23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 MART 2020 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Kişilerin yaşadığı sistemden kaynaklı mağduriyet asla sağlık personeli nefretine dönüşmemelidir Sağlıkçılar insandır PROF.DR. Çağatay Güler Halk sağlığı uzmanı Hastalık, ağrı ve acı herkesi kim olduğuna bakmaksızın etkiler. Böbrek taşı, zengini de yoksulu da güçlüyü de güçsüzü de aynı biçimde kıvrandırır. Böyle durumlarda hekimin onları ağrılar içinde görmesini bile “egolarına saldırı” sayanlarda hekimlere yönelik bilinçaltı bir kızgınlık oluşabilmekte. Özellikle güç sahiplerinde daha çoktur böylesi durumlar. Ancak bu kızgınlık hiçbir ülkede bizim ülkemizdeki gibi bir hekim ve sağlık personeli düşmanlığına dönüşmemiştir. Kimi zaman hekimler “Vatandaşın canına kasteden canavarlar!” olarak gösterildi. Koşullandırılmış kalabalıklara kendileri için çalışanları düşman belletmek kolaydır. Kimi yerlerde güç ve yetki sahipleri kulaktan dolma bilgiyle yaptıkları düzenlemelerin hatalarını hekim ve sağlık personelinin üzerine yıkabiliyorlar. Kimileri vatandaşı hekimlere karşı kışkırtmayı iş edinebiliyor. Kurnaz oyun Sonuçta bazıları hekim ve sağlık personelini sistemin temsilcisi olarak görmekte ve sistemden yediği tekmenin acısını onları döverek, yaralayarak, öldürerek çıkarmaya kalkışmakta. Onların da sistemin mağdurlarından olduğu aklına bile gelmemekte. Bu olumsuzlukları gidermekle görevli olanların her fırsatta hekim ve sağlık personelini suçlaması aslında hedef saptırmaya yönelik kurnazca bir oyundur. Bir zamanlar hastalarımız vardı. Çok iyi bilirdik hastalıklar aynı olsa bile insanları, çevreleri, özellikle sosyal çevreleri ile birlikte ele almamız gerektiğini. Çağlar öncesinden hekim ustalar tek cümlede özetlemişlerdi: “Hastalık yok, hasta vardır.” Şimdi öykü ve muayeneyi zaman kaybı sayan hekimdışı yönetim anlayışı hâkim oldu bütün Sistemdeki olumsuzlukları gidermekle görevli olanların her fırsatta hekim ve sağlık personelini suçlaması aslında hedef saptırmaya yönelik kurnazca bir oyundan başka bir şey değildir. dünyada. Artık ne hasta var, ne hastalık, kimi sağlık kurumlarının “müşterileri” var. Müşteri varsa “Müşteri memnuniyeti” esastır. Hasta müşteri olduğunda koruyucu hekimlik kalkar. “Hastalan gel, paran kadar bakayım”a döner iş. Geri kalmış ülkelerde yozlaşmanın, yozlaştırmanın gerekçesi olarak gösterilen “halk bunu istiyor” uydurması artık sağlık sistemini de yönlendirmektedir. “Halk hemen reçete istiyor! Halk karmaşık elektronik bip biplerle büyülenmek istiyor! Halk belirti hekimliği istiyor” denmekte. Anlayış gerek Hekimler “kendini kurtar” duygusu pompalanarak daha büyük açmazlara itilmeye çalışılmakta: Sadece müşteriyi memnun et! Teknolojinin arkasına sığın... Sen kendini kurtar! Oysa onlar da uykusuzluğa herkes kadar dayanır, yorulabilir ve hastalanabilirler. Fizyolojileri başkalarından farklı değildir. Onlar da solunumla oksijen alırlar ve havasız ortamlarda bunalırlar. Onlar da yemek yer, su içer ve tuvalete giderler. Soğukta üşür, sıcakta terlerler. Kimi zaman uykudan uyandırıldıklarında kafalarını toplayabilmeleri için bir süre gerekir. Hiç olmazsa yüzlerini yıkamaları anlayışla karşılanmalıdır. Anlayın artık Onların dişleri de başkalarınınki gibi ağrır, onlardan daha fazla bel ağrısı çekerler. Onların da mideleri bulanır ve kusabilirler. Hekimler ve sağlık personeli de çocukları, anababaları hastalandığında başkaları gibi endişelenir, durumlarını merak ederler. Onlar da kira, elektrik ve su faturası öderler, onlar da her şeyi para ile satın alırlar. Üstelik bilgilerini güncel tutabilmek için tıp kitaplarını birkaç yılda bir yenilemek zorundadırlar. Anlayın artık: Sağlıkçılar insandır... ‘Şahıs devleti’ sendromu var mı? 1) “ŞAHIS DEVLET”İN ORTAYA ÇIKIŞI: “Şahıs Devleti”, “Parti Devleti”nin son aşamasıdır. Önce, Hukuk Devleti’ni, yargı bağımsızlığını, temel hak ve özgürlükleri yok sayan, sadece “sandık demokrasisini” Demokrasi diye halka yutturan popülist, demagojik rejimlerde, “Parti”, zorla devlete egemen olur... Böylece “Parti Devleti” ortaya çıkar. Sonra, “Parti”nin lideri (genel başkanı, kurucusu veya doğal lideri) olan “şahıs” parti örgütü aracılığıyla kendi egemenliğini kurar. Böylece “Şahıs Devleti” ortaya çıkar. Bazı “Şahıs Devletleri” sadece fiilen uygulanır, bazıları bu fiili durumları Anayasa ile de destekler. HHH 2) “ŞAHIS DEVLETİ”NİN SAKINCALARI: Devlet hukuksuzluk yapmaz... Şahıs hukuksuzluk yapabilir. Devletin duyguları yoktur... Şahsın duyguları vardır. Devlet kızmaz... Şahıs kızabilir. Devlet intikam almaz... Şahıs intikam alabilir. Devlet insan kayırmaz... Şahıs insan kayırabilir. Devlet rüşvet almaz... Şahıs rüşvet alabilir. Devlet yalan söylemez... Şahıs yalan söyleyebilir. HHH 3) DEMOKRATİK DEVLETLERDE ŞAHISLARIN HATALARI DEVLETE MAL EDİLEMEZ! Yukarıdaki listeye bakanların, hemen “Amma yaptın haaa: Hukuksuzluk, insan kayırma, rüşvet, yolsuzluk, yalan her zaman, her yerde, her devlette” diye itiraz ettiklerini duyar gibi oluyorum: Yöneticilerin hatalarının doğrudan devlete mal edildiği rejimler, krallık, imparatorluk, şahlık, padişahlık gibi DinTarım dönemlerinin monarşik devletleri veya çağımızın diktatörlükleridir. Bu rejimlerde, yöneticilerin kişi sel hataları doğrudan devletin hataları olarak görülür. Çağdaş Demokratik Hukuk Devletlerinde ise yöneticilerin “şahsi” hataları devlete mal edilemez çünkü hata yapan yöneticilerden hesap sorulur. Rejimde bir hata görülürse, o da demokratik yolla düzeltilir. HHH 4) TÜRKİYE’DEKİ DURUM: Yukarıdaki genel bilgiler çerçevesinde Türkiye’ye baktığımızda ne görüyoruz? Ülkedeki siyasal rejimin nesnel, siyasal ve hukuksal koşulları bir yana, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçenlerde NATO zirvesi münasebetiyle üç önemli Avrupa ülkesinin yöneticileriyle görüşmesini anlatırken “İngiltere, Fransa, Almanya ve şahsım, dörtlü zirve yaptık” dedi. Bu sözler en azından kendisinin “Devleti” nasıl gördüğünü yansıtıyor olabilir diye düşünüyorum. HHH 5) COVID19 İLE MÜCADELE: Koronavirüs ile mücadelede, Türk Tabipleri Birliği ve benzerleri gibi uzman kuruluşlara ve muhalefet partilerine danışılmamasını ve oralardan “COVID19 ile Topyekun Savaş” için destek alınmamasını bir eksiklik olarak gördüğümü belirtmek isterim. Ayrıca CB’nin, “Ulusa Sesleniş” konuşmasında vatandaşlara evlerinden çıkmamalarını öğütlerken, başı olduğu devletin memurlarının ve tatil edilmeyen işyerlerindeki işçilerin işe gitmek zorunda olduklarını bildiğinden de eminim. Bunlara ek olarak kamuoyunda, umre dönüşlerindeki karantina, cuma namazı kalabalıklarının önlenmesi, okullarda uzaktan eğitim, sokağa çıkma yasağı gibi hayati konularda bazı kararların çok geç alındığı ve ekonomik tedbirlerin yetersiz olduğu izlenimi var. Dilerim COVID19 ile mücadelede “Şahıs Devleti” sendromu yoktur ve olumsuz bir rol oynamıyordur! CEHALETE KARŞI MÜCADELE Kepçenin önünde yatan bir profesör... KORONA DOSYASI 209. sayı: Bilimin ışığında korona Böyle süreçlerde kutuplar birbirine yaklaşır: Uyum sayesinde hayatta kaldık, koronalı günleri atlatırız Prof. Dr. NEBİ SÜMER Stresin kronikleşmesine izin vermeyin! Prof. Dr. OLCAY YAZICI Sosyal mesafe salgını önlemede en etkili yöntem REYHAN OKSAY Toplum üzerine düşünceler DOĞAN KUBAN Newton modern bilimin temelini karantina günlerinde kurdu. BATUHAN SARICAN Hıfsısıhha 93 yaşında MÜFİT AKYOS COVİD19 ile mücadele stratejisi ÖZLEM KAYIM YILDIZ Uzaktan yaşam TANOL TÜRKOĞLU Başkan Trump’ın COVID19 gaşarı MUSTAFA ÇETİNER Coronavirüs küresel bir salgına dönüşebilir mi? Bilim portalımız ve abonelik: www.herkesebilimteknoloji.com’da Tel: 0216 449 99 42 Erdal Atıcı Eğitimci/ Yazar Peki neden yatmış Prof. Dr. Fevziye Çelebi Toprak, kepçenin altına? Evlerinde karantina altına alınan milyonlarca insanımız adına... Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği adına... Geçen yıllarda TBMM’den bir TOHUMCULUK YASASI geçirilmişti. Bu yasayla, ülke olarak tohumculukta dışa bağımlı hale getirilmiştik. Yani anlayacağınız her yıl tohum için yurtdışına milyon dolarlar akıtacak ama ertesi yıl yine dışarıdan tohum alacaktık... Çünkü bize satılan tohum, genleri degiştirildigi için tohumluk görevini yapamıyordu. Durumun korkunçluğunu biz anlayabiliyorduk ama anlaması gerekenler bir türlü anlamıyordu. İşte o günlerde yurtseverler, Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, ki bu ülkede kolay kolay tükenmez el altından halkımıza yerli tohumların saklanmasını söylediler durdular. Çünkü onlar emperyalizme karşıdırlar, evet, ülkemize genleriyle oynanmış tohumlar satıyordu emperyalistler. Ve genleriyle oynanmış sebze ve meyvelerin bizi nereye götüreceği belli değildi... Ben çocukken, ninem, domatesin, patlıcanın, biberin, karpuzun, kavunun çekirdeğini alabilmek için dalında tohumluk bırakırdı. Sonra bıraktığı tohumlukların çekirdeklerini çıkartır, sonra güneşte kurutur, kurumuş çekirdekleri bir çıkına sarar ve ahırın bir köşesine asar ve saklardı...Hâlâ Anadolu’da vardır saklı çıkınlar. Ertesi yıl, bahar gelince toprak bellenir, o saklanan tohumlar saklandığı yerden çıkarılır toprağa dikilir ve yeniden ürün alınırdı... Karpuzlar iri çekirdekli olurdu. Sarı kavun bal akardı. Salatalığı koparınca bir süt akardı. Domates ortasından ikiye ayırınca, mis gibi domates kokardı. Çıkla yerdik. (Yörük ağzında katıksız anlamına gelir.) Önce ninem gitti, sonra dedem sonra da babam... O güzelim sebze ve meyvelerimiz de onlarla birlikte gitti. Şimdi hepsi tatsız tuzsuz sebze ve meyvelerin... Başkalaşmış sebzeler yediriyorlar bize... O nedenle, yerli tohum çok önemli... Yüreğindeki insan sevgisini, bilim aşkını yitirmeyen bilim insanlarımız hâlâ var... Denizli Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fev ziye Çelebi Toprak ve Prof. Dr. Ali Ramazan Alan, o bilim insanlarımızdan ikisi... Yıllardır yerli tohum üzerine çalışıyorlar... Öğrencilerle birlikte araziyi ekmişler. Bu konuda bilmsel destek de almışlar. Boyunlarına birer altın madalya takacakken, üç dozeri sokmuşlar araziye ortalığı tarumar ediyorlar. Hem de üniversite rektörünün bizzat emriyle... Yıllarını bitkilere ve yerli tohuma adayan Prof. Dr. Fevziye Çelebi Toprak, çaresiz kepçenin önüne yatıyor, yavrularına canını feda eden anne içgüdüsüyle... Tartaklıyorlar Fevziye Hoca’yı... Onun şahsında geleceğimizi, gelecekteki çocuklarımızı tartaklıyorlar... Hem de korona nedeniyle sokaklardan çekilmemizi fırsat bilerek... Hiçbir mazeret bu yapılanı kabul etmemizi bekleyemez bizden. Hiçbir neden çocuklarımızın geleceğinden önemli olamaz... Derhal ilgililer hakkında idari ve adli işlem yapılmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle