17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 26 MART 2020 PERŞEMBE [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Hemen Parlamenter Sisteme Geçilmeli Ulusal Birlik Hükümeti GÜNGÖR AYDIN EMEKLİ VALİ Ülkemiz ne yazık ki, ilkel bir despotik dinsel diktatörlük iktidarı tarafından yönetiliyorken, ancak bilim ve akıl yolundan, ancak demokrasi ve demokratik disiplin içerisinde, halka ayırımsız yaklaşan ve güven veren, toplumsal seferberlik gerektiren bir planlama ile demokratik bir yönetim tarafından çözülebilir olan korona salgını tehlikesine yakalanmıştır. Bu durumda, ülke zaten ağır bir DEVLET/YÖNETİM/SİSTEM KRİZİ/ BUNALIMI içinde bulunuyor ve yaşıyorken, bu çok boyutlu, çözümü bilimsel, bütünsel ve sistematik bir planlama, eşgüdüm, yaklaşım, uygulama, izleme ve şeffaflık gerektiren küresel yaygın sağlık krizini ve salgını önleyebilme yetenek, birikim ve kültüründen yoksun, tüm sorunlara olduğu gibi bu küresel/ulusal soruna da ulus/halk ve vatan kavramlarını yadsıyıp ümmet ve dini kutsayarak genelde bilim ve akıl dışı yollardan, dinsel saplantılarla ve bağlantılarla yaklaşan çağdışı iktidardan kurtulmak daha da önem, yaşamsallık ve ivedilik kazanmıştır. İktidara bırakılamaz Bu koşullarda, ülkemizin, planlı ve eşgüdüm içinde çok boyutlu, bilimsel, bütünsel sistematik akla ve bilime dayalı önlemler, uygulama, izleme ve bütün süreçlerinde şeffaflık gerektiren yaygın küresel salgını önleme konusunda, bilim, akıl ve teknolojinin üstünlüğü ve egemenliği temelinde, tüm halkı ayırımsız kucaklayan, devlet olanaklarını ve kamu hizmetlerini dağıtmada ayırımsızlık ve sosyal devlet anlayışı içinde olan, tüm halka güven veren bir yönetime acil bir ihtiyaç duyduğu açık bulunmaktadır. Bu nedenle ulusal bir seferberliği zorunlu kılan küresel salgını önleme görevi, ülke sorunlarına bilim ve akla dayalı değil, akıl ve bilim dışı dinsel öğelere dayalı olarak yaklaşan, halkı inanç, mezhep ve düşüncelerine göre ayıran, kamu yönetimi ve hizmetlerinde eşitliğe, liyakat ve başarı ölçütüne uzak/yabancı, rant dağıtarak yalnızca yandaşlarını koruyup kollama alışkanlığı olan, kültürü, birikim ve yaklaşımları küresel boyuttaki ulusal bir genel sorunu çözmeye, kriz Bu koşullarda, ülkemizin, planlı ve eşgüdüm içinde çok boyutlu, bilime dayalı ve devlet olanaklarını, kamu hizmetlerini dağıtmada sosyal devlet anlayışı içinde olan, tüm halka güven veren bir yönetime acil bir ihtiyaç duyduğu açıktır. yönetmeye yeterli/yetenekli olmayan ve elvermeyen, en önemli olarak da ülke yönetiminde ve toplumsal sorunların çözümünde farklı düşüncede olanları, muhalefet güçlerini, meslek ve sivil toplum örgütlerini dışlayan, katılım ve eleştiri kanallarını bütünü ile ve zora başvurarak tıkayan despotik dinsel AKP iktidarı yönetimine bırakılmamalı. Yerine ivedilikle yukarıda nitelikleri belirtilen zorunlu önlemleri, ekonomik yönden güçsüz büyük çoğunluğu öncelikle koruyup kollayacak, cezaevlerinde de insan haklarına dayalı adil koşulları, sağlık ortamını ve salgının gerekli kıldığı infaz indirimini/düzenlemesini toplumun tepkisine neden olmayacak hakkaniyet ve hassasiyet içinde, toplumsal vicdanı doyurucu biçimde alınarak sağlayacak önlemler dahil, gereklerine uygun biçimde hemen alınmalı ve uygulamalı. Bunun için de devletimizin kurucu organı TBMM tarafından anayasal, ulusal ve yaşamsal koşulların zorunlu gereği olarak bir Ulusal Birlik Hükümeti oluşturulup kurulmalıdır. Bu amaçla fiilen ve hemen, yürütülmekte olan ve esasen bütün süreçleri ile MEŞRUİYET VE ANAYASA DIŞI bulunan, denge ve denetimden yoksun Başkanlık Sistemi düzeni tek adam yürütme modeli sonlandırılmalı. Anayasanın da gerekli kıldığı DEMOKRATİK PARLAMENTER SİSTEME/DÜZENE geçilmeli/dönülmeli; bu zorunlu dönüşüm ve değişim, TBMM tarafından İLAN EDİLEREK halka açıklanmalıdır. Meclis sorumluluk almalı Büyük bir devrimin sonunda bundan tam 100 yıl önce kurumlaştırılan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, uluslararası toplumda ürettiği saygın, çağcıl, laik kuruluş doğrultusundan çıkarılarak içine itildiği iflas etmiş siyasal İslam dinsel devlet düzeni ve uygulaması nedeni ile girdiği büyük DEVLET/SİSTEM/YÖNETİM KRİZİNDEN, TOPLUMSAL/YÖNETSEL BUNALIMDAN çıkarılabilmesinin tek barışçı demokratik yolunun, 100 yıl önce olduğu gibi devletin kurucu organı TBMM’nin duruma seyirci kalmamasından geçmektedir. Çözümün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğrultusunu düzelterek yeniden kuruluştaki saygın çizgisine/yörüngesine kavuşturulması ile mümkün olacaktır. TC Devletinin doğrultu düzeltmesi yapılarak yeniden kuruluştaki saygın çizgisine/yörüngesine kavuşturulması ile gerçekleştirilebileceği ortada bulunmaktadır. Paniği önlemek ve eşgüdüm için güven, güven için şeffaflık gerekli! Sevgili okurlarım, Koronavirüsün Türkiye’de yapacağı tahribatın boyutları ve nasıl bir yol izleyeceği, öteki ülkelerde yaşananlara bakılarak kestirilmeye çalışılıyor. Bu deneyimlerden öğrendiğimiz önlemler şu başlıklar altında özetlenebilir: 1) İnsan hareketliliğinin ve insanlar arası temasın azaltılması, olanaklı olduğu ölçüde önlenmesi. 2) Sağlık kurumlarına ve personeline yeterli koruma, insan, malzeme ve cihaz desteğinin sağlanması. 3) Test, test, test. 4) Yeterli personel, malzeme ve cihaz kaynağı olmadığı için, sağlık kurumlarına halkın yığılmasının önlenmesi. 5) Hem ulusal hem yerel düzeyde eşgüdümün sağlanması. 6) Bütün bu önlemler alınırken halkın paniğinin önlenmesi. 7) Paniğin önlenmesi için resmi makamlara ve açıklamalara güvenin sağlanması. 8) Resmi organlara ve açıklamalara güvenin sağlanması için, şeffaf iletişim; bütün gerçek bilgi ve doğru verilerin açık yüreklilikle kamuoyunu aydınlatacak biçimde, önlemlerle birlikte paylaşılması. HHH Sevgili okurlarım, başta övgüler düzülen Sağlık Bakanı’na güven gittikçe azalırken, olayların gelişimi bir genel sokağa çıkma yasağı ilanına doğru gelişiyor. Ben esas olarak böyle bir yasağın, iyi düzenlenmediği takdirde, topluma yarar kadar zarar da verebileceğinden korkuyorum. Böyle bir sokağa çıkma yasağı gündeme gelirse, en azından şu ilkelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum: 1) En önce, başta Türk Tabipleri Birliği ve bütün benzeri Meslek Odaları, Sivil Toplum Kuruluşları, DİSK, Türkİş, Hakİş gibi işçi federasyonları olmak kaydıyla, işveren kuruluşları da dahil olmak üzere, ilgililerden oluşan bir kurul ile, muhalefet partileri temsilcilerinin de katılımıyla, bir “Milli Seferberlik Planı” yapılması ve bir an önce uygulamaya sokulması. 2) Sokağa çıkma yasağı konulacaksa bile bunun asla sıkıyönetim ilan edilmeden yapılması. 3) Sağlık kurumları, eczaneler, marketler, fırınlar, yiyecek, içecek, sağlık malzemesi üreticileri ve satıcıları, her türlü kurye, ulaşım, iletişim ve yayın hizmeti görenler hariç olmak kaydıyla, bütün devlet ve özel kurum kuruluşlarının tatil edilmesi. Bu model için, Hindistan gibi sokağa çıkma yasağı ilan eden ülkelerdeki uygulamalara bakılması. 4) Başta küçük esnaf ve küçük üreticiler olmak kaydıyla, bütün özel işyerlerine, mali yardım ve özellikle işçilere ücretli izin desteği sağlanması. Bütün vatandaşlara nakit para desteği verilmesi. 5) Devlet hizmetlerinin de bir süre için tümüyle durdurulması, bir süre sonra da zaten güçlendirilerek devam etmekte olan edevlet uygulamalarıyla birlikte, vardiya usulü çalışacak çekirdek personel tarafından asgari düzeyde başlatılması. YAŞAŞIN SOSYAL DEVLET: YAŞASIN SAĞLIKÇILAR KAHROLSUN KORONAVİRÜS... KAHROLSUN FIRSATÇI ZALİMLER! Hukuk iktidarların oyuncağıdıR(*) Ne kadar istemeseniz de Barış’lar her geçen gün gerçeklerle siyaseti rahatsız etmeye devam ederek, daha aydın bireyler olarak, başları dik çıkacaklar Silivri zindanından. AV. yiğit kazım akalın barış terkoğlu ve barış pehlivan’ın avukatı Sırasıyla gazeteciler; Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Aydın Keser ve Ferhat Çelik yaklaşık 20 gün önce tutuklandılar. Gerekçe MİT Kanunu’nun 27/3. maddesi olarak gösterildi. Basın ve ifade özgürlüğünü hiçe sayan bu kararlara geçmeden önce, olayın özüne girmek isterim. Yazının başlığında belirtildiği gibi, hukuk, belli konular ve alanlarda tarih boyunca çeşitli zamanlarda birçok iktidarın oyuncağı olmuştur. Hukuk sadece ülkemizde bir araç değildir; tarih, hukukun nasıl farklı şekillerde siyasetin çıkarları için alet edildiğine tanıktır. Dünya tarihindeki siyasi davalar listesi oldukça kabarık; Sokrates, Dreyfus ve Mithat Paşa’nın yargılanması bunlardan sadece birkaçı. Biz bu soruşturmalarda iktidarın refleksini gözlemleyerek, soruşturmanın daha en başında sonunu görebilecek tecrübeye sahip olduk. Devlet tüm kaynaklarıyla orada olup, iki gazetecinin tutuklanabilmesi için hiçbir masraftan kaçınmadı. Hülya Kılınç Manisa’da yaşadığı için, İstanbul’dan bir polis ekibi kalkıp uçakla İzmir’e gitti. Soruşturma savcısı ve kendisine yardımcı olan başka bir cumhuriyet savcısı, belli ki ailelerinden zaman çalarak, iki gazetecinin tutuklanabilmesi için geç saatlere kadar beklediler. Sorgu hâkimi, kalem personeli, kâtip, mübaşir, 40’a yakın polis, güvenlik görevlileri hep birlikte Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç için saat sabaha karşı 03.30’a kadar oradaydılar, iktidar güdümlü yargı ve kolluk kuvveti hiçbir şeyi esirgemedi bizden. En utanç verici karar Peki, 180 ülke arasında basın özgürlüğünde 157. sırada olan Türkiye’de bu düzen daha ne kadar böyle gidebilir? Türkiye’nin “Kavala” kararı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesinden ihlal almasının üzerinden henüz 3 4 ay bile geçmemişken; Barış’lar tutuklandığı gibi, OdaTV haber sitesi de İçişleri Bakanlığı’nın BTK’ya yaptığı başvuru ile kapatıldı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi ihlali, bir devlet için olabilecek en utanç verici karardır. Bu demektir ki, söz konusu devlet hukuk düzenini siyasi çıkarlarından ayrı tutamıyor, hâkimleri ve savcıları; bağımsız ve tarafsız olamıyorlar. Bu ihlal kararından hemen sonra, ihlal unutularak İçişleri Bakanı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı Barış Terkoğlu OdaTV soruşturması hakkında yine açıklamalar yaptılar. Bize göre haberin hukuken MİT Kanunu’nu ihlal eden hiçbir tarafı bulunmamaktadır. Ama velev ki varsa, bırakamıyoruz ki hukuk kendi kararını kendisi versin. Bu soruşturmanın sağlıklı yürütüldüğünden bahsedebilmek, siyasi baskı olmaksızın karar verildiğini söyleyebilmek iki bakanın açıklaması ortadayken mümkün mü? Hukuk bu dosyada ne diyor? Haberi yayımlayan Barış Pehlivan’ın, daha 1,5 gün önce tutuklanan iki gazeteci arkadaşı ortadayken, kendi rızası ile ilk telefonda gelip ifade sonrası “kaçma şüphesi” gerekçe gösterilerek tutuklanmasını normal mi karşıla Barış Pehlivan malıyız? Ya da aslen haberle hiçbir alakası olmadığı ortaya çıkan Barış Terkoğlu’nun hala tahliye edilmemesini? Şehit olan bir MİT mensubunun daha önce onlarca kez yayımlanmış olan bir fotoğrafının, her yerde ilan edilmiş olan cenazesinin, basit bir şekilde ve hatta sansürlenerek haberleştirilmesinin kimseyi ya da MİT ile ilgili bir bilgiyi tehlikeye atmadığı da herkesin malumudur. Öte yandan, Barış’ların tutuklanmasına ve OdaTV’nin kapatılmasına gerekçe gösterilen MİT Kanunu’nun 27. maddesinin 3. fıkrasının yargı erki tarafından yapılan yorumu, adeta basın ve ifade özgürlüğü üzerinde sallanan bir Demokles’in kılıcı olma potansiyelini taşımaktadır. Bu maddenin iptali için Anaya sa Mahkemesi’ne başvurulmuş, Anayasa Mahkemesi de 30 Aralık 2015 tarihinde iptal talebinin reddine karar vermiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi kararında, kanunun 27. maddesinin 3. fıkrası ile, “doğası itibariyle gizli olan bilgiler ile MİT mensupları ve ailelerinin kimlik bilgilerinin” korunmaya çalışıldığını ve ancak bu bilgilerin “ifşa edilmesi” halinde, basın özgürlüğünün kısıtlanabileceğini, diğer bir ifadeyle “İFŞA” olmadığı takdirde Anayasa’nın 28. maddesinde belirtilen sınırlama sebeplerinin oluşmayacağını ortaya koymuştur. Yani Anayasa Mahkemesi de MİT hakkındaki herhangi bir gizliliği kalmamış bilgilerin haberleştirilmesini, bu kanun kapsamında ihlal olarak görmemiştir. Bunun sebebi de aksi bir yorumun Anayasa’nın 13. maddesine aykırı olacak şekilde, MİT’e mutlak bir basın dokunulmazlığı getirerek, hakkın özüne zarar verici nitelikte olmasıdır. Sözün özü, Barış’ları içeri atmak için iktidara bir bahane gerekiyordu, iktidar güdümündeki yargı da bu fırsatı kaçırmadı ve hukuk yine ne yazık ki tarihteki rolünü gereği gibi oynadı. Ancak ne kadar isteseniz de yağmuru durduramazsınız. Barış’lar her geçen gün gerçeklerle siyaseti rahatsız etmeye devam ederek, daha aydın bireyler olarak, başları dik çıkacaklar Silivri zindanından. (*) Esasen Mihail Aleksandroviç Bakunin’in sözü olup, orijinal halini yazım kuralları gereği, burada belirtemiyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle