olarak gö kadın şiddetinde dorukları zorladı ren bir zihniyet, onun bir de “emek ğı kâbus gibi bir dönem içindeyiz!.. çi” niteliği taşımasına, “çalışan” ka Pek çok kadının yaşadığı evden çok dın olmasına hepten gıcık!.. Bu geri “sığınma evi”ne ihtiyacı var!.. Ço zihniyeti alt etmenin yolu da zaten ğunlukla cezasız kalan, hatta teşvik daha fazla kadının çalışmasından, edilen bu ağır şiddetin günden gü üretmesinden geçiyor!.. ne artması kimseyi şaşırtmamalı!.. DİPNOT: Sevgili okurlar; İşlediği kadın cinayetinin sonrasın 14. Ankara Kitap Fuarı’nın 2. da gireceği cezaevini bile kendi se Salonu’nda, 7 Mart Cumartesi sa çer vaziyete gelmiş katiller geziyor at 12.00’de, söyleşi ve ardından sa damdan aşağılarda!.. at 14.0018.00 arası imza günü, Sırtından sopa, karnından sı 8 Mart Pazar günü de saat 11.00 pa eksik edilmeyen, sofradaki ye 16.00 arasında imza günüyle Yağ ri öküzden sonra hem de kaşık düş mur Yayın Grubu (805A) standın manı olarak gelen kadınların Cum da olacağım. l Zafer Temoçin Hayvanları boynuzundan, insanları inadından tutup sürüklüyorlar. H Kan, küfür kadar kolay başvurulacak bir CUK Günel ALTINTAŞ savunma aracı değildir. H “Savaşa Hayır!” demek yasaklanmış. “Gözlerime bak, anlarsın” dönemine geri döneceğiz demektir. “Kulağına küpe olsun” dedi. Sanki küpe başka bir yere takılırmış gibi... Gözdağı veriyordu. Kaşlarını kaldırıp başdanışmanlar gibi ötümsüz, üç beş sözcük geveleyip geriye yaslanıyordu. Titreşimsiz bir “poflama” bezginliği içindeydi. Bilir bilmez laf edenlerden sanmasınlar diye tutumlu davranıyor, az konuşuyordu, ama alt tarafı kapı oğlanıydı işte. Ayak işlerine onu koşarlardı. Efendiye yağmurda şemsiye tutar, güneşte yelpaze yellerdi. Saygıda kusur etmiş, kapılanmamış, eteklenmemiş, paçayı kaptırmamıştık ya... Ballı börek geçinmek; üç fırıldak çevirmek, beş takla atmak varken, nasıl olurdu da “şahsiyet” yapardık yani... Yok yok, mutlaka düzeltilmeliydi bu mantara basmışlık. Kavurmalık Küpe Işık KANSU olarak ayrılmalı, sonra da “Gayya” kuyusuna atılmalıydık. Balta kütükten çıkmalı, felek kamburdan kurtulmalıydı. Kapı oğlanı telefona uzandı, üç ayrı tuşa ayrı ayrı bastı, duyulan bir sesle “Gönderin” dedi. Dakikasında paldır küldür açıldı kapı, özel kask ve üniformalarıyla içeriye şahsiyet önleme özel kuvvetleri girdi. Ekip başı kulağımıza yapıştı. Çekti çekti, uzattı. Bir bıraktı: Şaaaak!. Çekti çekti, uzattı. Bir bıraktı: Şaaaak! Kıpkırmızı bir yelkendi kulağımız. Rotamız belliydi artık. Demir alabilir, açılabilirdik engin kepazeliğe... l İbrahim Tuncay YÜKSEK YERİLİM HATTI Erdinç UTKU Önüm, arkam, sağım, solum, SOPA... HHH Türkiye sığınmacılarla gündemde: mülTC... HHH Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmayanlar, ömür boyu diz çökmeye mahkumdur! HHH 3 tarafı denizlerle çevrili çileli ülkemde “Deniz” yetişmiyor artık... HHH TBMM, boks ve karate salonu yapılsın! l Kürşat Zaman HÜSREV BEY’İN GÜNLÜĞÜ Günhan AYDIN Hırs var, takat yok 26 ŞUBAT: Uzun zamandır okumayı kasten ihmal ettiğim bir yazar, “kainattaki yerini tespit ve eşya ile münasebetini tayin” konusunda yaşadığı derin sıkıntıdan bahsederdi. Kainattaki yerime pek takılmıyorum ama eşya ile münasebetimi tayin konusu bende de ağır baş ağrılarına neden olabiliyor. Mesela “akıllı” telefon olarak adlandıran şu son icat… Bu akıllı arkadaşla başıma hızlı ve seri darbelerle vurup hem ondan hem kendinden kurtulmak istiyorum bazen… Fakat sonra, “Yahu” diyorum, “Bari taksitleri bitsin…” Alacaklılarıma karşı olan sadakatim bu çift taraflı hürriyet teşebbüsünü erteliyor… Üzerinize afiyet bazı tetkitler için bir bevliye mütehassısına görünmem gerekti; hocamızın sekreteri adresi sorduğumda konum atacaklarını söyledi. Bu aslında kainattaki yerimizi tespit açısından faydalar sağlayan bir vasıf… Şebinkarahisarlılar Kültür ve Dayanışma Derneği’nin bitişiğindesin. Aralarına alırlarsa biraz prafa oynasın. Güler yüzlü doktor, sonuçlar mükemmel olmasa da endişelenmek için erken olduğunu söyledi. “Hırs var, takat yok” derdi rahmetli peder. Nedense o geldi aklıma... 27 ŞUBAT: Niyetim bir vakitler Madonna ile sansasyonel bir izdivaç gerçekleştirmiş hayta İngiliz rejisörün “Centilmen” adlı filmini seyretmekti ama seanslar uymadığından “Küçük Kadınlar”ı seyrettim. 70 yaşındaki bir adamın sinemada torunuyla değil tek başına “Küçük Kadınlar”ı seyretmesinde ben kendi adıma tuhaf taraf görmüyorum. Karlar yağdı, güneşler açtı, sofralar kuruldu… Zaten iyi bir filmden beklentim bu üçüdür. Severim öyle filmleri. Filmde en sevdiğim karakter bir posta kutusuydu. İçinden turşular, şiirler, zencefilli çörekler ve köpek yavruları geçti. Bir posta kutusundan daha fazla ne isteyebiliriz ki? Bir de Beth öldüğünde azıcık ağladım. Kimseyi üzmemişti ve tek arzusu o piyanoyu çalmaktı. Azıcık ağlamakta da tuhaf bir taraf göremiyorum. Filmdeki büyükbabanın irkiltici bir şekilde Binali Yıldırım’a benzemesi bile tuhaf değildi. Sanırım konum itabarı ile hiçbir şeyi tuhaf bulmuyorum. Belki sinemaların alışveriş merkezlerine tıkılmış olması… Ozan Tufan gibi söyleyecek olursak “böyle bir şey olabilir mi…” l Engin Selçuk l Ahmet Öztürklevent l Birol Çün
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle